Özlenen Rehber Dergisi

110.Sayı

Asr-ı Saadet'te Eğitim ve Öğretim Mekânları;

Harun APAYDIN Özlenen Rehber Dergisi 110. Sayı
Eğitim ve öğretimin sıkça gündeme geldiği, farklı kesimlerce çokça konuşulup tartışıldığı bir dönemde olmamız hasebiyle bu ayki makalemizde, vahyin gölgesinde insanlığın yeniden inşa edildiği, Asr-ı Saadet’teki eğitim ve öğretim mekânları olan ’evler ve mescitler’den bir nebze olsun bahsetmek ve ’Peygamberimiz (s.a.v.)’in hayatının her bir anında biz Müslümanlar için örnek vardır’ düsturundan hareketle bunları zamanımıza nasıl yansıtabileceğimiz hususuna kısaca değinmek istiyoruz.
a) Evler:
Eğitim ve öğretim için kurulan ve kullanılan evler denince aklımıza hemen, Rasûlullah (s.a.v.)’in bi’setinin ilk yıllarında Mekke’de İslâmiyet’i tebliğ için kullandığı ev olan ’Daru’l-Erkam’ gelmektedir. Çünkü bu ev, Asr-ı Saadet’te eğitim ve öğretim için kullanılan evlerin, daha doğrusu mekânların ilkidir.
’Dâru’l-Erkam’, ilk müslümanlardan olan Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evidir. Bu ev, Safa tepesinin yanında bulunmakta, dolayısıyla Kâbe’nin arsası ve Harem dâhilindeydi. Kâbe’nin yakınında ve Harem içerisinde bulunuşu, kalabalık bir çevrede oluşu, giren çıkanların pek belli olmayışı, halk ile temas kolaylığı gibi bazı özellikleri sebebiyle olsa gerek Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bu evi tebliğ ve davetinin merkezi olarak seçmişti.
Efendimiz (s.a.v.), özellikle davetin gizli yürütüldüğü dönemde vaktini bu mübarek evde geçirir, yanına gelenleri İslâm’a davet eder, ashâbına dinin esaslarını öğretir, inzal edilen ayetleri bildirir ve burada topluca namaz kılınırdı.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Dâru’l-Erkam’ı ilk tebliğ mekânı kılışı, İslâm tarihi açısından da büyük bir önem arz etmiş, Müslüman olanların Müslüman oluş tarihlerine esas teşkil etmiştir.
Ammâr b. Yâsir, Hz. Ömer ve diğer nice sahâbe burada Müslüman olma şerefine nail olmuşlardır.
Dâru’l-Erkam, kardeşliğin en güzel surette yaşandığı ve hayata taşındığı bir yer olmuştur.
Dâru’l-Erkam, İslâm medeniyetinin inşa edildiği, insanları kula kulluktan alıkoyup, yegâne güç-kudret sahibi Allah’a kulluğa davet eden bir mektep hüviyetine sahiptir.
’Peygamberimiz (s.a.v.)’in hayatının her bir anında biz Müslümanlar için örnek vardır’ düsturundan hareketle, kendisinden kısaca bahsettiğimiz Dâru’l-Erkam ve üstlendiği misyonu zamanımıza nasıl yansıtabiliriz?
Dünya meşgalelerinin insanları adeta boğduğu, her türlü fesadın kol gezdiği zamanımızda çokça Dâru’l-Erkam’a ve o misyonu üstlenecek mekânlara ihtiyacımız var. Bunun için geniş maddî imkânlara, büyük binalara gerek yoktur. Kimi zaman bir dağın yamacında, bir ağacın altında, kimi zaman bir fabrikanın köşesinde, okulda, işyerinde, evlerimizde, kısacası hayatın her alanında vahyin gölgesinde hizmet edecek mekânlar oluşturabilir, buraları birer Dâru’l-Erkam’a çevirebiliriz. Buralarda Kur’an ve Sünnet ilimleri öğretilebilir, güzel ahlâk ve İslâm terbiyesi verilebilir, Sahâbe yolunda sadık mü’minler yetiştirilebilir.
