Özlenen Rehber Dergisi

128.Sayı

Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerde 'Şefaat' - 2.bölüm

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 128. Sayı
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dar-ı bekâya intikalinden sonra farklı fırkalar zuhur etmiş, inanç ve amel konularında sünnet yolundan ayrılmıştır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) ümmetinin böyle bir imtihanla karşılaşacağını ve yetmiş üç fırkaya bölüneceklerini haber vermiştir. İslam inancına dair kader gibi kimi konular henüz Ashab-ı Kiram efendilerimizin döneminde kimisi de onlardan sonraki dönemlerde tartışmaya açılmış ve imanı zayıf kalplerin yer yer inkârına konu olmuştur. Kıyamet gününde gerçekleşeceği sahih hadislerle bildirilen ’Şefaat’ de bunlardan birisidir. Her dönemde olduğu gibi günümüzde de fırâk-ı dâlle’nin mümessilleri bulunmakta ve nice temiz gönülleri inkâr kiriyle karartmayı amaçlamaktadırlar.
Firaset sahibi her mümin, bu vb. tehlikelere karşı hem kendini, hem de sorumluluğunda bulunanları korumakla mükelleftir. Ehl-i Sünnet yoluna bir hizmet olması sadedinde kaleme aldığımız bu makalemizin ilk bölümünü geçen sayımızda yayınladık. Makalemizin ilk bölümü; İslam’da şefaatin varlığı, sözlük ve ıstılahî anlamları, Kur’ân’da ilgili âyetlerde şefaatin hangi anlamlarda zikredildiği, hadis-i şeriflerde şefaatin özellikle kıyamet gününde ne şekilde ve kimler hakkında ortaya çıkacağı konularını ihtiva etmişti.
Bu sayımızda da makalemiz; kimlerin şefaat etme hakkına sahip olacağı, şefaatin keyfiyeti ve bazı tereddütlere yönelik cevaplar, şefaati inkar eden kimselerin itikadî durumlarına dair başlıklarla devam edecektir, Rabbimizin izni, inayet ve nusretiyle….
Bir önceki makalemizde zikrettiğimiz Şefaat türlerinin (şefaatten kimlerin istifade edeceğine dair sayılan kimselerin) hepsi haktır ve gerçektir. Bunların hepsi Allah Rasûlü’nden gelen sahih haberlerle sabittir. Ancak bu şefaatlerin tümü Allah’ın izni olmadan olmayacaktır.
Şefaat Edecekler

Kıyamet gününde, iman ehline şefaat edecek olanları gayet muhtasar bir tasnifle şöyle zikredebiliriz:
Rabbimizin şefaati (affı): Cenâb-ı Hak (c.c.) Cehenneme düşen ehl-i imana şefaat etmeleri için dilediği kullarına izin verecek, onlar:
’Ya Rabbena! Senin bize çıkarmayı emir buyurduklarından (cehennem)de hiç kimse kalmamıştır’ diyecekler. Bunun üzerine Allah Teâlâ sırayla; ’Dönün, kalbinde dinar ağırlığında hayır olan her kimi bulursanız onu çıkarın’ ’Dönün! Kalbinde yarım dinar miktarı hayır olan her kimi bulursanız onu da çıkarın.’ ’Dönün! Kalbinde zerre miktarı hayır olan kimi bulursanız onu da çıkarın’ buyuracak ve onlar da çıkaracaklar… Sonra Allah Azze ve Celle: ’Melekler şefaat etti! Peygamberler şefaat etti! Mü’minler de şefaat etti, Erhamu’r-râhimin (celle ve alâ)’den (başka şefaat edecek) kalmadı’ buyurarak cehennemden bir kabza alacak. (Bununla) cehennemden hiç hayır işlememiş âdeta kömüre dönmüş bir takım insanlar çıkaracak ve onları cennet yolları üzerinde olup, hayat nehri adı verilen bir nehre atacak, o nehirden onlar sel uğrunda biten ot gibi çıkacaklar… (onlara) Cennete girin, (orada) gördüğünüz her şey sizindir.’ buyuracaktır. (Bkz., Müslim, Îmân, 81)
Seyyidü’l-Kâinât Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’nın Şefaati: O ki (s.a.v.) bütün hayır ve güzelliklerin membaı, yaratılmışların en üstünü, Rabbimizin biricik Habibi, hiçbir beşerin kendisini övmekle hakkını takdir edemeyeceği Eşrefü’l-Mürselîn Efendimizdir. Kıyamet gününde peygamberler dahi onun şefaatinden nasip alacaklardır. Şefaatte en ön sıra O’na (s.a.v.) mahsustur. Bu meyanda zikredilen hadis-i şerifleri bu makalemize sığdırmamız mümkün değildir.
