Özlenen Rehber Dergisi

147.Sayı

İslâm'da Zikir ve Semâ

Allah Teâlâ’nın:
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ
’Onlar ki, ayaktayken, otururken ve yanları üzere bulunurken Allah’ı zikrederler.’ (Âl-i İmrân, 3/191) buyurduğu âyet-i celilenin tefsirinde meşhur allame Âlûsî şöyle demektedir:

’İbn-i Ömer (r.nahümâ), Urve b. Zubeyr ve bir topluluktan (r.anhüm) anlatıldığına göre; muhakkak ki onlar, bayram günü musallaya çıktılar ve (oturarak) Allah Teâlâ’yı zikretmeye başladılar. Onların bazısı: ’Allah Teâlâ: ’Ayaktayken ve otururken Allah’ı zikrederler.’ (Âl-i İmrân, 3/191) buyurmadı mı?’ dedi. Bunun üzerine (onlar), Allah Teâlâ’yı ayakları üzere zikretmek üzere kalktılar.’1 Muhakkak ki onların bununla (yani oturarak ve ayakta zikretmekle) muradı…, âyete uyma nevinden bereketlenmektir. (Âlûsî, Tefsîru Rûhu’l-Meânî Fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm Ve’s-Seb’i’l-Mesânî, c.4, s.158, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut; Ebu’s-Suûd, Tefsîru Ebi’s-Suûd el-Müsemmâ İrşâdu’l-Akli’s-Selîm İlâ Mezâye’l-Kur’âni’l-Kerîm, c.2, s.129, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut)
أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ -رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا- أَخْبَرَهُ أَنَّ رَفْعَ الصَّوْتِ بِالذِّكْرِ ح۪ينَ يَنْصَرِفُ النَّاسُ مِنَ الْمَكْتُوبَةِ كَانَ عَلٰى عَهْدِ النَّبِىِّ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-. وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: كُنْتُ أَعْلَمُ إِذَا انْصَرَفُوا بِذٰلِكَ إِذَا سَمِعْتُهُ.
İbn-i Abbâs (r.anhümâ) haber verdi ki; insanlar farz (na­mazı bitirip on)dan ayrıldıkları zaman zikirle sesi yükseltmek (yani yüksek sesle zikretmek), Nebi (s.a.v.)’in döneminde var idi. İbn-i Abbâs: ’(Ben) bu (zikr)i işittiğim zaman, bununla (yani zikir seslerinin yükselmesiy)le onların (namazdan) ayrıldıklarını bilirdim.’ demiştir. (Buhârî, Ezân, 155)
عَنْ يَعْلَى بْنِ شَدَّادٍ قَالَ: حَدَّثَن۪ي أَب۪ي شَدَّادُ بْنُ أَوْسٍ، وَعُبَادَةُ بْنُ الصَّامِتِ حَاضِرٌ يُصَدِّقُهُ قَالَ: كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- فَقَالَ: ’هَلْ ف۪يكُمْ غَر۪يبٌ؟’ يَعْن۪ي أَهْلَ الْكِتَابِ. فَقُلْنَا: لَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ. فَأَمَرَ بِغَلْقِ الْبَابِ، وَقَالَ: ’ارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ وَقُولُوا: لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ’ فَرَفَعْنَا أَيْدِيَنَا سَاعَةً، ثُمَّ وَضَعَ رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- يَدَهُ، ثُمَّ قَالَ: ’الْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَللّٰهُمَّ بَعَثْتَن۪ي بِهٰذِهِ الْكَلِمَةِ، وَأَمَرْتَن۪ي بِهَا، وَوَعَدْتَن۪ي عَلَيْهَا الْجَنَّةَ، وَإِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ’ ثُمَّ قَالَ: ’أَبْشِرُوا، فَإِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ غَفَرَ لَكُمْ’
Ya’lâ b. Şeddâd’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Babam Şeddâd b. Evs bana anlattı -ki Ubâde b. Sâmit de (orada) hazır olup onu tasdik ediyordu- (ve şöyle) dedi: (Biz, bir defasında) Nebi (s.a.v.)’in yanında idik. Ehlikitabı kast ederek: ’İçinizde yabancı var mıdır?’ buyurdu. (Biz): ’Hayır (yoktur) yâ Rasûlallah!’ dedik. Bunun üzerine kapının kapatılmasını emretti ve: ’Ellerinizi kaldırın ve: ’Lâ ilâhe illallâh’ deyin.’ buyurdu. Akabinde (biz) bir müddet ellerimizi kaldırdık (ve Allah’ı zikrettik). Sonra Rasûlullah (s.a.v.) elini indirdi. Sonra: ’Hamd Allah’a mahsustur! Allah’ım! Beni bu sözle (yani kelime-i tevhid’le) gönderdin, bana onu emrettin ve bana onun karşılığında cenneti vaat ettin. Muhakkak ki Sen, vaad(in)den dönmezsin.’ buyurdu. Sonra: ’Müjde olsun size! Zira şüphesiz ki Allah Azze ve Celle sizi bağışladı.’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.28, s.348, h.no:17121, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997)