Bir hadislerinde Efendimiz (s.a.v.), insanların Allah için bir araya geldiği bu ve benzeri mekânların şeref ve fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: ’…Bir topluluk, Allah’ın evlerinden bir evde toplanarak Allah’ın kitabını okurlar ve onu aralarında müzakere ederlerse; üzerlerine sekine iner. Allah’ın rahmeti onları kaplar. Melekler de etraflarını kuşatırlar. Allah onları kendi katındakilere anar…’ (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 11)
Bu hadis-i şerifte olduğu üzere Kur’an ve Sünnet öğretiminin yapıldığı mekânlar, ilâhi rahmetin, huzur ve itminanın indiği, meleklerin etrafını çepeçevre kuşattığı ve sakinlerini, Allah Teâlâ’nın af ve mağfiretiyle meleklerine övünerek andığı yerlerdir.
Ve bu mekânlar birer cennet bahçesidir. Zira Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Cennet bahçelerine uğradığınız zaman (oradan) istifade ediniz.’ Bu ifade karşısında Ashab-ı Kirâm: ’Cennet bahçeleri neresidir?’ diye sorunca, Efendimiz (s.a.v.): ’Zikir halkalarıdır.’ buyurarak cevap vermiştir. (Tirmizî, Deavât, 83)
b) Mescitler:
Daru’l-Erkam’dan kısaca bahsettikten sonra, mescitler başlığı altında Medine’de ilk inşa edilen ’Mescid-i Nebevî’den kısaca bahsetmek istiyoruz.
Rasûlullah (s.a.v.)’in, Mekke’den Medine’ye hicretinin hemen akabinde yürüttüğü ilk faaliyet, Mescid-i Nebevî’nin inşası olmuştur.
Mescid-i Nebevî, bir ibadet mekânı olması yanı sıra aynı zamanda diplomatik ilişkilerin yürütüldüğü bir karargâh, Medine dışından gelen misafirlerin ağırlandığı bir misafirhane, savaşta yaralananların tedavi edildiği bir hastane, hukuki davaların çözüldüğü bir mahkeme, kısacası yeni kurulan İslâm devletinin idarî ve askerî bir merkezi konumundaydı.
Mescid-i Nebevî’nin bunların yanı sıra üstlendiği bir diğer önemli misyon da eğitim ve öğretim idi. Burası, diğer işlevlerinin yanı sıra yoğun bir şekilde eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü adeta bir medrese, okul, üniversite, kısacası bir ilim merkezi konumunda idi.
Rasûlullah (s.a.v.)’in peygamber olarak bir vazifesi de insanları eğitmek, onlara Allah’ın dinini öğretmektir. Efendimiz bu vazifenin ifası için nasıl Mekke’de Dâru’l-Erkam’ı kullandıysa daha yoğun bir şekilde Medine’de Mescid-i Nebevî’yi istimal etmiştir.
O, bu iş için mescidin bir bölümünü eğitim-öğretim merkezi (suffa veya zulle) haline getirmişti. Mescide bitişik olarak yapılan ve gündüzlü olarak devam edenlerle birlikte sayılarının zaman zaman dört yüze kadar yükseldiği Ashâb-ı Suffe, kendilerini Efendimiz (s.a.v.)’in medresesinde ilim ve irfan tahsil etmeye adamış seçkin kimselerdi. Onlar için mescit, adeta bir istirahat mekânı, ders müzakere yeri ve okul konumundaydı.
Suffe Ashâbı iş buldukları zaman çalışırlar, diğer zamanlarında ise mescitte ilim, irfan ve ibadetle meşgul olurlardı. Burada, Kur’an ve Sünnet ilimlerini öğrenir, okuma ve yazma hususunda kendilerini geliştirmeye çalışırlardı.
İslâm’ı öğrenmek üzere Medine’ye çeşitli bölgelerden gelenlerin bir kısmı da Suffe’de kalır, başta Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere Sahâbe’nin âlimlerinden dersler alırlardı.
