Özlenen Rehber Dergisi

16.Sayı

Âl-i İmrân Sûresi 110. Âyeti'nin Ledünni Tefsiri ve İlm-i Ledün Hakkında Bazı Bilgiler

Cenâb-ı Hakk Al-i İmrân Sûresi’nde şöyle buyuruyor:
’Ey kullarım, Allah’ın rahmetine koşun. O rahmet ki cennettedir. O cennet ki kapıları yerle gök arası kadardır. O cennet ise müttakîler için hazırlanmıştır.’(1)
Âyet-i kerîmenin devamında Cenâb-ı Hakk, müttakî kişilerin vasıflarını da vermektedir: ’Şu kimseler ki (muttakîler) bollukta ve darlıkta, Allah yolunda infak ederler. Onlar öfkelerini yutkunurlar. Onlar, halkı da affederler. Allah iyilik edenleri sever.’(2)
Burada muttakîlere ait dört sıfat vardır. Bir alttaki âyet-i kerîmede ise şöyle buyuruluyor: ’Kim nefsine zulmedip bir kötülük işlerse, yine hemen Allah’ı anar, tevbe ederse, Allah da onu affeder.’(3)
Cenâb-ı Hakk böylece, muttakîlere ait beş sıfat belirtmiş oluyor:
- İnsan günah işleyebilir; günah işlemeye müsaittir; ama müttakî insanlar hemen tövbe ve istiğfar eder.
- Bollukta ve darlıkta Allah yolunda infak ederler.
- Öfkelerini yutarlar.
- İnsanları affederler.
- İyilik ettikleri için Allah muttakîleri sever.
Yine Âl-i İmrân Sûresi’nde şöyle buyuruluyor: ’Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder, Allah’a inanırsınız.’(4)
’Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.’(5)
Burada bir cemaate sesleniyor Cenâb-ı Hakk. Bu âyet-i kerîmelerde bu topluluğun vasıfları da gizlidir. Halbuki biraz önce verdiğimiz Âl-i İmran 133. ayetinde muttakîlerin vasıfları teker teker sayılmıştır. (Darlıkta-bollukta infak ederler, öfkelerini yutarlar...) Burada ise, bahsedilen topluluğun vasıfları gizlidir. Aslında bu âyetlerde altı sır vardır:
Birinci sır:
’Sizden hayra çağıran...’ buyuruluyor. ’Hayr’ ne demektir?
’Hayr: Tevhid akîdesini iletmektir. Yani hayrın en üst noktası tevhittir. Lâ ilâhe illallah, Muhammedü’r-Rasûlullah cümlesini ikâme ettirmektir. ’Hayr’ budur; hayrın en üst derecesi budur. Çünkü bundan daha hayırlı bir şey olamaz. İnsanları tevhide davet etmek en büyük hayırdır.
İkinci sır:
’İyiliği emredip...’ buyuruluyor. Burada iyilik (ma’rûf) nedir?
’İyilik’ de burada, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına Kur’ân vasıtası ile Rasûlullah Efendimiz’in şahsında tebliğ ettiği emirlerdir: Namaz, oruç, hac, zekat, helal, haram... Bu emirlere itaat etmek... İşte ’iyilik’ budur. Bir insanın diğer bir insana yapacağı en büyük iyilik, bunları yapması için tebliğde bulunmasıdır. Yoksa, bir insana yiyecek içecek bir şey ısmarlamak veya giyecek bir şeyler vermek değildir gerçek iyilik. O yiyecekler bir müddet sonra biter. O elbiseler de nihayetinde yırtılır. Ve o kişinin üzerinde iğretidir. Bunların hiç kıymeti yoktur. Ama sonsuzluk âlemine hazırlık için ’iyilik’, Allah’ın emirlerini kullarına tebliğ etmek ve yaptırmaktır.
Üçüncü sır:
’Kötülükten men eden...’ diyor âyet-i kerîme... Buradaki sır, ’kötülük’ (münker) kelimesindedir. ’Kötülük’ nedir? Kötülüğün en üst derecesi, tavanı, ufku ’şirk’tir, Allah’ı inkardır; tuğyan, isyan, günah işleme, Allah’ın emirlerini yapmamadır. Yani Allah’ın emirlerinden kaçmaktır. İşte kötülük budur.
