Özlenen Rehber Dergisi

158.Sayı

Kur'ân'da Muhkem ve Müteşâbih

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
İnşallah bu yazımızda, ’Ulûmu’l-Kur’an’ ilminin önemli konularından, tarih boyunca tartışılmış ve hakkında daha çok kelam edilecek olan ’Muhkem ve Müteşâbih’ mevzuunu incelemeye çalışacağız.

Muhkem ve Müteşâbih’in Tarifi
A- Muhkem:
1- Sözlük Anlamı:
Muhkem, h-k-m maddesinden türetilmiş olup, if’âl babından ism-i mefûl kalıbına sokulmuş bir kelimedir. Sözlükte ’sağlam kılınmış, dış etkilere ve bozulmalara karşı korunmuş’ gibi mâ­nalara gelir.1
2- Istılahî Anlamı:
Özellikle tefsir ilmindeki terim anlamı hakkın­da farklı görüşler bulunmakla birlikte ge­nel kabule göre; başka bir ihtimal taşıma­yan, mânalarının anlaşılması için açıklamaya ih­tiyaç duyulmayan, herkesin anlayabileceği2 açık manalı âyetleri ifade eder.3 Helâl, haram, namaz, oruç, zekât, hac ve Peygamberlerin kıssaları türünde olan âyetler muhkem âyetlerdir. Başka bir ifadeyle muhkem, kolaylıkla anlaşılan, tefsire ihtiyaç göstermeyen ve tek mânası olan âyetlerdir.4

B- Müteşâbih:
1- Sözlük Anlamı:
Müteşâbih kelimesi, ş-b-h maddesinden türetilmiş tefâül vezninde ism-i fâil kalıbında olan bir sözcüktür. Müteşâbih kelimesi sözlük anlamı itibariyle ’benzeyen, ayırt edilmesi zor olacak şekilde birbirine benzeyen’ demektir. 5
Peygamberimiz (s.a.v.):
الْحَلاَلُ بَيِّنٌ وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ ، وَبَيْنَهُمَا مُشَبَّهَاتٌ لاَ يَعْلَمُهَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ
’Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (helâl mi, haram mı belli olmayan bir takım) şüpheli şeyler vardır ki, insanlardan çoğu onları bilmez.’6 buyurmuştur. (Diğer rivayetlerde ise مُتشَابِهاتٌ - مشْتَبِهات şeklinde geçmektedir.)7
2- Istılahî Anlamı:
Terim olarak ise; mâna yönünden birden fazla ihtimal taşıdığından anlaşılmasında güçlük bulunan lafız veya sözü ifade eder.8 Başka bir ifadeyle müteşâbih, manaları bilinemeyen veya herhangi bir sebepten ötürü anlamlarında kapalılık bulunan ya da birçok mânalara gelebilip bu manalardan birisini tercihte zorluk söz konusu olan, açıklamaya ihtiyaç duyulan veya anlamı akıl ve nakille bilinemeyecek olan âyet, kelime ya da harflerdir.9
Müteşabih kelimesinin türediği teşbih kelimesi Kur’an-ı Kerim’de iki anlamda kullanılmıştır:
1- Benzer ve aynı olma: ’Allah. sözün en güzelini; ayetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir.’10
2- Kuşkulu olmak ve şüphe uyandırmak: Maksat ve davranışın kesin olmayıp, çeşitli ihtimallere binaen kuşkular uyanıp, asıl maksat müphem olursa teşbih gerçekleşmiş demektir. Kuran’ da bu manada şöyle geçmektedir: ’(Ey Musa!) Bizim için. Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi (teşabehe aleyna) anlayamadık.’11 Konumuz olan teşbih bu anlamlardan ikincisi olarak karşımıza çıkmaktadır.12
Müteşâbih âyette yer alan bir lafız konumuna göre başka âyetlerde farklı mânalara gelebilir, ancak her birinin kastedilebilir olması açısından anlamlar birbirine benzer, bundan dolayı hangi mânanın kastedildiği açıkça bilinemez.13