Bu delillerden sadece bir kaçıyla iktifa edelim:
’Ben, Cennet(e girme) hususunda insanların ilk şefaat edecek olanıyım. Ve ben, Peygamberler (içerisinde) en çok tabisi olanım.’ (Müslim, Îmân, 85)
’Kıyamet günü olduğu zaman peygamberlerin imamı (önderi), onların hatibi ve şefaatlerinin sahibi olurum. (Bu) bir böbürlenme değildir." (Tirmizî, Menâkıb, 1)
Bütün Peygamberler, Melekler, (Salih) Müminlerin Şefaatleri: İlk madde bu husus için de yeterli bir delildir. (Bkz., Müslim, Îmân, 81)
Kur’ân’ın Şefaati: ’Kur’ân’ı okuyun! Zira muhakkak ki o, ashâbına (yani kendisini okuyanlara) kıyamet günü şefaatçi olarak gelir. Zehrâveyn’i (yani) Bakara ve Âl-i İmrân sûresini okuyun! Zira o ikisi kıyamet günü sanki iki bulut gibi veya sanki iki gölgelik gibi veya sanki (saf tutmuş) kanatlarını açmış iki grup kuş gibi kendilerini okuyanları müdafaa etmek üzere gelirler, Bakara sûresini (manasını düşünerek ve muktezasıyla amel ederek) okuyun! Zira onu okuma(ya devam etme)k berekettir, onu terk etmek ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye tembeller, (batıl işlerle uğraşanlar) güç yetiremezler.’ Muaviye şöyle dedi: ’Bana ulaştı ki (hadiste geçen) batala, sihirbazlardır.’ (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîne ve Kasruhâ, 42)
’Kur’ân’da bir sûre vardır ki (o), otuz âyettir. Bağışlanıncaya kadar kendisini (devamlı) okuyana şefaat eder. (O sûre); ’Tebârake’l-lezî biyedihi’l-mulk’ (yani Mülk sûresi)dir.’ (Ebû Dâvûd, Salât, 327)
’Kur’ân (kıyamet günü şefaat eden ve) şefaati kabul görendir. (Sözü) tasdik edilen bir şahittir. Onu kendisine önder (rehber) kılanı Cennete götürür. Arkasına atanı (önemsemeyeni, ahkamıyla amel etmeyeni) ise Cehenneme sürükler.’ (İbn-i Hibbân, Sahîh, İlm, c.1, s.331, h.no:124)
Oruç’un Şefaati:
’Oruç ve Kur’ân, kıyamet gününde kula şefaat ederler. Oruç: ’Ey Rabbim! Onu gündüz (vakitlerinde) yemekten ve şehvetlerden menettim. Şu halde beni, onun hakkında şefaatçi kıl.’ der. Kur’ân da: ’Onu gece (vakitlerinde) uykudan menettim. Şu halde beni, onun hakkında şefaatçi kıl.’ der.’ (Rasûlullah devamla şöyle buyurdu): ’Bunun üzerine o ikisi (o kimse hakkında) şefaatçi kılınırlar.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned. c.11, s.199. h.no:6626)
Ehl-i Beyt’in (r.anhüm) Şefaati:
’Bizim (yani) Ehl-i Beyt’in sevgisine (sebat ve devamlılık üzere sımsıkı) sarılın. Zira her kim, Allah’ın (huzuruna), bizi sever olduğu halde varırsa, şefaatimizle Cennet’e girer. Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki; bizim hakkımıza riayet etmedikçe, hiçbir kula ameli bir fayda vermez.’ (Taberânî, Evsat, c.1, s.606, h.no:2230)
Salâvât-ı Şerife’nin Şefaati: ’Cuma günü ve Cuma gecesi bana çokça salavat getirin. Her kim bunu yaparsa kıyamet günü onun lehinde şahit ya da şefaatçi olurum.’ (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Fadlu’s-Salâti Ale’n-Nebiyyi Leylete’l-Cumuati…, c.3, s.110, h.no:3033)
Hacerü’l-Esvedin Şefaati: ’Bu taşı (yani Hacer-i Esved’i) hayırla şahit tutun. Zira o kıyamet günü şefaat edici bir şefaatçidir. Onun bir dili ve iki dudağı vardır. Kendisini istilam edene şahitlik eder.’ (Taberânî ,Evsat, c.2, s.188, h.no:2971)
Hz. Osman (r.a.)’ın Şefaati: ’Osmân b. Affân, kıyamet günü Rabîa ve Mudar (kabilelerinin fertleri) kadar (kimseye) şefaat eder.’ (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’-Rakâiku Ve’l-Vera’u, 12)
Şehitlerin Şefaati: "Şehit, ailesinden yetmiş (kişiy)e (şefaat eder de) şefaati kabul edilir.’ (Ebû Dâvûd, Cihâd, 28)