Âyet ve hadislerin ışığında yapılan bu zikirler bazen hafi olarak ve oturarak, cemaatle halka oluşturarak çeşitli esma ile yapılır. Bu çeşit zikirlere ’hatm-i esmâ, hatm-i tevhîd ve hatm-i şerifler’ denir.
Bazen de cehrî (sesli) olarak, yine halka oluşturarak ayakta iken Cenâb-ı Hakk’ın:
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَا
’En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na, bu (güzel isimler)le dua edin…’ (el-A’râf, 7/180) emrine uyarak ve sallanarak yapılan semâ ve devranlardır. Nefislerini tezkiye için cehrî zikri ihtiyar edenler, bu yolu esas almışlardır.
Abdulkadir Geylânî (k.s.), Ahmed er-Rufâî (k.s.), Ebû Hasan Şâzelî (k.s.), Ahmed Yesevî (k.s.), Hacı Bektâş-ı Velî (k.s.), Şabân-ı Velî (k.s.), Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.), Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s.), Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (k.s.) gibi zatlar, hem hafî, hem de cehrî yolu esas almışlardır. Bunlar ve daha nice nice zatlar semâ ve raks ederek nefislerini terbiye ve tezkiye etmişlerdir. Bu zat-ı muhteremler, milyonlarca insana İslam’ı tebliğ ederek irşat etmişlerdir. Bu zatların vefatlarından sonra asırlar geçmesine rağmen, her yıl yüzlerce kâfir bu zatların vasıtasıyla imanla müşerref olmaktadır. Bunlar gözümüzün önünde cereyan eden hadiselerdir.
Güneşten de açık ve parlak olan bu gerçekleri göremeyen, kendilerini ulema sayan ve kendilerine mürşid-i kâmil süsü veren, baba veya kayınbaba mirasına konan icazetsiz sahte müteşeyyihler, kin ve hasetlerinden okuduklarını anlamayan ve kendilerini âlim sanan cahiller, apaçık nasları bile anlamaktan aciz ve kendi keyiflerine göre tevil ederek dalalete düşen ve kendilerine tabi olan pak ve masum insanları da aynı karanlığa sürükleyen insanlar, Allah’ın ve Rasûlullah’ın helal kıldığına haram diyerek küfre düştüklerini bilmiyorlar mı?
Cenâb-ı Hak bu şekilde hareket edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ
’Dillerinizin yalan yere vasıflandırdığı şeyler hakkında: ’Bu helâldir, şu haramdır!’ demeyin. Yoksa Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz! Şüphesiz ki Allah’a karşı yalan uyduranlar, felaha kavuşamaz (umduğuna nail, korktuğundan da emin olamaz)lar.’ (en-Nahl, 16/116)
Ve’s-selâmu alâ meni’t-tebea’l-Hüdâ.

(Endnotes)
1 Âlûsî, Tefsîru Rûhu’l-Meânî Fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm Ve’s-Seb’i’l-Mesânî, c.4, s.158, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut; Zemahşerî, el-Keşşâfu An Hakâiki Ğavâmidı’t-Tenzîli Ve Uyûni’l-Ekâvîli Fî Vucûhi’t-Te’vîl, c.1, s.676, Mektebetu’l-Ubeykân, Riyad, 1998; Ebu’s-Suûd, Tefsîru Ebi’s-Suûd el-Müsemmâ İrşâdu’l-Akli’s-Selîm İlâ Mezâye’l-Kur’âni’l-Kerîm, c.2, s.129, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.