Kur’ânî Nasları Sınıflandıran Ayetlerin Tahlili:
Muhkem ve müteşâbih açısından Kur’ânî nasların yerini belirlemede, üzerinde durulması gereken üç ayet vardır. Bu ayetlerden birine göre Kur’ân’ın tamamı muhkemdir. Söz konusu ayet Hûd suresinin:
’Elif, Lâm, Râ. Bu Kur’an, âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış sonra da ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.’14 ayetidir.
Başka bir ayete göre de Kur’ân’ın tamamı müteşâbihtir. Bu da, Zümer sûresinin:
’Allah sözün en güzelini; ayetleri, müteşâbih (güzellikte birbirine benzeyen) ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri (tüyleri) ürperir. Sonra derileri de kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.’15 ayetinde ifade edilmektedir.
Âl-i İmrân sûresinde ise önce muhkem, ardından müteşâbih âyetler söz konusu edilmiştir.
’O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihdir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşâbih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ’Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.’16
Söz konusu edilen bu üç ayet arasında ilk bakışta bir çelişki olduğu düşünülebilir. Ancak dikkatle incelendiği zaman aralarında esasen herhangi bir çelişkinin olmadığı görülür.17 Şöyle ki; Hûd suresiyle Zümer suresinde geçen muhkem ve müteşâbih kelimelerinin manası ile Âl-i İmrân suresinde zikredilen manalar aynı değildir. Biz Kur’ân’ın bütünü muhkemdir derken, bu onun itkanı,18 Allah’tan gelmiş bir kelâm vasfı taşıması, lafız ve mânalarının erişilmez bir üstünlüğe sahip bulunması, başka hiçbir mesajın onun etkinliğini ortadan kaldırmasının düşünülememesi,19 nazmının güzelliği ve onda bir ayıbın olmaması yönündendir. Keza, onun tamamı müteşâbihdir, derken de, onun âyetlerinin güzellik ve doğruluk bakımından bir birine benzerlikleri,20 doğruluk, sağlamlık, çelişkiden arınmışlık, lafız ve muhteva bakımından erişilmez üstünlük, insanlığın mutluluğuna rehberlik ve Hz. Peygamber’in nübüvvetini temellendirme açısından âyetlerinin uyumlu oluşu21 bahis konusu edilmektedir. Zaten bu âyetlerin siyak ve sibakı da bunu göstermektedir. Halbuki Âl-i İmrân süresindeki muhkem ve müteşâbih kelimeleri bir birinin zıttı (mukâbili) anlamındadır.22
İslâm âlimleri ilgili âyetlerde geçen bu anlamdaki müteşâbihlere ’müteşâbih-i âm’, muhkemlere de ’muhkem-i âm’ adını vermiş, Âl-i İmrân sûresinde söz konusu edilenlere ise ’müteşâbih-i hâs’ ve ’muhkem-i hâs’ demişlerdir.23
Kitabın âyetlerini muhkemat ve müteşâbihat şeklinde bir ayırıma tâbi tutan Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetinin yorumu, muhkem ve müteşâbihin anlam ve kapsamını belirlemede en önemli rolü oynamıştır.24
Âyetin, ’Verrâsihûn’ kelimesinin başındaki ’vav’ın atıf veya istinaf işlevi bildirmesi çok önemli bir mânâ farkı ortaya çıkarmaktadır. ’Atıf içindir’ diyenler, rasih âlimlerin de müteşabihlerin yorumunu yapabileceklerini ileri sürerler. ’İstinaf içindir’ diyenler müteşabihlerin mânâlarını yalnız Allah’ın bildiğini, rasih âlimlerin ise yorumlamayıp sadece ’Allah ne murat etmişse inandık’ deyip teslimiyet göstermeleri gerektiğini ileri sürerler.25

Âl-i İmrân, 7. Ayetin sebeb-i nüzulü:
Müfessirlerin âyetin nüzûl sebebi hakkında naklettiği rivayetlerin birinde belirtildiğine göre Necranlı bir grup Hıristiyan Resûl-i Ekrem’e gelmiş, onunla Hz. Îsâ Hakkında tartışarak şöyle demiştir: ’Sen Îsâ’nın Allah’ın ruhu ve kelimesi olduğunu söylemiyor musun?’ Peygamber de ’evet’ deyince onlar bunu Hz. Îsâ’nın Allah’tan doğmuş bir ruh olduğu biçiminde tevil etmiş ve İncil’de mecazen ’baba’ (eb) diye nitelenen Allah’ı gerçek anlamda Îsâ’nın babası olarak yorumladıkları gibi Nisâ sûresindeki âyeti de (4/171) tevil yoluyla Hz. Îsâ’nın ulûhiyyetine delil saymıştır.
Diğer bir rivayete göre ise bu âyetin nüzûl sebebi aralarında Ebû Yâsir b. Ahtab’ın da bulunduğu bir grup Yahudi’yle ilgilidir. Yahudiler, İslâm dini mensuplarının yaşayacağı süre konusunda Resûl-i Ekrem’le tartışmaya girişmiş, hurûf-ı mukattaa ile istidlâl ederek ebced hesabına dayalı rakamlar ileri sürmüş, bunun üzerine söz konusu âyet nâzil olmuştur.
Katâde gibi bazı âlimler de bu âyetle müteşâbihleri kendi görüşlerine göre tevil etmek isteyen bidatçilerin kastedildiğini söyleyerek buna Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecûsîliğin yanı sıra Sebeiyye, Havâric, Kaderiyye, Mücessime ve Cehmiyye’nin de dahil edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Taberî, VI, 186-199).
Resûlullah döneminde yaşayan Ehl-i kitap Hakkında nâzil olduğu bildirilen rivayetler tarihî gerçeklere uygun görünmekle birlikte hak yoldan sapma eğilimi taşıyan herkesin bu âyetin kapsamına dahil edilmesi mümkündür. Sözü edilen âyette fitne aramakla nitelendirilen kimseler, müteşâbihleri şüpheye düşürme ve karışıklık çıkarma aracı olarak görüp arzularına uygun biçimde yorumlayanlardır.26

