Özlenen Rehber Dergisi

33.Sayı

Gençlere Rehber Bir Hak Dostu

Recep Faruk KARABAL Özlenen Rehber Dergisi 33. Sayı
Ergenlik, bireyin çocukluktan yetişkinliğe geçişini sağlayan bazı özelliklerinden dolayı diğer gelişim evrelerinden farklı bir dönemdir. Gencin kendini, hayatı ve toplumu sorgulayarak eskisinden farklı bir şekilde dünyayı algılamaya başladığı bu dönemde en önemli sorunlarından biri, kendini tanıma ve tanımlamada çektiği sıkıntıdır. Çünkü genç, hem biyolojik, hem psikolojik, hem de sosyal yönden bir değişime uğramıştır. Biyolojik olarak vücut organlarında bir gelişme gözlenirken, ruhî yönden çocuklukla yetişkinlik arasında bulunduğundan tam olarak nasıl davranmasını bilememekte ve bundan dolayı davranış karmaşıklığı yaşamakta; toplumsal açıdan da aileden çevreye yönelmenin verdiği sorunlarla meşgul olmak durumundadır. Aynı zamanda zihinsel gelişimin sonucu olarak soyut düşünebilme yeteneğine kavuştuğundan, belli bir dünya görüşüne sahip olma, bu dünya görüşü içinde kendi yerini ve görevini belirleme ihtiyacı içerisindedir.(Kula, M. Naci, Gençlik, Din ve Değerler Psikolojisi, Ankara Okulu Yayınları, s. 31.)
Yetişkin her insanın belli bir dünya görüşü vardır. Çevresindeki toplumsal, ekonomik, siyasal bütün olayları bu dünya görüşü doğrultusunda ele alır. Etrafındaki kişileri de yine bu dünya görüşüne yakınlık ya da uzaklıklarına göre değerlendirir. İşte kişilerin sahip oldukları bu dünya görüşlerinin tamamen şekillendiği ve kalıcı bir hâl aldığı dönem, insanın ergenlik döneminin sonlarıdır. Gençlik dönemindeki bu dünya görüşünü kazanma sürecine kimlik arayışı, arayış sonucu karar kıldığı görüşe de o insanın kimliği adı verilmektedir.
Gencin kimliğini kazanma süreci hiç de kolay geçmemektedir. Kalıcı kimliğini kazanana kadar, kimi zaman bir büyüğüne yönelerek onun gibi olmayı arzulayacak, kimi zaman siyasî, fikrî ve ideolojik gruplara yönelecek, kimi zaman da zamanın şarkıcı, sporcu, oyuncu gibi ünlülerini kendisine örnek alacak, onlara benzemeye gayret gösterecektir. Kendine kalıcı kimliğini edinene kadar, pek çok farklı gruba girecek, farklı kişilere benzemeye çalışacak, giyim-kuşamı, konuşma tarzı, hâl ve hareketleri de bunlara bağlı olarak çok sık değişim gösterecektir. Bu sık değişimin nedeni ise toplumun gence ideal örnekler sunamamasıdır. Çevresinde ideal örneği bulamayan genç, özdeşim kurduğu, benzemeye çalıştığı örnekleri sık sık değiştirmek zorunda kalacak, ideal örnek olmayınca da mevcut örneklerle özdeşim kurarak kimliğini oluşturmaya çalışacaktır. Bu ise gençte ’kimlik krizi? denilen bunalıma sebep olmaktadır. Nitekim kimliğini oluşturmakta gerekli modeli bulamayan bir genç, sıkıntılarını şu cümlelerle dile getirmiştir: ’Nedeni neydi, neye dayanıyordu bilmiyorum, ama sürekli bir boşluk duyuyordum. Kimi kez aşırı neşeli, kimi kez durgunluk ve derimin tüm gözeneklerinden sızan sıkıntı ve yalnızlık? Hep başkalarının istediği kalıplara bürünmüştüm. Eziyordu bu beni??(Kula, M. Naci, Kimlik ve Din, Ayışığı Kitapları, s. 63.)
Bu boşluk ve bunalım ise genci topluma itaatsizliğe, suç işlemeye götürmektedir. Birçoğunu ise, sıkıntılarını unutacağı düşüncesiyle alkole ve uyuşturucu maddelere itmektedir. Hele hele özellikle basın yayın yoluyla gence örnek gösterilen kişiler, bu maddeleri kullanan kimselerse gencin bu çıkmaza sürüklenmesi çok daha kolay olmaktadır.
Genç insan, bütün bu siyasî, fikrî ve ideolojik grupları denerken, -eğer çocukluğunda tamamen dinî değerlere cephe alan bir tavırla yetiştirilmemişse- dinî grupları da deneyecek, dindar insanları da model alma yoluna gidecektir. Ancak bu durumda da onu bekleyen çok önemli sıkıntılar mevcuttur.
Bu konudaki problemlerden en önemlisi, modern dünyada dinin yalnızca vicdanlarda yaşanan, imanî bir konu olduğu; toplumdaki her türlü davranışın dinî değerlerden arındırılması gerektiği düşüncesidir ki, bu, çağımızda yaşayan insanlar içinde oldukça yaygın bir düşüncedir. Oysa gencin kitaplardan öğrendiği din ise, tamamen hayatın içinde, hayata yön ve istikamet veren bir dünya görüşüdür. Kitaplardan öğrendiği gibi dini yaşamaya kalksa toplumdan dışlanacak; topluma uyarak dindar olmaya kaksa tutarsız, yerine göre inandığını yaşayan, yerine göre inancının aksini yapan bir kişi durumuna düşecektir.
