Özlenen Rehber Dergisi

152.Sayı

İslâm'da Zikir ve Rabıta - Râbıta Yolları

İmâm-ı Rabbânî (k.s.), Mektûbât’ında der ki: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e ve dünyasını değiştiren mürşid-i kâmillere, ancak fena ve beka sırlarına kavuşan, yani en az fenâ fi’ş-şeyh olan zevat-ı kiramlar rabıta yapabilirler.1
Mürşitleri ölen kişilerden fena ve beka sırlarına vakıf olmayanlar yeniden hayatta olan bir mürşide intisap etmelidirler. Çünkü mürşit ölünce irşat görevi biter. Geride kalan salikleri ise hayatta olan mürşid-i kâmiller terbiye ederler.2 Vefat eden mürşitlerden feyiz gelse de çok az olur. Hayattaki mürşitler daha etkili ve üstündürler. Eğer öyle olmamış olsaydı, Sahabe Rasûlullah (s.a.v.)’e rabıta yapar, böylece Rasûlullah da (s.a.v.) onları idare ederdi, ama Sahabe öyle yapmadı. Rasûlullah’tan (s.a.v.) sonra, Hz. Ebû Bekir’i halife seçtiler. Hz. Ebû Bekir de din ve dünya işlerini intizamlı bir şekilde yürüterek ve onlara yol göstererek yardımcı oldu.
İbn-i Ömer (r.anhümâ)’dan Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِىَ اللّٰهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ ف۪ى عُنُقِه۪ بَيْعَةٌ مَاتَ م۪يتَةً جَاهِلِيَّةً
’Her kim eli(ni) itaatten çıkarırsa kıyamet günü Allah’a, (itaatsizliğinde) hiç bir hüc­ceti olmadığı halde kavuşur. Her kim de boynunda bir biat olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur.’3
Biat hayatta olan kişiye yapılır. Yoksa ölülere olan biat geçerli değildir. Sahabîlerin hepsi de Hz. Ebû Bekir halife seçilince gelip biat etmişlerdir.
Bir cemaatin mürşidi vefat etmeden önce cemaatinden birilerine yazılı icazet vermemiş ise o cemaatte fenâ ve bekâ sırlarına kavuşanlar hariç, diğerlerinin başka bir mürşid-i kâmile bağlanmaları şarttır. Çünkü o mürşitten terbiye etme yetkisi alınmıştır. Eğer başka bir mürşid-i kâmile bağlanmazlar ise içinde bulundukları manevi feyiz ve hal gittikçe azalır ve sonunda yok olur. Onlar da avam-halk gibi hareket etmeye başlarlar. Misal verilecek olursa ağaçtan kopan dallar bir süre yeşillik ve canlılıklarını devam ettirirler. Gün geçtikçe kurur ve sonunda odun olurlar. Gönül bahçesinin canlı ve yeşil tutmak için devamlı ilahi feyiz ile sulanması gerekmektedir.
Şer-i şerife bağlı olarak yaşayan mürşid-i kâmillere yapılan biatler de geçerlidir. Ancak İslam halifesi seçilince cemaatleri ile birlikte zahiren seçilen halifeye biat etmelidirler. Mürşitleri vefat eden cemaatlere gelince; mürşitleri tarafından icazet verilen kişiler irşat görevini yürütürler. O cemaatin de yeni mürşide biat etmeleri ve derslerini yenilemeleri lazımdır. O halife olan zat eğer saliklerin derslerini tasdik ederek kabul ederse o zaman eski dersleri de geçerli sayılır.
Mürşitleri ölen bir cemaatin eğer halifeleri belirlenmediyse o cemaatin bazı kişileri bir araya gelerek, aralarından bir kişiyi halife olarak tanımaları ya da birisinin çıkıp da, ’rüyamda bana halifelik verildi’ veya ’Peygamberimiz tarafından bana halifelik verildi’ diyerek halkı aldatması çok büyük bir günah ve nefsine en büyük zulüm olur. Bu şekil davrananlar, kendilerini Peygamber vekilliği makamına yükselterek, bu makamı hak etmediklerinden dolayı, yalancı peygamberler gibi davranmış olurlar. Böylelerinin son nefeslerinde sû-i hâtimeden (yani münafık olarak ölmelerinden) korkulur.
Arkalarındaki cemaat ise, onlardan manevi yol ve zevk almadığından dolayı bu yoldaki halleri kötürüm insanların durumuna benzer ve bunlarda seyr-i süluk devam etmediğinden, velayet makamına yükselen bir veli de olamazlar. Ancak yaptıkları zikirlerden dolayı sevap alırlar. Bu da amellerini ihlâslı yapmaları şartına bağlıdır.
Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine saygı ve sevgi duyarak, itaat etmeye, Cenâb-ı Hakk’ı sevmeye ve Rasûlü’nün yolunda gitmeye gayret eden kardeşlerim! Sizlere tavsiyem olarak gereken odur ki; bu risaleyi okuduktan sonra içinde bulunduğunuz ve yaşadığınız hali bu bilgiler ölçüsünde değerlendiriniz.
Bu değerlendirme sonucunda bulunduğunuz ve yaşadığınız hal bu bilgilere uyuyorsa çok iyi ve güzel bir hal üzeresiniz. Aksi halde inancınız ve haliniz bu bilgilere uymuyorsa, nefsinizi vicdanınız ile muhakeme ederek nefsinize değil de, Allah’ın ve Rasûlü’nün emirlerine uymayı kardeşlerime can-ı gönülden tavsiye ediyorum.
Şimdiye kadar rabıtanın delillerini yazdık ve açıkladık. Şimdi ise seyr-i süluk anında iken rabıtanın tafsilî olarak açıklamasını yapacağız.