Allah-u Azîmüşşan insanları kötülükten uzaklaştırmamızı istiyor. İşte bu kötülüklerin en kötüsü şirktir. Buraya kadar insanlar için seçilen topluluğun üç vasfından bahs edildi. Şimdi burada bu vasıflarla ilgili üç sır daha vardır. Yani bu üç vasıf kendiliğinden üç sırrı daha peşinden getirir. Bunları da önceki üç sırra ekleyelim:
Dördüncü sır:
Birinci vasıf: İlim
’Hayra çağıran...’ ibaresinde geçen bu hayra çağırıcı insanlarda ne gibi vasıflar olmalı peki? Bu kimseler öncelikle alim, bilgili olmalıdır. Eğer bilgili olmazlarsa, neye çağıracaklar? Tevhid akîdesini bilmezlerse, diğer bilgilerden habersizlerse neye çağırabilirler? Bu hayra çağıran cemaatin mutlaka alim olması lazımdır. Görüldüğü gibi, hayra çağırmak, öncelikle alim olmayı gerektirir.
Beşinci sır:
İkinci vasıf: Takva
’İyiliği emreden...’ diye geçiyor âyet-i kerîmede... Peki bir kimse, başka birisine, ’Namaz kıl’, ’Oruç tut’ dese de kendisi yapmasa, ona demezler mi ki; ’Sen niye kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun. Madem ki iyidir, sen niye yapmıyorsun?’ İşte burada ’takva’ gereklidir. Yani hayra çağıran topluluğun hem bilgili olması, hem de takva sahibi olması lazımdır ki sözleri tesir etsin. Cenâb-ı Hakk da bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmuyor mu: ’Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?’
İnsan tavsiye ettiği şeyleri yapacak ve nefsinde tatbik edecek ki, ondan sonra bu sözleri karşı tarafa tesir edecektir.
Demek ki bu topluluk hem bilgili, hem de takva sahibi olmalıdır.
Altıncı sır:
Üçüncü vasıf: Sabır
Yukarıda zikrettiğimiz iki vasıf kafî midir? Hayır, kafî gelmez. İlk iki şart (bilgili ve takvalı olmak), âyette bahsedilen ’iyilik’ (ma’rûf) içindir. Peki ’kötülük’ (münker) için ne lazımdır? Kötülük için ne demiştik? Şirktir, günahlara dalmaktır. İşte burada, bu tebliğ işinde, kötülükten sakındırma işinde insanın karşısına bazı zorluklar çıkabilir. Bu uğurda çalışanlara bazen küfür edebilirler, dövebilirler, hakaret edebilirler. Eğer sen de onlara aynı şekilde karşılık verecek olursan, onların seviyesine düşmüş olursun, işte burada insana sabır ve güzel ahlâk gereklidir. İnsanda Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahlâkı olmalı ki, onların eziyet ve hakaretlerine tahammül edebilsin.
Bu konuda Asr Sûresi’nde Allah-u Azîmüşşan şöyle buyuruyor: ’Asra yemin olsun ki, insan hüsrandadır. Ancak îman edenler, iyi işler yapanlar, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.’(7)
Burada ’hakkı tavsiye’den sonra ’sabrı tavsiye’ denilmiştir. Niye ’sabır’ diyor Cenâb-ı Allah burada? Çünkü sen hakkı tavsiye ettiğin zaman ekseriyâ kötülükle karşılaşırsın. Sana işkence yapılır, hakaret ederler. İşte bunlara tahammül etmek gerektiğine işaret ediliyor. Allah Teâlâ hükmünü peşinen veriyor; ’sabırlı ol’ diyor. Görülüyor ki burada kötülükten men etme hususunda âyet âyeti tefsîr ediyor.
Evet, kötülükten sakındırmak için sabır lazımdır, güzel ahlâk lazımdır insana. Güzel ahlâk olmazsa insan ayniyle karşılık verir. Bu da çabalarını boşa çıkarır.

