Özlenen Rehber Dergisi

105.Sayı

Sizin İçin Seçtiklerimiz...

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 105. Sayı
’Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım’ kavlince insanoğlunun yaratılış gayesi; yaratanına karşı kulluk vazifesini bihakkın yerine getirmesidir. Yapılacak ibadetler, ibadet edilenin bilinmesine bağlı olduğu için tasavvuf ehli bu âyetteki ’ibadet etsinler’ ibaresini, ’tanısınlar, bilsinler’ şeklinde anlamayı tercih etmişlerdir. İbadet veya kulluk her şeyimizle Cenab-ı Hakk’ın mülkünde bulunmamızın şuuru içinde tam bir teslimiyeti ve itaati gerektiriyor. Nefsin, şeytanın, dünyanın bütün aldatıcılığına rağmen Allah Teâlâ’dan gafil olmamakla, O’nun her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilmekle ulaşılabiliyor bu mertebeye. Bu sebeple büyükler, ’Allah’ı Rab olarak göremeyen, hakkıyla kul olamaz’ sözüyle bu durumu veciz bir şekilde ifade etmişlerdir.
Ne zaman sona ereceğini bilemediğimiz şu dünya yolculuğunda sırat-ı müstakim üzere olmak; Allah Teâlâ’yı bilmeye, her an O’nun zikrinde bulunmaya, bunun gerçekleşmesi için de Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin sünnetlerini adım adım takip etmeye bağlı. Bu şekilde yaşamak tabi ki kolay değil, çünkü bu durum insanoğlu için bir imtihan aynı zamanda. Nefsin hevasına kapılmak var, şeytanın adımlarına uymak var, masivaya takılmak var, unutmak var, şaşırmak var. Yoldaki tehlikelerden sağ salim kurtulabilmek ancak yol bilenlerin rehberliğinde olacaktır. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnet’in ışığında insanlara yol gösteren mürşid-i kâmilleri, Peygamberlerin vârisi âlimleri, Allah dostlarını bulmak elzemdir.
Evliyaullahı bulup yakınlarında olmak, sohbetlerine iştirak etmek ’Onları görenler Aziz ve Celil olan Allah’ı hatırlarlar’ hadis-i şerifinde ifade buyrulduğu üzere zikrullaha vesiledir. Lakin bir mürşid-i kâmili bulmakla Allah Teâlâ’yı bilmek arasındaki münasebet bundan ibaret değildir. Marifet-i Bârî’ye vasıl olmak, evliyaullahı bilmenin ve bulmanın da ötesinde ona gönül vermekle tahakkuk edebilecek bir mazhariyettir. Bilmeden, bulmadan gönül verilmez gerçi; ama gönül verilmeyecekse bilmenin ve bulmanın da bir manası olmaz. Yani falanca yerde bir Allah dostunun varlığını öğrenmiş olmanız, velayetin alametlerini bilmeniz, bir mürşide bağlanmanın gerekliliğini ikrar etmeniz, gidip onun önünde diz çöküp teslim olmadıkça işe yaramıyor. ’Bal’ demekle nasıl ki ağız tatlanmıyorsa; bütün bu bilgiler sizin halinizi değiştirmeye yetmeyecektir.
Diğer taraftan o dostları bulmak da bilmek anlamına gelmemektedir. ’Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler’ misali, Allah dostlarının yakınında, çevresinde bulunan nice kimse, neye sahip olduğunun farkına varamayabiliyor. Yahut zahiren bulmuş gibi görünüyor da tam manasıyla teslim olup gönlünü veremiyor.
Hakikatte tasavvufta bilmenin de bulmanın da alameti ’gönül vermek’tir. Evliyaya gönül veren kişi kendi iradesini terk ederek mürşidinin iradesine tabi olmalıdır. Onlara gönül vermek, aşkla sevmek, hal iledir; lafla olmaz. Onun alameti ise mürşidinin rengine boyanmaktır. Bu sebepledir ki Allah dostlarını gönülden sevenler onların hayat tarzını benimser, onlar gibi yaşamaya gayret eder, dinin emir-yasak çizgisinin dışına çıkmaz, sünnetlere titizlikle uyarlar.
Rabbimize hamdolsun bu yolun terbiye sistemi, siret-i Nebevî ile ahenklidir. Gayemiz Efendimiz (s.a.s.)’in ahlâk ve sünnetlerini örnek alarak hayatımıza tatbik etmektir. Bütün bu güzel hâller de ancak kâmil bir mürşidin taht-ı terbiyesi altında bulunmakla husule gelmektedir. Bu manadan olmak üzere Cenâb-ı Hakk’a giden yolda bizleri, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin sünnet ve güzel ahlâklarıyla irşat eden ve 11 Aralık 1999 ebedî âleme irtihal eden kıymetli efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretlerini rahmetle yâd ediyoruz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.