(Endnotes)
1 İmâm-ı Rabbânî (k.s.)’nun Mektûbât’ında bu şekilde bir ibareye rastlanmamıştır. Müellifin Mektûbât’tan elde ettiği bir anlayış olarak kabul edilmelidir. (Muhakkik)
2 Bu hususa işaret eden bazı ifadeler şu şekildedir:
Abdulkâdir Geylânî (k.s.) şöyle demiştir: ’Sonra terbiyede münasebet (bağ, alaka) gereklidir. İşinin (yani sülukünün) başında müptedi (yani başlangıçta olan mürit) ile Allah ve Peygamberi (s.a.v.) arasında bir münasebet yoktur. Bu sebeple ilk olarak mutlaka velinin (Allah dostunun) terbiyesine ihtiyaç duyar. Zira beşeriyet (insan olma) cihetiyle veli için müptedi ile arasında bir münasebet vardır. Tıpkı Nebi (s.a.v.) için hayatta iken olduğu gibi… Bu itibarla Nebi (s.a.v.) dünya hayatında (yaşıyor) olsaydı hiç kimse ondan başkasına ihtiyaç duymazdı. (Fakat) ahirete intikal ettiği zaman taalluk (ilişki) sıfatından kesildi ve mahza tecerrüt (Allah dışındaki her şeyden alakayı kesme vasfın)a ulaştı. Aynı şekilde veliler de ahirete irtihal ettikleri zaman onlardan hiçbiri irşada, maksata ulaşamaz. Anlayış ehlinden isen anla! Şayet değilsen (bu) anlayışı, karanlık nefsaniyete galip gelen nurani riyazetle ara! Zira anlayış, nuraniyetle hâsıl olur, karanlıkla değil… Zira nur, bir yere gelirse mutlaka (o yer) yakın, aydınlık olur. Şu halde mübtedi için onunla (yani Allah ve Peygamberi ile) bir müsanebet kalmamıştır. Hayatta olan veliye gelince, onun için bir münasebet vardır. Zira onun iki yönü vardır:
1- Cismani alaka
2- (Peygamber’e) tam veraset (varis olma) cihetinden ruhani tecerrüt
Bu itibarla Nebi (s.a.v.)’den ona peşpeşe nebevî velayet mededi (yardımı) gelir ve onunla insanlarla tanışır. Anla, zira bunun ardında ehlinin anlayacağı derin bir sır vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ’Hâlbuki izzet (şeref, kuvvet ve galibiyet), Allah’a, Rasûlüne ve müminlere mahsustur.’ (el-Münâfikûn, 63/8)’ (Abdulkâdir Geylânî, Sirru’l-Esrâr ve Mazharu’l-Envâr Fîmâ Yahtâcu İleyhi’l-Ebrâr, s.137, Dâru’s-Senâbil, Dımeşk, 1993)
Abdulkerîm el-Kuşeyrî (rh.a.) şöyle demiştir: ’(Bulunduğu) yerde kendisinden edep alışacağı bir kimse bulamadığında kendi zamanında müritlerin irşadı için görevli bir kimsenin (kâmil mürşidin) yanına hicret etmesi, sonra onun yanında ikamet etmesi ve (kendisine) izin (vereceği) zamana kadar dergâhın(ın eşiğin)den ayrılmaması müridin ahkâmından (gözetmesi gereken edeplerden)dir.’ (Abdulkerîm el-Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye, c.2, s.578, Dâru’l-Meârif, Kahire, 1994)
Abdulvahhâb eş-Şa’rânî (rh.a.) şöyle demiştir: ’(Mürit) üzerine gereken şeylerden biri de; şeyhi öldüğü zaman kendisine, ilk şeyhinin terbiyesine ziyade olarak kendisini terbiye edecek bir şeyh edinmesidir. Zira yolun istikrarı (sebatı) yoktur.’ (Abdulvahhâb eş-Şa’rânî, el-Envâru’l-Kudsiyye Fî Ma’rifeti Kavâidi’s-Sufiyye, c.1, s.71, Mektebetu’l-Meârif, Beyrut 1988)
3 Müslim, İmâret, 13.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.