Özlenen Rehber Dergisi

147.Sayı

Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat

Mesut AÇIKGÖZ Özlenen Rehber Dergisi 147. Sayı
Allah Teâlâ’ya hamd olsun. Rasûlullah’a salat ve selam olsun. O’nun temiz Ehlibeyti’ne ve adil, sadık Ashabı’nın hepsine hayır dualar olsun.
İslam dininin inançlarını, emirlerini ve yasaklarını doğru olarak bildiren kitapları yazan İslam âlimlerine ’Ehl-i Sünnet’ denir. Buna karşılık, yalnız kendi zevklerini düşünen, kısa görüşlü kimseler ve mevki ve para karşılığında satılmış olan ahmaklar her zaman İslam’ın faydalı ve feyizli yoluna saldırmış, Ehl-i Sünnet âlimlerini lekelemeğe, İslam dinini değiştirmeğe, Müslümanları aldatmaya uğraşmışlardır.
Ehl-i Sünnet âlimleri, bütün bilgilerini Ashâb-ı Kiram’dan öğrenmişlerdir. Ashâb-ı Kiram da Rasûlullah (s.a.v.)’den almıştır. Ashâb-ı Kiram, İslam’ı tebliğ edip yaymak için uzak memleketlere dağıldılar. Bunun için kitap yazmaya vakit bulamadılar. İki yüz seneden sonra gelen âlimler arasında, din bilgilerine kendi görüşlerini, zamanlarındaki fen bilgilerini ve eski filozofların sözlerini karıştıranlar oldu. Böylece yetmiş iki bozuk, bidat fırkası meydana geldi. Bunların zuhur etmesinde elbette ki Yahudi ve Hıristiyanların, sonraki devirlerde de İngilizlerin büyük tesiri olmuştur.

Müslümanlar iki kısımdır:
Müslümanlar iki kısımdır.
1- Havas yani nefsini terbiye etmiş din âlimleri
2- Avam yani İslâm’ı bilmeyen cahiller.
Dürr-i Yektâ’da diyor ki: ’Avam, sarf, nahv ve edebiyat ilimlerinin usullerini, kaidelerini bilmeyen kimselerdir. Bunlar fıkıh ve fetva kitaplarını anlayamaz. Bunların iman ve ibadet bilgilerini âlimlerden sorup öğrenmeleri farzdır. Âlimlerin de vaazları ve yazıları ile önce iman, sonra dinin temeli olan beş ibadeti onlara öğretmeleri farzdır.’
Zahîre ve Tatarhaniyye kitaplarında; imanın şartlarını ve Ehl-i Sünnet itikadını öğretmenin her şeyden evvel lazım olduğunu bildirmektedir.

Ehl-i Sünnet ve diğer bidat fırkaları:
Hulefa-i Râşidîn zamanı otuz sene idi. Bu otuz sene Peygamberimiz (s.a.v.)’in zamanı gibi güzel geçti. Dört halifeden ve Hz. Hasan’dan sonra Ehl-i İslam arasında bidatler ve yanlış yollar meydana çıkarak nice kimseler doğru yoldan ayrıldı. Yalnız Ashâb-ı Kiram gibi iman edenler ve şeriata onlar gibi tabi olanlar kurtuldu ki, bunların yoluna ’Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’ fırkası denir. Doğru yol yalnız budur. Peygamber (s.a.v.) efendimizin ve Ashâb-ı Kiram’ın gittiği doğru yol Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldur.
Zamanla yanlış fırkalar, yollar unutulmuştur. Ne var ki günümüzde bu unutulan bidat fırkalarının yanlış görüşleri tekrar canlandırılmak, saf Müslümanlar arasında yayılmak istenmektedir.
Bugün Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaate uymayan ve varlığını devam ettiren en büyük fırka; Yahudi Abdullah b. Sebe’nin kurduğu Şiî fırkasıdır. Şiîler, ’Hilafet Hz. Ali’nin hakkı iken Ebû Bekir ve Ömer zorla onun hakkını aldı’ diyen, Ashâb-ı Kiram’ı kötüleyen, (haşa) onlara sövüp sayan, lanet okuyan dalalete düşmüş kimselerdir.