Allah’ın Kitabında Bilmemize İmkân Olmayan Şeylerin Bulunması Mümkün müdür?
Müfessirlerin tamamı, Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetinden hareketle Kur’an’ın muhkem âyetlerle müteşâbih âyetlerden oluştuğunda ittifak etmiştir. Bazı kelamcılar ise buna muhalif görüş belirtmişlerdir.

Âl-i İmrân 7. Ayetin manası hakkında:
Bu âyette, muhkem ve müteşâbihten ne kastedildiği hususunda çeşitli açıkla­malar yapılmıştır. Bunların başlıcaları şun­lardır:
1. Muhkem, mânaya delâleti başka beyana ihtiyaç duyurmayacak ölçüde açık, müteşâbih, mânası insanların tamamına veya birçoğuna kapalı ve ayrıca beyana muhtaç olan;
2. Muhkem tek manalı olup tevile ihtiyaç duyurmayan, müteşâbih bir­den fazla mânaya ihtimalli olup kolayca anlaşılamayan;
3. Muhkem, kendisiyle ne kastedildiği delâletinin açıklığı sebebiyle veya tevil yoluyla anlaşılabilen, müteşâ­bih, hurûf-ı mukattaa ve kıyamet vakti gi­bi mânası ancak Allah tarafından bilinen;
4. Muhkem farzları, helâl ve haramları, va’d ve vaîdi bildiren, müteşâbih kıssaları ve misalleri içeren;
5. Muhkem hem iman edilen hem kendisiyle amel olunan, mü­teşâbih amel olunmayıp sadece inanılan;
6. Muhkem mensuh olmayan veya kendi­si neshetme konumunda bulunan, müteşâbih neshedilen;
7. Muhkem illeti akıl ile idrak edilebilen, müteşâbih -namaz rek’atlarının sayıları gibi- illeti bilinemeyen demektir.
Tek başına muhkem için yapılan bazı açıklamalar da vardır. Meselâ İbn-i Abbâs’ın Hz. Peygamber devrinde ’muhkem’i okuduğunu söylediği ve bununla mufassal sûreleri kastettiği nakledilir. Öte yandan Râgıb el-İsfehânî âyetleri mutlak olarak muhkem, mutlak olarak müteşâbih, bir yönden muhkem, bir yönden müteşâbih olanlar şeklinde üçe ayırır.27
Birincisi, bilinmesine imkân olmayan müteşâbihlerdir ki, bunu ancak Allah bilir. Kıyâmetin vakti gibi.
İkincisi, insan oğlu sebeplere tevessül ederek onun manasını bilebilir. Mesela, garib kelimeler, muğlak hükümler gibi.
Üçüncüsü, yukarıda zikrettiğimiz iki madde arasında olanlardır ki, bu da ilimde rusüh sahibi olan bazı zevata tahsis edilmiş, diğerlerinden ise gizlenmiştir. Mesela Hz. Peygamber, İbn-i Abbas için:
اللهُمَّ فَقِّهْهُ فِي الدِّينِ، وَعَلِّمْهُ التَّأْوِيلَ
’Allahım! Onu dinde fakih (ince anlayış sahibi) kıl ve ona (Kur’ân’ın) tevili(ni) öğret.’28 şeklindeki duası gibi. 29

