Özlenen Rehber Dergisi

117.Sayı

Abdullah Fârukî El-müceddidî Hazretlerinin Eserlerinde Sünnete Bağlılık

Recep Faruk KARABAL Özlenen Rehber Dergisi 117. Sayı
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri 11 Aralık 1999’da dünyamızdan ayrılırken pek çok eseri de ardında gelecek nesillere miras olarak bıraktı. Efendi Hazretlerinin hayatında ve sohbetlerinde olduğu gibi yazılı eserlerinde de Sünnet-i Seniyyeye bağlılık büyük bir yer tutar.
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri Sünnet-i Seniyyeyi Kur’ân-ı Kerim’le birlikte dinin temel kaynağı olarak kabul etmiştir. Peygamber Efendimizin ahlakının Kur’an’ın hayata tatbiki olduğunu eserlerinde sıkça vurgulamış, Kur’ân-ı Kerim ile Sünnet-i Seniyyeyi birbirinden ayırmak isteyenlere karşı ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden delilleri ortaya koyarak onlara cevap vermiştir. ’Ey tâlib-i ilm, hadis-i şerif ve Sünnet-i Seniyyeler Kur’an’ı Kerim’in tefsirleri olan vahiy mahsulleridir. İslam dininin iki kaynağı vardır: Onlar da Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyelerdir.’ ’Ey sâdık, su: oksijen ve hidrojen adlı iki elementten oluşur, İslam dini de iki esastan oluşur: Kitab ve Sünnet.’ ’Ey tâlib, insanın varlığı ruh ve tenle birleşerek vücud bulur. İslam Dini de Kur’an ve Sünnet’in birleşmesinden oluşur.’ buyurduğu hikemlerinde bu konuyu veciz biçimde dile getirmiştir.
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in sünnetlerinin kaynağının vahiy olduğunu, dinde delil olma bakımından Kur’an’dan ayrı tutulamayacağını şu sözleriyle ifade etmiştir: ’Ey sâlik, Kitab’daki ayetleri Cebrail (a.s.) getirdi. Kitab’daki hikmetleri (sünnetleri) de Hz. Muhammed (s.a.v) getirdi. Kitab ve Sünnet’in birleşmesinden ’din’ meydana geldi. Her ne kadar mecrâ ikiyse de hakikatte birdir. Çünkü ikisinin de kaynağı vahiydir.’
’Sünnet-i Seniyye ve Rasûl’e İttibâ’ adlı makalesinde Efendi Hazretleri şöyle buyurmaktadır: ’Rasûlullah (s.a.v)’in sünnetlerini hafife almak, inkâr etmek çok tehlikelidir. Hatta küfrü gerektirir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin hayatı bir vahyin neticesidir. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin sünnetlerini kabul etmemek, sünnetlere ’bu sünnet değildir!’ demek, Rasûlullah (s.a.v)’e karşı harp ilan etmek demektir. Zira ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: ’O (Rasul) heva ve hevesinden değil, ancak kendisine vahyedileni konuşur.’
’Âyet-i kerimeye inanmayan kâfir olur, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin hadis-i şeriflerini inkâr eden de, Cenâb-ı Hakk’ın şu âyetiyle karşı karşıya gelir: ’Size rasûl ne getirdi ise onu alın ve sizi nelerden nehy etti ise ondan sakının.’
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’de muhtelif ayet-i kerimelerde geçen ’hikmet’ kavramını da ’Sünnet-i Seniyye’ olarak açıklamıştır. ’Ey sâlik, Allah (c.c) sevdiği kullara hikmeti verir. En çok hikmeti ise en sevdiği kulu Rasûlullah (s.a.v)’e vermiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede Allah Teâla ’Biz sana kitabı ve hikmeti verdik…’ buyuruyor.’ ’Ey sâlik; kelâmda kitab, kitabda hikmet, hikmette sünnetin olduğunu bilesin’ sözleriyle bu hususu dile getirmiştir.
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri özellikle fıkıh kitaplarında mükellefin fiillerini anlatan kısımlarda bulunan ’sünnet’ tarifini de noksan bulmuş, sünnetin ’yapıldığında sevap kazanılan, yapılmadığında ise herhangi bir ceza ve kınamayı gerektirmeyen’ ölçüler olduğu düşüncesine karşı çıkmıştır. Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri’ne göre sünnetleri kendisine düstur edinmeden bir kul Allah’ın rızasına erişemez. ’Ey sâlik, Cenâb-ı Hakk’ın rızası Âlemlerin Fahri Hazreti Muhammed (s.a.v)’e itaattir. Hazreti Muhammed (s.a.v)’in sünnetlerine muhalif davranma ki Hazret-i Allah (c.c)’ın gadabına müstehak olmayasın.’ ’Ey sâlik, Cenab-ı Hakk’ın sevdiği kul ibadetlerini yaparken Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize uyarak, O’nu düşünerek, O’nun yaptığı gibi yapar.’ ’Ey sâdık hâl ve harekâtını Hazret-i Peygamber’e uydur ki, taraf-ı ilâhîden ’Radıyeten Mardıyye’ hitâbına eresin.’ hikemleriyle bu durumu dile getirmiştir.