Mü’minler, o dönemde Suffe’de, yüksek seviyede ve âdeta hızlandırılmış bir eğitim görmekteydiler. En çok hadis rivayet eden (muksirûn) genelde onlar içinden çıkmıştır. Bunların başında gelen Ebû Hureyre (r.a.) şunları söyler: ’İnsanlar, ’Ebû Hureyre çok hadis naklediyor.’ diye şaşırıyorlar… Muhâcir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticaretle; Ensâr kardeşlerimiz tarlada, bahçede ziraatla meşgul iken, Ebû Hureyre boğaz tokluğuna Allah Rasûlü’nün yanında bulunuyor, onların şahit olmadığı nice şeylere şahit oluyor, ezberleyemediklerini ezberliyordu.’ (Buhârî, İlim, 42)
Ashâb-ı Suffe, dinin membaına en yakın, Rasûlullâh’ın meclisine en çok devam eden insanlardı. Bu yüzden yetişmeleri daha hızlı oluyordu. Onlar, Rasûlullah (s.a.v.) zaman zaman mescitte oturarak Allah’ın ayetlerini okuduğu, hikmetle konuşup sohbet ettiği zamanlarda hep etrafında olur, Onun mübarek sözlerini dinler, anlamaya ve ezberlemeye çalışırlardı.
Suffe ehli, sadece kalacak yeri olmayan mü’minlerin barındığı bir mekân değil, ilme ve hikmete âşık her sahâbenin kaldığı bir ilim merkeziydi. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.), Suffe’de kalarak Peygamberimizden ilim alışmayı Medine’de bulunan babasının evinde kalmaya tercih ediyordu.
Suffe ehli, İslâm’ın yayılmasında ve İslâmî ilimlerin öğretiminde de önemli hizmetler vermiştir. Medine dışında yeni Müslüman olan kabileler, dinlerini öğrenmek üzere muallimler istedikçe onlara Suffe Ehli’nden görevliler gönderilmiştir. Bunlar Bi’r-i Maûne ve Racî olaylarında olduğu gibi bu görevlerini hayatları pahasına yerine getirmişlerdir.
Müslümanların günümüzde izdiham yaratarak içerisinde namaz kılmak için adeta yarıştıkları ve Rasûlullah (s.a.v.)’in: ’Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir...’ (Buhârî, Fedâilu’l-Medîne, 5) buyurduğu mekân, o ilim merkezinden bir kesittir.
Mescid-i Nebevî’nin bu misyonunu ihya etmek adına günümüzde mescitler içerisinde ya da mescitlere bitişik olarak ilim, eğitim ve öğretim için yerler kurulmalıdır. Buralarda mü’minlerin, Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, akait, siyer ve İslâm tarihi gibi ilmî alanlardaki eksiklik ve ihtiyaçları giderilmelidir.
Toplumun düzelmesi ve ıslahı için her yönden bizlere örnek olan Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetleri, yüce ahlâkı bu mekânlarda alışılıp ihya edilmelidir. Bilmeliyiz ki, her türlü fitne ve fesadın kökü cehalettir.
Risaletten önce yaşanan cehalet ve fuhşiyatın benzerlerinin hatta daha kötüsünün yaşandığı günümüzde itaatsizlikten, zulmet ve buhranlardan kurtuluş için Daru’l-Erkam’ı, Mescid-i Nebevî’yi ve o devirde üstlendikleri misyonu kavramak ve benzeri yapılar oluşturarak Allah’ın kelimesinin kalplerde yücelmesi için çalışmak biz Müslümanlar için vecibedir.
Elbette ki her dönemin iblis ve taraftarları, Dâru’l-Erkam gibi Mescid-i Nebevî gibi rahmânî atmosferin hâkim olduğu mekânlardan endişe ettiği, varlığına tahammül edemediği gibi bugün de benzeri yerlerin yok olması, atıl kalması, yenilerinin kurulmaması için çalışacaktır. Bizlere düşen, onlara rağmen dinin yücelmesi ve İslâmî ilimlerin yayılması için gayret göstermektedir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.