Ehl-i Sünnet fırkası kimlerdir:
Ehl-i Sünnet fırkası, amel ve ibadet bakımından dört mezhebe ayrılmıştır.
1- Hanefî Mezhebi: İmam-ı A’zam Ebû Hanife Nu’mân b. Sabit (rh.a.)’in mezhebidir. Hicrî 80 yılında doğmuş 150 senesinde vefat etmiştir.
’Hanîfe’; ’Hak dine meyleden kişi’ anlamına gelen ’Hanîf’ kelimesinin müennes halidir. ’Hanife’ adında bir kızının olduğu, bu yüzden ’Hanife’nin babası’ anlamında Ebû Hanife diye anıldığı söylense de Onun Hammad’tan başka çocuğunun olmadığı kesindir. Bu yüzden künyenin birinci seçenekle irtibatlı olması güçlü bir ihtimaldir.
2- Şafiî Mezhebi: İmâm-ı Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (rh.a.)’in mezhebidir. İmamın dedesinin dedesi olan ’Şafiî’ hazretleri Ashâb-ı Kiram’dan olduğu için kendisine ve mezhebine ’Şafiî’ denildi.
3- Mâlikî Mezhebi: İmam-ı Mâlik b. Enes (rh.a.)’in mezhebidir.
4- Hanbelî Mezhebi: Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’in mezhebidir.
Bu dört mezhep, itikat bakımından birbirinden ayrı değildirler. Hepsi Ehl-i Sünnet fırkasında olup inançlarının temeli birdir. İslam milletinde bu dört imam; büyük, herkesçe kabul edilmiş, inanılır müçtehitlerdir. Yalnız amel bakımından bazı noktalarda ayrılmışlardır.
Birçok hadiste en hayırlı neslin; Sahâbe, Tâbiîn ve onlara tabi olan Tebeu’t-Tâbiîn nesilleri olduğu, bunlardan sonra yalanın artacağı, güvenin kalmayacağı, yalancı, dalalet ehli din adamlarının çoğalacağı bildirilmektedir. Bunun için Ehl-i Sünnet olan her Müslüman’ın bu dört mezhepten birini seçerek taklit etmesi lazımdır. Yani bu mezhebin ilmihal kitabını okuyup öğrenmesi, imanını ve bütün işlerini buna uydurması lazımdır. Dört mezhepten birini taklit etmeyen kimse Ehl-i Sünnet olamaz. Buna ’Mezhepsiz’ denir. Mezhepsiz kimse ya yetmiş iki bozuk fırkadan birindedir. Yahut kâfir olmuştur. (el-Bahr, Fetâvâ-i Hindiye, Tahtavî, İbn-i Âbidîn)

Beşinci mezhep yoktur:
Beşinci mezhep diye bir şey yoktur. Bu dört mezhebe uymayanlar, kim olursa olsun beşinci mezhep sayılmazlar. Son günlerde Caferîliğin beşinci mezhep olduğu yalanı ortaya atılmıştır. Böyle bir şey mümkün ve doğru değildir. Caferilikle Şiîlik aynı şeydir. Şiîler esas kimliklerini gizleyip yayılabilmek için kendilerini Caferî addediyorlar. Tıpkı Vahhâbîlerin kendilerine Selefî ismini taktıkları gibi. Şiîlerin Peygamberimizin torunu Cafer-i Sadık’la bir ilgileri olmadığı gibi Vahhâbîlerin de Selefîlikle alakası yoktur.