Birçok gence göre kitaplardaki dindar insan tipini günümüz hayatında görmenin imkânı yoktur. Kişinin hem modern hayat içinde yaşamını devam ettirmesi, hem de tam anlamıyla dindar olması olanaksızdır. Kişi ya dünyadan elini eteğini çekip dindar bir insan olacak, ya da şehir hayatı içinde yaşamak istiyorsa, dinî değerlerden taviz verecektir. İnandığını yaşayamamak ise genci yine bunalıma götürecektir. Gencin, dinimizin modern hayat içinde de kitaplarda anlatıldığı gibi yaşanabileceğini, şehir hayatı ile dinin bir arada bulunabileceğini idrak edebilmesi için, önünde bunu başarabilen canlı bir modelin, örneğin bulunması gerekmektedir.
İşte 11 Aralık 1999 tarihinde dünyamızdan ayrılan Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretleri de, modern hayatta dinimizin nasıl yaşanacağını insanlara bil-fiil göstermiş olan seçkin bir Allah dostuydu. Günlük yaşantısının her anı Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin sünnetleriyle süslenmişti. O, oturmasından kalkmasına, konuşmasından susmasına, yemesinden içmesinden, giyim kuşamına değin tüm davranışlarında, iki cihan Sultan’ının 1400 yıl önce yaşadığı hayatı örnek almaktaydı. Yalnızca kendi yaşamakla kalmıyor, geceli gündüzlü, oturmak durmak bilmeden son nefesine kadar da, Peygamber Efendimize nasıl ümmet olunacağını göstererek öğretiyordu.
Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretleri, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin sünnetlerini, diğer bir ifadeyle Kur’ân-ı Kerim’in insan hayatına uygulanmış şeklini titizlikle ve mütemadiyen yaşarken, dünyadan da elini eteğini çekmemişti. Çünkü elini eteğini dünyadan tamamen çekme zaten hayatı boyunca örnek aldığı Peygamber Efendimizin yapmış olduğu bir davranış değildi. Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretleri, dinimizi yaşayarak bu çağda şehirde hayat sürmenin nasıl mümkün olduğunu göstermişti. Bu yüzden etrafında toplanan ve kendisini örnek alan insanların çoğunu gençler oluşturuyordu. Bununla birlikte bu gençlerin hiç biri de onun, din-i mübîni yaşamaktaki iştiyakına ve bedenî gayretine yetişemiyordu.
Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretleri, gençlere değer verir, onları dinler, onlarla şakalaşır, onların her türlü maddî ve manevî problemleriyle yakından ilgilenirdi. Onları toplum önünde konuşmaya hazırlar, yetenek ve kabiliyetlerini keşfederek, onlara, bu yetenek ve kabiliyetlerini geliştirmelerini sağlayacak sorumluluklar verirdi. Sıkıntılı zamanlarında da mutlu zamanlarında da onları yalnız bırakmazdı. Onu tanıyan gençler, sohbetinde bulundukları zamanlarda, akranlarının yaşadıkları her türlü bunalımdan ve yalnızlık duygusundan uzak, neyi nasıl yapmaları gerektiğini bilen, kafaları şüphe ve sıkıntılardan arınmış, huzur dolu insanlar oluyorlardı. Dahası kendilerine örnek almakta zerre kadar tereddüt duymayacakları bir model insana da kavuşmuş oluyorlardı. Çünkü o, söyledikleriyle yaptıkları farklı olan birisi değildi. Söylediklerini önce kendi uyguluyor, hatta öğrencileri pek çok şeyi ondan duyarak değil, bizzat görerek öğreniyorlardı.
Onun gayretleri vesilesiyle sayısız genç, akranları kahvehaneleri, bilardo salonlarını vb. yerleri doldurup, orada zamanlarını öldürürken ve türlü kötü alışkanlıklar edinirken, bu ortamlardan uzak kaldılar. Diğer gamlık duyguları gelişmiş, bencillikten arınmış, başkaları için bir şeyler yapabilen, kısacası toplumsallaşmayı en güzel şekliyle başarabilmiş insanlar oldular. Dahası dinî yüksek tahsil yapılan kurumlarda bile kolay kolay öğrenemeyecekleri, Kur’ân-ı Kerim’i ve sünnet-i seniyyeyi nasıl doğru anlayacaklarını kavradılar, yani doğru bir dinî anlayışa kavuştular. Akaid, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf ilimlerini tanıdılar. Sayısız sünnet ve hadis öğrendiler. Bilgi edinmekle elde edilemeyecek bir nimeti daha tanıdılar ki, o da Allah ve Rasûl’ünün sevgisi idi. Öğrendiklerini yaşamlarına aktarabilenler ise nice manevî nimetlere kavuştular.
Rabbimize Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretlerini tanıttığı ve bizleri akranlarımızın düştüğü boşluklardan, kimlik bunalımlarından kurtardığı için hamd ediyor, iki cihan Serveri elçisine, O’nun sahabelerine, hanımlarına, çocuklarına, tabi olanlarına, ehl-i beytine, annelerine ve babasına salât ve selâmlarının en güzellerini gönderiyor, vefat yıldönümünde Efendi’mizi de rahmet ve şükranla anıyoruz...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.