Özlenen Rehber Dergisi

37.Sayı

Sünnet-i Seniyye ve Rasûl'e İttiba

Sünnet-Ahlâk İlişkisi:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), insanlığa gönderiliş sebebinin, ’güzel ahlâkı tamamlamak? olduğunu bildirmiştir. Aşağıdaki âyet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere, geniş anlamda din, güzel ahlâktan ibarettir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, Kur’ân’ı Kerim’inde Efendimiz (a.s.) hakkında: ’Şüphesiz ki sen yüce bir ahlâk üzeresin.?(1) buyurarak O’nu ahlâkıyla övmüştür. Peygamberimizin ahlâkı da Kur’ân’ın hayata tatbikidir. Çünkü Sahabe, Hz. Âişe (r.anhâ) validemize, Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkından sorduğunda, ’O’nun ahlâkı Kur’ân idi.? cevabını almışlardır.(2)
Peygamber Efendimizin şu hadis-i şerifi de bu konuya işaret etmektedir: ’Beni Rabb’im terbiye etti de, edebimi ne güzel eyledi.?(3) Yine İslâm’da güzel ahlâkın ehemmiyetini Peygamber Efendimiz, şu hadislerinde en güzel bir şekilde ortaya koymaktadır: ’Din güzel ahlâktır.?(4) ’Mü’minlerin îmanca en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanıdır.?(5)
Bunlardan da anlaşılıyor ki, Rasûlullah (s.a.v.)’in en başta gelen sünneti, güzel ahlâk sahibi olmaktır. Çünkü Rasûl’ün güzel ahlâkı bize örnek teşkil etmektir.

Sâlikin Rasûlullah’a Karşı Edebleri:
Tasavvufa yönelen bir mü’min(6), Peygamber Efendimiz’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanıp Allah’dan sonra en çok Hz. Peygamber Efendimiz’i sevmeli, sünnetlerini ihya etmeye çalışmalı, adı anıldıkça O’na salâvat getirmeli. Onun sünnetini bize kadar ulaştırmada ilk halka olan Ashâb’ını, Ehl-i Beyt’ini ve ezvâcını da hayırla yâd etmeli, adları anıldıkça ’Allah onlardan razı olsun? demeli, her duasına O’nu, Ashab’ını, Ehl-i Beyt’ini, ezvâcı ve bütün ümmetini dâhil etmelidir. Âile efradını da; Cenâb-ı Allah’ın, Efendimiz (s.a.v.)’in, Ehl-i Beyt’in ve ezvâc-ı Rasûlullah’ın sevgileriyle yetiştirmelidir.
Bir sâlik, akîdesini Ehl-i Sünnet akîdesine göre düzelttikten sonra Kurân-ı Kerim okumayı ve ilmihal bilgilerini öğrenmeli, bunların yanında sürekli olarak Efendimiz’in hadislerini, Sahabe hâllerini, onların güzel ahlâklarını öğrenmeli ve tatbik etmelidir. Özellikle namaz kılarken, namazın farz, vacib ve tâdil-i erkânı ile birlikte sünnet ve adabına da çok dikkat ederek, sünnet yoluna uymalıdır.
Her gün Kur’ân-ı Kerim, hadis-i şerif ve ilmihal kitapları okumayı alışkanlık hâline getirmelidir. Bunu, ibadet için camii ve mescitlere gittiğinde de yapmalıdır. Yani namaza daha vakit varsa Kur’ân-ı Kerim ve hadis okumalıdır. Vaaz varsa onu dinlemelidir. Bunları yapmazsa, bu vakti zikir, istiğfar ve salât-ü selâm getirerek de değerlendirebilir.

Sünnet’i Tezyif ve İnkâr Edenlere Karşı Tavır:
Rasûlullah’ın sünnetlerini hafife almak, hele de inkâr etmek çok tehlikelidir. Bu davranış küfrü gerektirir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin hayatı, bir vahiy neticesidir. Bu sebeple Rasûlullah’ın sünnetlerini kabul etmemek, sünnetler için; ’bu sünnet değildir? demek, Rasûlullah (s.a.v.)’e karşı harp ilan etmek demektir. Zira âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: ’O (Rasûl) hevasından konuşmaz; O, ancak kendisine vahyedilenleri konuşur?(7) Hz. Peygamber, ayrıca ’Makam-ı Mahmûd’un? sahibidir. İsrâ sûresi 79. âyetinde bu makamdan bahsedilir ki, tefsiri, ’şefaat makamı? şeklindedir.

Başka Mezheplerdeki Sünnetlere Riayet:
Bir kimse bütün haram ve helâllere dikkat edip, takva üzeri yaşamaya gayret ediyorsa, hangi mezhepte olursa olsun, Peygamber Efendimiz’in öncelikli olarak ve daha fazla yaptığı bütün sünnetlerini yapabilir.