Kur’an’da müteşâbih ayetlerin sayısı:
Kur’ân’da geçen müteşâbihlerin miktarı hususunda kesin bir rakam vermek yani Kur’ân’da şu kadar müteşâbih âyet vardır demek, oldukça zordur. Ancak burada ifade edilmesi gereken şey, müteşâbihlerin muhkemlere nisbetle miktarıdır ki, bunu da Âl-i İmrân, 7. âyete dayanarak takrîben tespit etmek mümkündür.
Sözü edilen âyette muhkemler, ’Ümmü’l-kitâb’ olarak zikredilmektedir. ’Ümm’ kelimesi ana, kaynak ve kendisine başvurulan asıl anlamında kul­lanılmaktadır. Bir başka manası da çokluktur. Buna göre muhkem âyetler, hem müteşâbih­lerin açıklanmasında kendilerine başvurulan asıl ve kaynak, hem de sayı itiba­riyle Kur’an’ın çoğunluğunu oluşturan âyetler olarak nitelenebilirler.
Ancak buna mukabil müteşâbih kavramı genel anlamda ele alındığı zaman, yalnız Yüce Allah’ın bildiği mut­lak müteşâbihlerin yanında, manalarını mütehassıs âlimlerin anlayabi­lecekleri nitelikte olan izafî müteşâbihler de söz konusu edilirse, o takdirde muhkemlere oranla müteşâbihlerin daha fazla olduğu söylenebilir. Fakat müteşâbih âyetler, yoruma açık nasslar oldukları için âlimler bunların sayısı hakkında da görüş birliğine varamamışlardır.30

Müteşâbihlerin teviline dair Peygamberimizin ve Ashab’ın tutumu:
İlk devirlerde müteşâbih âyetler olduğu gibi kabul edilir, bunlar üzerinde durulmazdı. Zira Kur’ân, bu gibi âyetleri kurcalayanların kalplerinin hasta olduğunu beyan etmektedir. Hazreti Peygamber de:
فَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ، فَأُولَئِكَ الَّذِينَ سَمَّى اللَّهُ ، فَاحْذَرُوهُمْ
’Sen Kur’ân’ın yalnız müteşâbih âyet­lerine uyan dalâlet sahiplerini gördüğünde, işte onlar Allah’ın (bu âyette) isim ve sıfatlarını söylediği kimselerdir, artık hepiniz onlardan sakının.’31 buyurarak müteşâbih âyetlere tâbi olanlardan sakınmayı emretmektedir.32
Literatürde müteşâbihlerin teviline dair ashabın tutumuyla ilgili fazla bilgiye rastlanmamaktadır. Sadece Hz. Ömer’in müteşâbihler hakkında soru soran Sabîğ adındaki bir kişiyi cezalandırdığı nakledilir.33 Şöyle ki:
’Sabîğ isminde bir adam Me­dine’ye geldi ve, Kur’an’ın müteşâbih (âyetlerini) sormaya başladı. Bunun üzerine Ömer (r.a.) ona, (yanına gelmesi için ha­ber) gönderdi. Onun için de hurma sapları hazırlamıştı. (Gelince ona): ’Kimsin?’ dedi. ’Ben, Allah’ın kulu Sabîğ’im.’ dedi. O zaman Hz. Ömer, o saplardan bir sap aldı ve: ’Ben, Allah’ın kulu Ömer’im!’ di­yerek onu dövdü. Başı kanayıncaya kadar ona darbeler vurdu. Sonunda (adam) şöyle dedi: ’Ya Emîrelmü’minîn! Yeter! Önceleri ka­famda bulmakta olduğum (kötü düşünceler) yok olup gitti.’34
Onun bu tavrı, kendi döneminde Yahudilerin Kur’an’ı çelişki taşıyan bir kitap diye itham etmeleri ve müteşâbihleri emelleri doğrultusunda tevile kalkışmalarıyla irtibatlı olmalıdır.