* * *

Demek ki Âl-i İmrân 104. âyette geçen ’hayra çağırmak’tan maksat; ’tevhide çağırmak’tır. ’İyiliğe çağırmak’tan maksat; ’Allah’ın emirlerine çağırmak’tır. ’Kötülükten sakındırmak’tan gaye ise; ’şirkten, isyandan men etmek’tir. Bu fiiller ise üç meziyet ister: Hayra çağıracak kişiler alim ve bilgili olmalıdırlar; iyiliği emredecek kişiler muttakî olmalıdırlar; kötülükten men edecek kişiler ise sabırlı ve güzel ahlâklı olmalıdırlar.
Hz. Ali (k.v.) Efendimiz, bir savaşta düşmanla karşılaşmıştı. Ona Allah’a îman etmesini emretti. Fakat karşısındaki îmana gelmedi. Çarpışırlarken Hz. Ali Efendimiz onu yere serdi. Tam öldüreceği zaman o müşrik, Hz. Ali Efendimiz’in yüzüne tükürüverdi. Bunun üzerine Hz. Ali (k.v.), onu bıraktı. Buna şaşıran adam, Hz. Ali’ye, eline fırsat geçmişken kendisini niçin öldürmediğini sordu. Hz. Ali Efendimiz ise: ’Ben seni Allah için îmana davet etmiştim ve bu hareketleri Allah için yapıyordum. Sen ise tükürmekle benim nefsime hakaret etmiş oldun. Bu durumda seni Allah için öldürecekken, nefsim için öldürmüş olabileceğimden, Allah rızası için yapmış olduğum bir işe nefsimden bir öfke karışmış olabileceğinden korktum. O zaman seni Allah için değil, nefsim için öldürmüş olurdum. Bu yüzden seni bıraktım.’ diye cevap verdi. Bunun üzerine adam: ’Madem ki bunu nefsin için değil, Allah için yapıyorsun, senin dînin haktır. Lâ ilâhe illallah, Muhammedü’r-Rasûlullah.’ diyerek Müslüman oldu.
İşte bu olayda, yukarıda saydığımız üç meziyetin de Hz. Ali (k.v.)’de toplandığını görüyoruz. Çünkü Hz. Ali ilim sahibidir, muttakîdir ve güzel ahlâk sahibidir. Kılıçla elde edilemeyecek sonucu güzel ahlâkı ve salih ameliyle, takvasıyla elde etmiş ve bir insanın îmana gelmesine vesile olmuştur.

* * *

Ne güzel değil mi? Hakîkaten çok güzel. İşte bu ledün ilmidir. Bu ilmi kitaplarda bulmak zordur. Tefsirlere hiç bakmayın, bunları bulmak mümkün değildir. Ama ledün ilmi de yalnız başına yetmez. Ledün ilmine de zâhirî ilim lazımdır. Abdülazîz Debbâğ Hazretleri diyor ki: ’Eğer bir mürşidde zâhir ilmi yoksa yere batır, bâtın yoksa yine batır.’ Ledün ilmi olmadan Kur’ân’ın hakîkatini anlayamayız. Zâhirî ilim olmadan da olmaz. İkisinin birleşmesi lazımdır. Çünkü kemâlât ikisindedir. Ledün ilmini misallerle aktarabilmek için zâhirî ilim gerekir. Meselâ zâhirî bir bilgi olan yukarıdaki Hz. Ali kıssasını anlatmasam, bu manayı nasıl aktarabilirim? Ledünnî manaları biliyorum, ama onu kalıba dökmek için, anlatabilmek için zâhirî ilim de lazımdır. Sırf ledün ilmi kâfi gelmez. Her ikisi de lazımdır.
Bize öyle keşifler, öyle sırlar gelir ki, onları dışarı vurmak mümkün değildir. Ama onları düşünür, güzel ve şerîata uygun bir kalıp bulur, onunla dışarı çıkarırız. Yani direkt olarak söyleyemeyiz. Elektrik enerjisini nasıl direkt olarak kullanılamıyor, trafo aracılığıyla voltlara düşürüyorsak, bize gelen bu sırları da açıktan açığa söyleyemeyiz. Söylersek bir çok insan îmandan çıkar, isyan eder. Elektrik nasıl yakarsa insanı, bunlar da öyle yakar. Bu sırlar ancak zâhirî ilmin kalıbına dökülerek açıklanabilir.

Ve’s-selâmü alâ men ittebe’al-Hüdâ.

Kaynaklar:
1. Âl-i İmrân 3/133.
2. Âl-i İmrân 3/134.
3. Âl-i İmrân 3/135.
4. Âl-i İmrân 3/110.
5. Âl-i İmrân 3/104.
6. Es-Saff 61/2.
7. El-Asr 103/l-3.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.