’Şehit, kanının ilk fışkıran (damlasıyla) birlikte bağışlanır ve iki huriyle evlendirilir. Ailesinden yetmiş (kişi) hakkında şefaati kabul edilir. Nöbet bekleyen, nöbetinde ölürse Allah, amelinin ecrini kıyamete kadar onun için yazar. Sabah akşam kendisine rızkı getirilir ve yetmiş huriyle evlendirilir. Ve kendisine: ’Dur! Hesap bitinceye kadar şefaat et!’ denilir.’ (Taberânî, Evsat, c.3, s.326, h.no:3299)
Seçkin Bir Kulun Şefaati: ’Muhakkak ki ümmetimden, kabilelere şefaat edecekler vardır. Yine onlardan, (bir) kabile (kadar insan)a şefaat edecekler vardır. Yine onlardan, (bir) grup (kadar insan)a şefaat edecekler vardır. Ve yine onlardan, bir kişiye şefaat edecekler vardır. Nihayet (şefaat edilenler veya tüm ümmet-i Muhammed) Cennete girerler.’ (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’-Rakâiku Ve’l-Vera’u, 12)
Şefaatin Keyfiyeti ve Bazı Tereddütlere Cevaplar:
Mahşer gününün o dehşetli vaktinde, her mümin, Allah’a inanıp O’nun yoluna baş koyma nimeti olan ’iman’ının ve bu imana medar olan sevgisi ve itaatinin kuvveti ölçüsünce bir hükümle karşılanacaktır. Bu büyük buluşmada imansızlar sonsuz bir hüsranla karşılaşacak iken, ehl-i iman da Allah (c.c.) indindeki durumuna göre bir karşılık bulacaktır. Sahih hadislerde zikredildiği üzere; kıyamet günü korkudan emin kılınanlar, hesapsız cennete girecek ve sırattan göz kırpacak kadar az bir zamanda, şimşek gibi, rüzgâr gibi, kuş gibi, iyi cins at ve deve gibi hızla geçen bahtiyar kullar çoğunlukta olmayacaktır. Yani iman ehli olduğu halde sûî amellerinden ötürü muaheze edilecek ve şefaate muhtaç olacak olanlar ise çoğunlukta olacaktır. İşte bu nedenle şefaat, bazı inkârcıların sandığı ve inkârlarına sebep olduğu gibi ’dünyada ne işlersen işle, hangi kötülüğü yaparsan yap, ahirette Peygamber Efendimiz (s.a.v.) nasıl olsa şefaat edecek ve kurtulacağız. Cennetin en yükseklerine çıkamasak da aşağıları da yeter’ ’cehennemde biraz yansak da orada nasıl olsa sürekli kalmayacakmışız’ ’Allah’ın affı geniştir, bunca şefaat sahibinden elbet birisine nail oluruz’ ’oğlum-kızım hafız oldular, onların şefaati var’ gibi bir anlayış şeytanî bir iğvanın ürünüdür. Öncelikle bilmek gerekir ki;
- Ehl-i Sünnet yolunun şefaat inancı böyle değildir. Bu anlayış yanlıştır.
- Allah (c.c.) müsaade buyurmadan şefaate ermek mümkün değildir.
- Şefaate erenlerin kâhir ekseriyeti cehenneme uğrayan iman ehlinedir.

Bu son madde üzülerek ifade etmek gerekirse yeterince idrak edilememektedir. Diğer bir ifade ile Allah’ın azap evi olan Cehennem hafife alınmaktadır. Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimiz oradaki azabın şiddetinden bahsedince o her biri cennet namzedi ashabı gözyaşlarına boğulur, sabahlara dek gözlerine uyku girmezdi, ancak imanı zayıflayan kimseler Cenneti nasıl umacaklarını bilemeyip tembelliğe düştükleri gibi Cehennem’den de hakkıyla sakınmamaktadırlar. Hâlbuki Cehennemin kokusu bile beş yüz yıllık mesafeden insanı zehirleyecek kadar çetindir. Ateşinin en hafifi beyinleri kaynatır. Bağırsakları karından dışarı fırlatır. Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayete göre; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’(Dünyada kullandığınız) ateşiniz, Cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır.’ ’Yâ Rasûlallâh! Muhakkak ki (dünya ateşi azap için) elbette yeter idi!’ denildi. (Rasûlullah): ’(Cehennem ateşi, dünya ateş)leri üzerine altmış dokuz derece artırıldı. Onların her biri (dünya ateşi)¬nin sıcaklığı kadardır.’ buyurdu. (Buhârî, Bed’u’l-Halk, 27)
Şefaate erenler hiç azap görmeyecek mi?

Hadis-i şeriflerde bildirildiği üzere şefaatle hiç azap görmeden doğrudan cennete girecekler olacaktır. Ancak bunların sayıları gayet azdır. Nihayet şefaate ereceklerin çoğu Cehennem’de azap gören iman ehlinden olacaktır.