Müteşâbihatın tevili
Müteşâbihatın tevili konusunda genellikle iki anlayış ortaya çıkmıştır:
1- Selef anlayışı:
Ehl-i Sünnet mezheplerinden biri olan Selef denince genel olarak sahabe, tabiûn, ve onların mezheplerini benimseyip onlar gibi düşünen İslam âlimleri anlaşılmaktadır. Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Mâlik b. Enes ve Şâfiî’nin yanı sıra muhaddisler ve Selefiyye’nin çoğunluğu tevili reddetmiştir.35 Bunlara göre Âl-i İmrân 7. âyetindeki vakf, bu anlamı verecek biçimde ’Allah’ yani lafza-i celale üzerinde gerçekleştirilir. Müteşâbih âyetler olduğu gibi kabul edilir, üzerinde durulmaz. Hz. Peygamber’in ve Sahâbînin anlayışı ve uygulaması bu yönde olmuş, müteşâbihlerin kurcalanmaması istenmiştir. Bu anlayış Selef Mezhebi görüşü olarak ta­nımlanmıştır.36
Bu hususta Seleften enteresan örnekler pek çoktur. Bunlardan bir tanesini vermekle iktifa edeceğiz. Meşhur İmam Mâlik b. Enes’e istiva hakkında sorulduğunda:
الاستواء معلومٌ ، والكيف مجهولٌ ، والإيمان بـــه واجبٌ ، والسؤال عنه بدعةٌ
’İstiva malumdur, keyfiyeti meçhuldür, ona iman etmek vaciptir, ondan sual etmek ise bid’attır.’ demiştir.37
Selef’in müteşâbih konusundaki görüşü yedi esasta toplanmıştır:
1- Takdîs: Cenâb-ı Hak cismiyetten ve cismiyete tabi olan şeylerden tenzîh etmektir. Allah hakkında yed kelimesi işitildiği zaman bunun asli olarak insanın bir uzvu olduğu anlaşılmaktadır. Ancak mecazî olarak ele alındığı vakit, Allah’ın kudreti anlaşılmaktadır. İlk anlamı Allah hakkında kullanmak muhaldir. Allah cismiyetten münezzehtir. İkinci anlam ise Allah hakkında caiz olmasına rağmen onun hakiki manası bilinemediği için onu yorumlamak vacip değildir.
2- Tasdîk: Hz. Peygamber’in Allah hakkında söylediği sözlerin hak olduğuna iman etmektir. Nasslarda geçen ’yed’, ’vech’, vb. lafızların Allah’ın şanına yakışır manada kullanıldığını bilmek, Allah kendisini nasıl tanımladı, nasıl vasıflandırdıysa o şekilde inanmaktır.
3- Aczi İtiraf: Nasslarda geçen müteşâbihatın maksadını bilmemek ve buna güç yetiremeyeceğini itiraf etmektir. Bu gibi durumlarda böyle manaların mahiyeti ve hakikati üzerinde durmamak ve yorumlamamak vaciptir. Kim bunları bildiğini söylerse yalan söyler. Çünkü keyfiyeti meçhuldür.
4- Sukût: Müteşâbihatın manasını sormamak, onlara dalmamak, ondan soru sormanın bidat olduğunu bilmektir. Zira soru sormak ancak bilgisizliği artırır, belki de küfre düşürür,
5- İmsak: Müteşâbih lafızlar üzerinde tasarrufta bulunmamak, onları azaltmamak, noksanlaştırmamak, onları cem veya tefrîk yapmamak, ancak o lafızlarla konuşmak. Yani ancak o lafızları hiçbir yoruma tabi tutmadan olduğu gibi almaktır.
6- Keff: Onlarla kalben meşgul olmamak, onlar üzerinde düşünmemektir. Bir felçlinin veya yüzme bilmeyenin denize dalması ne kadar tehlikeli ise bilinmeyen bir kimsenin de manası kapalı olan nasslarla meşgul olması ve onları açmaya çalışması en az o kadar tehlikelidir.
7- Marifet Ehline Teslim: Kişi kendisine kapalı görünen müteşâbih nassların herkese kapalı olduğunu zannetmemelidir. Aczinden dolayı kapalı olan müteşâbih âyetlerin Peygamberlerin, büyük din âlimlerinin, sıdık ve velilerin zor görünen hususları örüşü bildiğini kabul etmek gerekir.38

2- Halef anlayışı:
Bunlar, zâhiri muhal olan lafzı, Allahın zâtına layık olan bir manaya hamlederler. Bu mezhep İmamu’l-Haremeyn, b. Ebi Abdillah b. Yusuf b. Muhammed el-Cuveyni eş-Şâfi’i (Ö. 478 /1085) ve onun muakkiplerine nispet edilir.39
Hasan-ı Basrî’den itibaren mütekaddim bazı âlimlerle hemen bütün kelâmcılar ve sonraki âlimler mânaları sadece Allah tarafından bilinenleri hariç müteşâbihlerin belli usul ve kurallar çerçevesinde tevile tâbi tutulabileceğini kabul etmiş ve bunu fiilen gerçekleştirmiştir. 40 Bunlara göre âyetteki vakıf وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ üzerinde olması gerekmektedir. Bu görüşü Ebû Bekr eş-Şirâzî (Ö.476/1088) daha vazıh bir şekilde açıklamıştır.41
İslamiyeti ifsâd etmek isteyenlerin, bu gibi âyetlere gelişi güzel mana verişlerini frenlemek ve aynı zamanda kötü neticelerinden Müslümanları korumak için, müteşâbih âyetleri İslam’ın ruhuna uygun bir şekilde tevil etmek mecburiyeti hasıl olmuştu.42
Bu iki ana mezhebin dışında bir de orta yolu tutanların mezhebi zikredilebilir. Suyûtî, İbnu Dakîki’l-Iyd’ten nakleder: ’Tevil, Arap dilinin mantığına yakın ise inkâr edilemez. Uzak olursa tevakkuf eder, Allah Tealâ’yı tenzih ederek hangi mânâ kastedilmişse ona iman ederiz. Bu tevillerden, Arapların kelâm ve konuşmalarından anlaşılan mânâları olursa, hiç tereddüt ve tevakkuf etmeksizin bunları kabul ederiz. Meselâ âyette geçen ’Cenbillah’ (ez-Zümer, 39/56) tabirini Allah hakkında, ’Onun şanına layık olma’ diye tevil etmek gibi.43