Niçin dört mezhep:
Mezheplerin bir olmayıp dört olması, ümmet-i Muhammed için büyük bir kolaylıktır. Herkes bulunduğu bölgeye ve meşrebe en uygun olan mezhebe tabi olur ve istikametini muhafaza eder. Bir mezhepten çıkıp başkasına girmek caiz ise de yenisini öğrenmek için senelerce çalışmak lazım olur ve eski mezhebini öğrenmek için yaptığı çalışmalar boşuna gitmiş olur. Hem de eski bilgiler ile yenisini karıştırarak birçok işleri yapmakta şaşırabilir. Bir mezhebi beğenmeyerek ondan çıkmak caiz olmaz. Çünkü Selef-i Sâlihîn’i cahil saymak, beğenmemek caiz değildir.
Herhangi bir mezhebe tabi olmayan ve kendilerini müçtehit yerine koyan bazı kimseler ve bunların kitaplarını okuyarak aldananlar, ’mezhepleri birleştirmeli’ diyorlar. ’Dört mezhebin kolay taraflarını seçip toplamalı, İslamiyet’i kolaylaştırmalı’ diyorlar. Kısa akılları ve noksan bilgileri ile bu fikri savunuyorlar. Akıllı olan kimse bin seneden beri gelmiş olan İslam âlimlerinin sözbirliği ile övdükleri Ehl-i Sünnet mezhebine mi uyar? Yoksa yüz seneden beri türemiş olan kültürlü, ilerici (!) din cahillerine mi inanır?
Cehenneme gidecekleri hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan yetmiş iki fırkanın ileri gelenleri her zaman Ehl-i Sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Bu mübarek Müslümanları lekelemeğe yeltenmişler ise de kendilerine âyet-i kerimelerle ve hadisi şeriflerle cevap verilerek rezil edilmişlerdir. Ehl-i Sünnet’e karşı ilim ile başarı sağlayamayacaklarını görünce eşkıyalığa, zorbalığa başlamışlar, her asırda binlerce Müslüman kanı dökülmesine sebep olmuşlardır. Ehl-i Sünnet’in dört mezhebinde bulunan hakiki Müslümanlar ise hep birbirlerini sevmişler, kardeş olarak yaşamışlardır.

İngilizlerin İslâm düşmanlığı:
İslam düşmanları ta ilk asırdan beri İslamiyet’i yok etmek için çalışıyorlardı. Şimdi ise masonlar, komünistler, Yahudiler, Hıristiyanlar çeşitli planlarla saldırıyorlar. İslâm’a karşı birçok saldırıların öncülüğünü İngilizler yapmıştır. Dünyanın en büyük iki İslam devleti olan ve Ehl-i Sünnet’in bekçisi olan Hindistan’daki Gürganiyye (Babürlüler) ve üç kıta üzerine yayılmış Osmanlı İslam devletlerini yıktı. İslam’ın değerli kitaplarını yok etti. İkinci cihan harbinde komünistler yok olmak üzere iken bunların kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebep oldu. Müslümanların mukaddes toprakları olan Filistin’de Yahudi devletinin kurulması için çalışan Siyonizm teşkilatını İngiliz başvekillerinden James Balfour 1917’de meydana getirdi. İngiliz hükümeti bu işi senelerce destekleyip 1947’de İsrail devletinin kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükümeti Arabistan yarım adasını Osmanlılardan alıp Suûd oğullarına teslim ederek, 1932’de bozuk itikatlı ’Suud Vahhabî’ devletinin kurulmasını sağladı. Böylece İslamiyet’e en büyük darbeyi vurdu.