Mürşidin Alâmeti: Kur’ân ve Sünnet’e Uygunluk:
Mürşit olduğunu iddia eden kimselerin gittiği yol, Kur’an ve Sünnet’e uygun olmalıdır. Uygun değilse, o mürşide tâbî olunmaz. Sâdık kimseler, Cenâb-ı Hakk’ın bütün emirlerini noksansız ve zamanında yapan, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin de sünnetlerini kendilerine hâl edinenlerdir. Bu kimseler ’Verese-i (Vârîs-i) Nebî ? olup yüzleri nuranî ve sözleri de rahmânîdir. Gerek Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve gerekse O’nun nâibleri (vekilleri), bir ayna mesabesinde olup, Cenâb-ı Hakk’ı arzu eden kalpleri terbiye ederek, vuslata kavuştururlar.

Rabıtanın Rasûl’e İttibadaki Rolü:
Burada, tasavvufî meselelerden biri olan ’rabıta? konusunun Rasûlullah’a ittiba ile olan ilgisine de değinelim:
Rabıta; Rasûlullah (s.a.v.)’in ’yaşayan Kur’ân? olan hayat modelini ruh ve manasıyla, gerçek anlamda, bir bütün olarak yaşamanın sırrına erişmek için bir araçtır. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin fıkhî yaşantısından mezhepler, ledün ilminin aktarımından da tasavvuf doğmuştur. Her iki halde de Hz. Muhammed’e tam ittiba olmalıdır. İşte bir kimse iki yönden de Rasûl’e ittiba ederse, Verese-i Nebî sınıfına dâhil olur.
Rasûlullah’a tam ittibada rabıtanın rolü büyüktür. Bunu Hazreti Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) Efendimizden nakledilen ve def-i hacete dahi Rasûlullah’ın, rabıtasından uzak kalamadığını anlatan olay, rabıtayı güzel bir şekilde açıklar. Bilindiği gibi tasavvufî hallerden biri de ’Fenâfi’r-Rasûl?dür. İşte bu makamdaki bir sâlikin en önemli özelliliği, Rasûlullah Efendimizin bütün sünnetlerini yaşamaya çalışmasıdır. Hadis ezberlenmekten de büyük bir manevî zevk alır; fakat kalbindeki sevgi havuzunda muhabbet-i Rasûl, zamanla dolup taşar ve sevgisi Cenâb-ı Hakk’a yönelir. Bir sâlik, tamamen olgunlaşıp en üst nefis mertebesine ulaştıktan sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)’in velâyetine iner. Bu mertebe, ’Velayet-i Kübrâ?dır. ’Velâyet-i Muhammediyye? de denir. İşte burada sülûk eden (tasavvuf terbiyesi gören) kişi, sünnet-i seniyyeleri, aynen Rasûl-i Ekrem Efendimiz gibi yaşamaya başlar. Bu makamda o, Rasûlullah Efendimiz’in halifesidir. Cenâb-ı Hak, insana, sâlikleri terbiye etmek için tasarruf gücünü burada verir.
Bekâbillahtaki sâliklerin tekrar Rasûlullah Efendimizin velâyetine inmesi, tenzîlî rütbe değil, terfi-i rütbedir. Bunu başaran sâlik, her hâlinde ister istemez, kendiliğinden Rasûlullah Efendimizin sünnetlerini yaşar. Onu gören sanki Rasûlullah’ı görmüş gibi olur. Tam bir tevhid ehlidir. İnsanlar kendisine nasıl hakaret ederlerse etsinler aldırmaz; ama Allah’a ve Rasûl’üne, tevhide karşı bir söz söylendiği zaman dayanamaz, hemen müdahale eder. İşte Rasûlullah’a tam ittibanın semeresi?

İttibada Orta Yol:
Rasûlullah’a ittiba, aşırılıklardan kaçınmayı da gerektirmektedir. Bir gün Hz. Âişe validemizden Rasûlullah’ın evdeki hâllerini anlatmasını isteyen sahabiler sonuçta, ?Biz Rasûlullah gibi olamayız, bizim daha fazla ibadet yapmamız gerekmektedir? gibi düşünmüşlerdi. İçlerinden birisi ömür boyu oruç tutacağını, birisi hiç evlenmeyeceğini, diğeri de hiç uyumayıp geceleri de sürekli ibadetle geçireceğini söylüyordu. Peygamberimiz’e intikal edince, mescidde bir hutbe îrâd etti ve şöyle buyurdu: ’Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazan oruç tutuyor, bazan tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir. ?(8) Böylece Rasûlullah Efendimiz, meseleye açıklık getirmiştir.
Velîlerdeki velâyet nuru yalnızca ilham yoluyla değil, şer-i şerife, Peygamber (s.a.v.)’e uymak sûreti ile tahakkuk eder. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’inde şöyle buyurur: ’De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.?(9)
Bu şekilde Allah’ı seven evliyâullah hazerâtı, Peygamber Efendimizin sünnetlerinden asla gafil kalmayıp, sünnetlerle hâllenirler. Bu vesile ile Cenâb-ı Hakk’ın sevgisine mazhar olurlar. Bu konuda Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: ’?Allah, onları sever, onlar da Allah’ı severler??(10)
Konuyu böylece işledikten sonra tâlib-i irfan olanlara şu tavsiyede bulunmak isteriz; kalp uyanıklığı ile okunmalıdır:

’Ey Sâlik! Din demek Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’e ve sahâbesine uymaktır. İslâm’da gedik açıp onu savunanlar ise fâsık ve fâcirlerdir.?
’Ey Mü’min! Şunu kat’iyyetle bil ki; İslâm dini ne ateşe girmek, ne şiş vurmak, ne de uçmaktır. İslâm, Hazreti Muhammed (a.s.)’in yolu olan farz, vacib, helal, haram ve sünnetleridir.?
’Ey sâlik! Tasavvuf yolunda olan hâl ve hareketleri sünnet ve sünnetullah’a uymayanların ellerinde bazı harikalar zuhur etse bile, bunlar istidraçtır; sonu ateştir. Sakın bu hâllere aldanma.?
’Her hareketinde edebliler topluluğundan ayrılma. Zira Peygamber ve sahâbesini Hazreti Allah (c.c.) Edeblendirdi.?
’Ey Azîz! İblis, sûrî gözle baktığı için, hakîkat-i Muhammediyye’yi göremedi. Ey Sâdık! Sen sudûrî gözle bak ki, mutmainne makamına varasın.?
’Ey Sâlik! Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı, Âlemlerin Fahri Hazreti Muhammed (s.a.v.)’e itaattir. Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in sünnetlerine muhâlif davranma ki, Hazreti Allah’ın (c.c.) gazâbına müstahak olmayasın.?
’Ey Sâlik! Mürşid-i Kâmil’în alâmeti, Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in sünnetlerine ittibâdır. Hal ve hareketleri Hazreti Ahmed’e ittibâ etmeyenler, İslâm dinini parçalayan eşkıyalardır.?
’Ey Sâdık! Sünnet-i Seniyye-yi ihlâsla ihya et ki, bir Sünnet-i Seniyye’nin işlenmesinde yüz şehit sevabı vardır.?
’Din, güzel ahlâktan ibârettir.? Hazreti Muhammed (a.s.)’a uy ki, O, ’güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildi.?
’Ey Sâlik! Tevhîde koş, Peygamber’e koş; ama nefsine koşma.?
’Ey Sâlik! Bazı ehliyetsiz kişiler, müteşeyyihler ’cehrî zikir yaparsak tarîkattan ve hatta dinden çıkarız’ diyorlar. Böyle insanlar sünneti hor görmekle küfre düşüyorlar.
’Ey Sâdık, îmân tohumu ne kadar kuvvetli ve iyi olursa, o kadar çok insanı çeker. Rasûlullah’ın îman tohumu, ihlâs nuru ile o denli kuvvetlenmiştir ki, bu kadar insan ona koşuyor ve îman ediyor.?
’Ey Âşık-ı Sâdık! ’Lâ ilâhe illallah’, ehl-i îmandaki kötü ahlâkları eritir, küfre gücü yetmez. Ta ki ’Muhammedü’r-Rasûlullah’ ile ikisi bir söylenir, kalp ve dil tasdik ederse, küfre gücü yeter ve onu eritir.?
?Ey Sâdık! Ehl-i küfür ne kadar ’lâ ilâhe illallah’ derse desin sevap alamaz. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.)’in her sünneti, tevhîdin bir yansımasıdır.?
’Ey Tâlip! Sahabe Rasûlullah’ın yanına geldiğinde evini, çocuğunu dahi unutuyordu; ama ne zaman ki sahabe Rasûlullah’tan uzaklaştı, Cuma namazlarına dahi gelmemeye başladı. O kadar ki, Rasûlullah onun zekâtını bile almadı.?
’Ey Sâlik! Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği kul, ibadetlerini yaparken Hazret-i Muhammed (s.a.v) Efendimiz’e uyar. Bu kullar, O’nun (s.a.v.) sünnetine sarıldıkları zaman öyle tat alırlar ki, artık bir daha O’nu bırakmaları mümkün değildir.?

Ve’s-selâmü alâ men ittebea’l-Hudâ

Kaynaklar:
1. el-Kalem, 68/4.
2. Müslim, Müsâfirîn 139. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l?leyl 2
3. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut, 1985, s. 82.
4. Buhârî, Edeb 39; Müslim, Birr 14-15.
5. Buhârî, Fedâilü’s-Sahabe 27; Tirmizî, Birr 17.
6. Bu cümleden, Rasûlullah Efendimize karşı sadece tasavvuf ehlinin edeb göstermesi gerektiği anlaşılmamalıdır. Rahmetli Üstad’ımızın, cümlesinde, sülûk edene hitabı, Allah’ın has kullarından olmayı kendisine hedef edinen kimselerin herkesten daha ziyade edebe dikkat etmesi gerektiği içindir. Peygamber Efendimiz, bütün insanlığın rehberdir. O’nu herkes sevmeli ve candan itaat etmelidir. O’na mûtî olunmadan Hakk’ın rızasına vasıl olunamayacağı bilinmelidir.
7. en-Necm, 53/3-4.
8. Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4
9. Âl-i İmran, 3/31.
10. el-Mâide, 5/54.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.