Müteşâbihlerin teviline dair bazı örnekler:
Allah’ın müteşâbih sıfatlarına âit olan âyetleri bu iki mezhebin ne şekilde anladıklarını görelim. Ekseriyabu sıfatlar zikredeceğimiz şu âyetlerde toplanmaktadır:
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى (Tâ-Hâ, 20/5),
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ (el-En’âm, 6/61),
وَجَآءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّاۚ (el-Fecr, 89/22),
وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ (er-Rahmân, 55/27),
يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ (ez-Zümer, 39/56),
وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ (Âl-i İmrân, 3/28),
يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ (el-Feth, 48/10) ve
وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ (Tâ-Hâ, 20/39)
Selef mezhebi, Allah’ı, yukarıdaki sıfatların zevâhirinden tenzih ederler ve Allah’ın zikrettiği şekilde onlara iman ederler ve onların hakikatini Allah’a havale ederlerdi. Halef mezhebi ise bu sıfatlara çeşitli manalar vermişlerdi. Şöyle ki:
İstivaya, istikrar, istevla, suûd, i’tidal;
Allah’ın gelişini, Allah’ın emrinin gelişi;
Allah’ın fevkiyyetinin yücelik yönünden olduğu, cihet yönünden olmadığı;
Cenb’den maksat haktır, Vech’i zatıdır, Ayn’ı inâyetidir; yed kudretidir; nefs ukubetidir gibi manalar vermişlerdir.

Müteşâbihte yasaklanan tevil:
Müteşâbih ayetlerin tevil edilmesi caiz görülmezse de, Kur’an-ı Kerim’de işaret buyurulduğu vechile, caiz görülmeyen tevil, gönülleri sapkın, niyetleri kötü olanların fitne ve fesat çıkartmak maksadıyla yapmak istedikleri tevillerdir. Yoksa, iyi niyetle, akla muhakemeye ve dinin esâsatına uygun olarak yapılan teviller makbul ve lazımdır. Çünkü ilk devirdeki sağlam imân kaybolmuş, meydana gelen tereddütleri makul bir şekilde ortadan kaldırmak icap etmiştir.44

Müteşâbihatın tevil edilmesinin faydaları:
Müteşâbihata yapılacak tevillerin çeşitli yönlerden faydaları mevcuttur. Bu faydaları şöyle sıralamak mümkündür:
1- Bu âyetler sayesinde insan fikri dondurulmamış, geniş bir fikir hürriyetine izin verilmiş olmaktadır. Böylece insanini şerefi yük­seltilmektedir.
2- Müslümanlar daha çok öğrenmeye ve başka bilgiler edinmeye sevkedilmiştir.
3- Dinin tebliğ ve tesisine engel olmak için sorulan suallere sus­turucu cevaplar verilmek suretiyle, meydana gelecek fesatların önün­de ilk günden set çekilmiştir.