Rasûlullah (s.a.v.) üç vazifesi:
Abdülhakim Arvasî (rh.a.) diyor ki: ’Rasûlullah (s.a.v.)’in üç türlü vazifesi vardı.
Birincisi; Kur’an hükümlerini, fıkhî ve itikadî hükümleri insanlara tebliğ etmek.
İkincisi; Kur’an’ın manevi hükümlerini, Allah’ın zatına ve sıfatlarına ait bilgileri ümmetinden has kimselere tebliğ etmek. Mezhepsizler bu vazifeye inanmıyorlar. Hâlbuki Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: ’Rasûlullah (s.a.v.)’den iki kap (yani iki çeşit) ilim belledim. Onlardan birine gelince; onu yaydım. Diğerine gelince, şayet onu yaysam, şu boğaz kesilir.’ (Buhârî, İlm, 42)
Üçüncüsü; fıkhî hükümleri vaaz ve nasihat ile yapmayan Müslümanlara kuvvet kullanarak zor ile yaptırmaktır.
Rasûlullah (s.a.v.)’den sonra dört halife ve Hz. Hasan (r.anhüm) bu üç vazifeyi tam olarak başardı. Onların ardından fitneler, bidatler çoğaldı. Sahâbe-i Kiram azaldı. Bu üç vazifeyi bir kişi yapamaz oldu. Dolayısıyla birinci vazifede itikadî hükümleri bildirenlere ’Mütekellimîn’, fıkhî hükümleri bildirenlere ’Fukaha’ denildi. İkinci vazife Ehlibeyt’in on iki imamına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Cüneyd-i Bağdadî ve Sırriyyu’s-Sekatî bunlardandır. Ehl-i Sünnet âlimleri Rasûlullah (s.a.v.)’in bu ikinci vazifesini o iki imamdan öğrenerek tasavvuf ilmini meydana getirdiler. On iki imama Şiîler sahip çıkıyorlar. Hâlbuki onlar, Ehl-i Sünnet’in imamlarıdır. Ehlibeyt’i seven ve on iki imamın yolunda olanlar ancak Ehl-i Sünnet’tir. İslam âlimi olabilmek için Rasûlullah’ın bu iki vazifesine de varis olmak lazımdır.
Üçüncü vazife dinin hükümlerini kuvvet ile yaptırma işi sultanlara kaldı.
Birinci sınıfın kısımlarına ’Mezhep’, ikincisinin kısımlarına ’Tarikat’, üçüncüsüne de ’Kanun’ denildi.

İtikâdi mezhepler:
İman ile ilgili ahkâmı bildiren mezheplere ’İtikadî mezhep’ denir.
İtikadî mezheplerinin yetmiş üçe ayrılacağını, bunlardan yalnız birinin doğru ötekilerinin bozuk olacağını, Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermişti. Öyle de oldu. Doğru yolda olduğu müjdelenen fırkaya ’Fırka-i Naciye’ yani ’Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’ mezhebi denir. Yanlış oldukları bildirilen yetmiş iki fırkaya ise ’Bidat fırkaları’ yani dalalete düşmüş denir.
Bunlardan ehl-i kıble olup Kâbe’ye yönelerek namazlarını kılanlara kâfir denmez. Fakat bu yetmiş iki fırkadan birinde olan kimse ’kader ve kaza’ gibi Kur’ân’da veya Hadislerde açıkça bildirilmiş ve Müslümanların icma ettiği, inanılması gereken bilgilerden birine inanmazsa kâfir olur.
Bugün hak yolda olan itikadî mezhep ikidir.
Birincisi; Ebû Mansur Muhammed el-Mâturîdî’nin Ebû Hanife (rh.a.)’in itikadî görüşlerini sistemleştirmek suretiyle oluşturduğu Mâturîdî mezhebidir.
İkincisi ise; Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’nin öncülüğünü yaptığı Eş’arî mezhebidir.
Bu iki hak mezhep temelde Selef-i Sâlihîn’e yani Sahâbe, Tâbiîn ve Tebeu’t-Tâbiîn’e dayanır. Bu iki mezhep usulde bir olmakla birlikte bazı teferruata dair meselelerde ayrılırlar. Çoğu ihtilafları dahi lâfzîdir.
Rabbim bizleri onların yolundan ayırmasın!

Faydalanılan Eser:
Ahmed Cevdet Paşa, Fâideli Bilgiler, Hakikat Kitabevi, İstanbul, 2014.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.