’Nasıl olsa şefaat var’ deyip dilediğince yaşamak uygun mu?
Hiçbir mümin böyle bir zanna dayanarak salih ameli terk edemez, etmemiştir de. Zira Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Âdem (a.s.)’dan kıyamete kadar gelecek insanlar içinde en çok sevdiği, Cennet hanımlarının Seyyidesi olduğunu müjdelediği münevver kızı Hz. Fatıma’ya bile: ’Ey Muhammed’in kızı Fâtıma! Malımdan dilediğin şeyi iste (vereyim, fakat) Allah’ın azabın¬dan hiçbir şeyi senden def edemem" (Bkz., Buhârî, Vesâyâ, 11) ihtarında bulunmuşken gayri kim emin olabilir, atalet içinde ümit ile ömür geçirir.
Bir gün Sahabe’den Rebîa bin Ka’b el-Eslemî (r.a.) Rasûlullah’den kendisine şefaat etmesini talep etmişti de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine şöyle cevap vermişti: ’Öyleyse çok secde yaparak bana yardımcı ol.’ (Bkz., Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.25, s.479, h.no:16076)
Şefaati İnkâr Edenlerin İtikâdî Açıdan Durumları:
Cenâb-ı Hakk Azîmü’ş-Şân Kur’ân-ı Mecid’inde ’Allah dilediğini bağışlar’ buyurmuştur.
Ehl-i Sünnet inancı, Allah’ın (c.c.) vasıtasız affedebileceğini mümkün görür. Allah (c.c.) dilediğini affeder. Dilediğine azap eder. Şu halde peygamberleri ve salih kullarının vasıtasıyla affetmesi ise evleviyetle mümkündür.
İmam Âzam (rh.a.) ’El-Vasiyye’ adlı kitabında şöyle diyor: ’Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın şefaati, büyük günah islemiş olsa da Cennet ehlinden olan herkese haktır.’ Bu sözlerin zahiri anlamı şudur: Bu şefaat; bu ümmetin yalnız büyük günah işleyenlerine mahsus değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şefaati bütün ümmetlerden gam ve kederi, sıkıntıları giderir. O (s.a.v.) rahmet peygamberidir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çeşitli şekillerde şefaat edeceği, rivayetlerle sabit olmuştur.
Mâturîdî mezhebinin imamı Ebû Mansur el-Maturîdî (rh.a.), şefaatin Kur’ân ve hadîslerle sabit ve hakkında açık delillerin olduğu bir konu olduğunu belirtir. Eş’arî kelâmcısı olan Taftazanî de, şefaatle ilgili hadîslerin mânen mütevatir olduğunu zikretmiş , Maturîdî kelâmcılardan Nureddin es-Sabunî ise, şefaat konusundaki hadîslerin ’tevatüre yakın, en azından şöhret derecesinde bulunduğuna, haber-i meşhuru inkâr etmenin ise bid’at olduğuna dikkat çekmiştir. Bid’at, Rasûlullah’ın (s.a.v.) izinden ayrılma, dini bozma ve sapıklık demektir.
Kısacası Ehl-i Sünnet inancına göre, şefaati inkâr edenlere ehl-i kıble oldukları için ’kâfir’ denmez; ancak Ehl-i Sünnet yolundan ayrılmışlar, sapıklığı sürüklenmişler ve ahirette şefaate kavuşamayacaklardır. Zira Efendimiz (s.a.v.)’in şefaati kâfirler, müşrikler ve şefaati inkâr edenlere erişmeyecektir.
Bir önceki sayımızda da bahse konu ettiğimiz üzere şefaati idrak edemeyip inkâr etme bedbahtlığına düşenler, Sünnet-i Rasûlullah’tan ve Hadis-i Rasûlullah’tan teberri edenlerdir. Bu itikadi hastalığın ahirette karşılığı hüsran, dünyada tedavisi ise Rasûlullah Efendimizin mübarek hadisleri varken kendi aklınca Kur’ân’ı anlamlandırmaya kalkmamaktır. Aşağıda zikredeceğimiz Buharî rivayeti hem hastalığı hem de şifasını çok açık bir şekilde göstermektedir:
Talk b. Hubeyb’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: İnsanlar (içerisinde) şe¬faati yalanlayanların en şiddetlisi idim. Nihayet (şefaat hakkında) Câbir (r.a.)’a sordum. (Câbir): ’Ey Tuleyk! Nebi (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’(Günahkâr mü’minler, Cehennem’e) girdikten sonra (şefaat sayesinde Cehennem) ateş(in)den çıkarlar.’ Biz de senin okuduğunu (yani Kur’an’ı) okuyoruz (ve fakat şefaati inkâr etmiyoruz).’ dedi. (Buhârî, el-Edebu’l-Müfred, c.2, s.439, h.no:818)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.