Müteşâbih ayetlerin hikmet ve faydaları:
- Müteşâbihler insan oğlu için bir deneme olmuş, onların iman veya inkâr etmelerinin bir ölçüsü kabul edilmiştir.
- Müteşâbihler insan oğlunun güç ve yeteneği, ilim ve irfanı ne olursa olsun âciz bir yaratık olduğunun canlı delilidir.
- Müteşâbih lâfızlar, Kur’ân’ın ciltler dolusu kalın kitaplardan oluşmasını önlemiş, mevcut haliyle ezberlenmesi ve korunması kolay bir kitap olmasını sağlamıştır. Üstelik bu durum çeşitli dil bilimleri­nin öğrenilmesine de âmil olmuştur.45
- Kur’an âyetlerinin bir kısmının müteşâbih oluşu aslında bu ilâhî kelâma zenginlik ve derinlik kazandırır. Tıpkı nesir veya şiir halindeki edebî metinlerde olduğu gibi çeşitli zaman ve coğrafyalarda farklı kültürlere sahip insanlar tarafından okunduğunda okuyucunun kültürüne göre farklı anlayışların ortaya çıkması tabiidir. Kur’an başlangıçtan günümüze kadar lafzı ve okunuşu ile aslî hüviyetini korumuş tek ilâhî kitaptır. Buna karşılık bazı âyetlerinin yorumlanmasındaki fikrî hareket onun için bir eksiklik değil bir meziyet olarak kabul edilmelidir.46
- Müteşâbihlerin varlığı, birden fazla kelâmî mezhebin doğmasına ve her mezhep mensubunun kendi görüşlerini teyet edici delilleri bulmak için Kur’an’a yönelmesine zemin hazırlamıştır.
- Müteşâbihlerin manalarını tespitte zorluk ve meşakkat vardır. Meşakkatın olması da sevabın fazla olmasına yol açar. Bu gibi âyetler üzerinde düşünmek ve tevil yapmak sevâba vesile olur.
- Kur’an’ın tamamı muhkem olsaydı, tevile ihtiyaç hissedilmez, insanlar ilmî açıdan birbirlerine üstünlükleri de söz konusu olmazdı. Âlimin câhile olan üstünlüğü ortadan kalkar, derece itibariyle hepsi eşit seviyeye gelirdi.47
- Fahreddin Râzî şöyle der: ’Kur’ân hem havassı hem avamı dine davet eder. Geniş kitlenin mizacı mücerred hakikatleri idrak etmeye yatkın değildir. Onlar daha işin başında; cisim olmayan bir mekânda bulunmayan hatta kendisine işaret bile edilemeyen bir varlığa inanmaya davet edilecek olurlarsa bunu kabule yanaşmazlar, kendilerinden ’yok’ olan bir şeye inanmaları istendiğini düşünürler. Ve inkâra düşerler. Dolayısıyla onlara en münasip olan üslûp, kendilerinin düşünce yapılarına uygun bazı lafızları kullanmak fakat bunların aralarına açık gerçeği ihtiva eden ifadeleri de yerleştirmektir. İşte birinci kısım müteşabih, ikinci yani açık gerçeği bildiren ifadeler ise muhkem kısımdır. Bu hikmet, bilhassa ilâhî sıfat ve şuunat hakkında âşikârdır.’48

Müteşâbih ayetlerin kısımları:
İmam Şâtıbî ve genel olarak usûl âlimleri müteşâbihleri, mutlak ve izafî olarak iki kısma ayırmıştır:
1- Mutlak müteşâbihler: Hakikatini bilmek beşerin gücü dahilinde olmayıp manalarını ancak Allah’ın bildiği ayetledir. Bu çeşit müteşâbihlerin başında hurûfu mukattaa gelmektedir. 49
2- İzafî müteşâbihler: Bu kısımda yer alan müteşâbihler, kastedilen mananın anlaşılmasında bir delile veya haricî bir açıklamaya ihtiyaç gösteren hafi, müşkil, mücmel, mübhem, müevvel, mutlak ve genel manalı ayetlerle garip kelimeler ve dilcilerin manalarında ihtilaf ettikleri lafızların bulunduğu ayetlerdir. 50 Tıpkı hayız ve temizliğe nispetle قُرْء kelimesinde olduğu gibi.51

Müteşâbihteki gizlilik yönleri:
Müteşâbihteki gizlilik şu yönlerde belirebilir:
a) Sâdece lâfızda olması.
Örnek olarak es-Saffât süresinin 93. cü ayeti: فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَم۪ينِ 52 verilebilir. Bu âyetteki ’yemîn’ kelimesi, sağ el, kuvvet ve kasem manaları arasında müşterektir. Bu üç manadan hangisi verilirse verilsin manası caiz olur.53
b) Sadece mânada olması. Yirmi dokuz sûrenin başında yer alan hurûf-ı mukattaa bu gruba girer. Duyu ve akıl yoluyla bilinemeyen ruh, melek, arş, kürsî, levh, kalem, sûr, sâat, dâbbetü’l-arz, cennet, cehennem gibi varlık ve olayların yanı sıra ilâhî zat ve sıfatların mahiyetine ilişkin âyetler de bu tür müteşâbihler içinde mütalaa edilir.54
Yukar­da belirtildiği gibi İslâm âlimleri bu tür âyetleri tevil edip etmeme hususunda farklı düşünceye sahiptirler.
c) Hem lâfız hem de mâna da olması. Anlaşılması hem lâfzının hem de mânasının çeşitli yönlerden incelenip araştırılmasına bağlı olan âyetlerdir. Bakara sûresinin 189. âyetinde:
وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَاْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ
’İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır.’55 belirtilen ’Evlere arkalarından girmenin bir iyilik olmadığı’ hususunu kavrayabilmek belli bir araştırmayı ve bilgiyi gerektirmektedir.
Eğer bir kimse Arapların cahiliyetteki adetlerini bilmezse, Kur’ân’ın bu nassını anlamaya muvaffak olamaz. Bu gibi ayetlerin anlaşılması hem lafızlara hem de manalara ait tarihi, içtimâi, ahlaki vs. gibi bir çok şeylerin bilinmesine bağlıdır. Araplar ihrama girdiklerinde evlerine kapılarından girmezler, duvardan bir delik açıp oradan girip çıkarlardı. Cenab-ı Hak bunun için bu ayeti inzal etti. Cahili arap adetini bilemezsek bu âyete bir mana vermek imkanına da sahip lamayız.56