Büyük bir titizlikle ele aldığı ’Zahirî ve Batınî Edebler’ eserinde de ibadetlerden başlayıp, yeme-içme, hasta ziyareti, uyku adabına varıncaya kadar insanın tüm hallerindeki uyması gereken sünnetleri maddeler halinde, açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymuştur. ’Ey sâlik, bilesin ki her şeyin bir âdab ve erkânı vardır. İslam dininin edebleri de Sünnet-i Seniyyelerdir. Eğer İslam dininde Sünnet-i Seniyyeler yaşanmazsa o zamanda insan yolunu kaybetmiş şaşkına döner’ buyurarak bu edeblerin kaynağının sünnet, sünnetin kaynağının ise vahiy olduğunu, sünnete uyulmadan dinin tam olarak yaşanamayacağını dile getirmiştir.
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri Sünnet-i Seniyyenin tevhid ile olan ayrılmaz bağını da pek çok hikeminde ve eserlerinde ortaya koymuştur. ’Ey sâlik, bilesin ki İslam dini tevhid dinidir. Tevhid dini de şehadeteyn’den ibarettir. Şehadeteyn’in ilki ’Lâ ilahe illallah’tır. İkincisi ise ’Muhammedün Rasûlullah’tır.’ ’Ey âşık, tevhid ilmini bilerek yaşamak iki cihanın saadetidir. Tevhid ilminin kemaline ulaşmadan aşk bulunmaz. Rasûlullah’ın her sünneti Allah’ın aşkına ulaşan yollardır. Rasûlullah’ın sünnetine ittibâ etmeyenler bid’atçılardır.’ ’Tevhid ehli, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bütün sünnetlerini sever. Çünkü Peygamber (s.a.v)’in bir sünneti tevhidin bir yansımasıdır.’
’Sizi nimetleriyle beslediği için Allah’ı seviniz. Allah sevgisiyle beni seviniz ve benim sevgimle de ehl-i beytimi seviniz’ (Tirmizi, Menâkıb, 31) hadis-i şerifinde işaret edildiği gibi tevhidin gereği sünnete bağlılık, sünnete bağlılığın gereği de Ehl-i Beyt’e bağlılıktır. Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri’nin en belirgin vasıflarından biri de ehl-i beyte olan sevgisi ve bağlılığı idi. Eserlerinde bu konuya sıkça yer verdiği gibi, müstakil olarak ’Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar’ adlı eserini kaleme alarak, talebelerini Ehl-i Beyt sevgisiyle yetiştirmeye gayret sarf etmiştir. ’Ey sâlik bilesin ki bizim yolumuz üç esasa bağlıdır. Birici esas, tevhid âkidesinin hakimiyetidir. İkinci esas sünneti seniyyenin yaşanmasıdır. Üçüncü esas ise Ehl-i Beyt sevgisinin yaşanmasıdır’ buyurarak hem yolunun esaslarını veciz biçimde ifade etmiş, hem de tevhid ile Sünnet-i Seniyye ve Ehl-i Beyt sevgisinin ayrılmaz bir bütün olduğunu ortaya koymuştur.
Tasavvufun da tevhidi ikâme yolu olduğunu şu sözleriyle açıklamıştır: ’Tasavvuf ilmi ile tevhid arasındaki ilişki ise tasavvufun insanın bâtıl olan istek ve arzularını, kötü ahlaklarını, Hz. Muhammed (s.a.v)’in ahlakıyla değiştiren, ahlaken tekamül ettirip insanlar sınıfına sokan bir yol olmasıdır.’
Bu yüzden mürşid-i kâmillerin de en belirgin özelliğinin şeriata, sünnet ve edeblere bağlılık olmalıdır. Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri bu hususu şöyle dile getirmiştir: ’Ey sâlik, mürşid-i kâmilin alameti; Hazret-i Muhammed (s.a.v)’in sünnetlerine ittibâdır. Hâl ve hareketleri ile Hazret-i Ahmed’e ittibâ etmeyenler İslam dinini parçalayan eşkıyalardır.’ ’Mürşid olduğunu iddia eden kimsenin gittiği yol, Kur’an ve Sünnet’e uygun olmalıdır. Uygun değilse o mürşide tâbi olunmaz.’
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri en büyük kerametin istikamet (Kitab ve Sünnet’e uymada devamlılık) olduğunu eserlerinde sürekli vurgulamış ve sünnete uymayanlarda görülecek olağanüstü olayların keramet değil, istidrac olduğunu ifade etmiştir. ’Ey mü’min şunu kat’iyetle bil ki; İslam dini, ne ateşe girmek, ne şiş vurmak ne de uçmaktır. İslam, Hz. Muhammed (s.a.v)’in yolu olan farz, vacib, helal, haram ve sünnetlerdir’ ’Ey Sâlik, tasavvuf yolunda olanların hal ve hareketleri sünnet ve sünnetullaha uymaz da, bunların elinde bazı harikalar zuhur ederse, bunlar istidraçtır; sonu ateştir. Sakın bu hallere aldanma!’
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri sünnete uymayan âlimlerin sözlerinden de gerçek madana istifade edilemeyeceğini ifade etmiştir: ’Müslüman kardeşlerim, bilhassa tasavvufta esas alınacak olan, Cenâb-ı Hakk’ın emirleri ve Peygamber Efendimizin sünnetleridir. Diğerlerine kulak asmamalı, diğer sözler insana hayır getirmez. Ancak Allah ve Rasûlullah’ın ve onun çizgisinde olan insanların faydası vardır. Allah’ın ve Rasûlü’nün sözlerine uymayan insanların sözlerinden insan zarar görür, bütün vaktini de boşa harcamış olur.’
Bu asırda tevhidi böylesine yaşayan ve yayan bir Allah dostunu bize ikrâm ettiği için Cenâb-ı Hakk’a ne kadar hamd etsek azdır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.