(Endnotes)
1 https://kafdergisi.wordpress.com/kur%E2%80%99an%E2%80%99i-kerim%E2%80%99de-muhkem-ve-mutesabih-kavrami/
2 Ali TURGUT, Tefsir Usulü Ve Kaynakları, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.
3 Tuncay BAŞOĞLU, TDV. İslam Ansiklopedisi, ’Muhkem’ Maddesi, c.31, s.42, Ankara, 2006.
4 Ali TURGUT, age.
5 Yusuf Şevki YAVUZ, TDV. İslam Ansiklopedisi, ’Müteşâbih’ Maddesi, c.32, s.204, Ankara, 2006.
6 Buhârî, Îmân, 39
7 Fahreddin er-Râzî, Çev: Celalettin Divlekçi, Muhkem Müteşâbih Meselesine Selefin Bakışı, s.181, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:2014/1, Sayı:32.
8 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.204.
9 Muhsin DEMİRCİ, Tefsir Usulü, s.166, MÜİFV Yay., İstanbul, 2011; Ali TURGUT, Tefsir Usulü Ve Kaynakları, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfi Yayınları, İstanbul, 1990.
10 ez-Zümer, 39/23.
11 el-Bakara, 2/70.
12 Üstat Muhammed Hadi Marifet, ’Muhkem ve Müteşabih’, Misbah İslamî Düşünce ve Araştırma Dergisi Dergisi, s.8, 2013, Yıl:1, cilt:II Sayı:5.
13 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.204.
14 Hûd, 11/1.
15 ez-Zümer, 39/23.
16 Âl-i İmrân, 3/7.
17 Muhsin DEMİRCİ, age., s.167.
18 İsmail CERRAHOĞLU, Tefsir Usulü, s.129, TDV. Yay., Ankara, 2012.
19 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.204.
20 İsmail CERRAHOĞLU, age. s.129.
21 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.204.
22 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.129.
23 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.204.
24 Tuncay BAŞOĞLU, age., c.31, s.42.
25 https://sorularlaislamiyet.com/kurandaki-mutesabih-ayetlerin-hikmeti-nedir-kuranda-bazi-ayetler-acik-anlamli-anlasilir-yoruma-gerek
26 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.204-205.
27 Tuncay BAŞOĞLU, age., c.31, s.42.
28 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s.225, h.no:2397, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
29 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.129.
30 Ömer DİNÇ, agm.
31 Buhârî, Tefsîr, Âl-i İmrân, 1.
32 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.129.
33 Tuncay BAŞOĞLU, age., c.31, s.42.
34 Dârimî, Muķaddime, 19.
35 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.205-206, Ankara, 2006.
36 Ali TURGUT, age.
37 Lâlikâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehli’s-Sünneti Ve’l-Cemâa, c.3, s.441.
38 Ömer DİNÇ, agm.
39 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.131.
40 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.205-206.
41 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.129.
42 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.131.
43 https://sorularlaislamiyet.com/kurandaki-mutesabih-ayetlerin-hikmeti-nedir-kuranda-bazi-ayetler-acik-anlamli-anlasilir-yoruma-gerek
44 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.131-132.
45 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.133; Ali TURGUT, age.
46 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.206.
47 Muhsin DEMİRCİ, age., s.181-182.
48 https://sorularlaislamiyet.com/kurandaki-mutesabih-ayetlerin-hikmeti-nedir-kuranda-bazi-ayetler-acik-anlamli-anlasilir-yoruma-gerek
49 Muhsin DEMİRCİ, age., s.168.
50 Muhsin DEMİRCİ, age., s.173.
51 Fahreddin er-Râzî, Çev: Celalettin Divlekçi, agm., s.180-182.
52 Derken üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi.
53 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.130.
54 Yusuf Şevki YAVUZ, age., c.32, s.206.
55 el-Bakara, 2/189.
56 İsmail CERRAHOĞLU, age., s.132.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.