Özlenen Rehber Dergisi

47.Sayı

Hulk

Yakup YÜKSEL Özlenen Rehber Dergisi 47. Sayı
Sözlükte huy, tabiat, beşerî davranış anlamlarında kullanılan hulk kelimesi (çoğulu ahlâk), tasavvufta fazla düşünüp taşınmaya ihtiyaç göstermeden iyi davranışların kolaylıkla sergilenmesini sağlayan bir meleke olarak tanımlanmaktadır.(Tehânevî, I, 426.) Fevkalade mükemmel bir huy demek olan hulk-i azîm ise, tasavvuf yoluna sulûk eden sâlikin hem dünya hem de ahiret sevgilerini gönlünden çıkararak bütün varlığı ile Allah Teâlâ’ya yönelmesi, kimseye hasım olmadan ve kimsenin husumetini kazanmadan Allah Teâlâ hakkında mükemmel bir marifet sahibi olunması şeklinde ifade edilmektedir. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 247. Kuşeyrî, Risale, trc. Süleyman Uludağ, 405.)

Hulk, nefsin sahip olduğu bir melekedir. İnsanın işlemiş olduğu fiiller, bu meleke sayesinde fazla düşünmeye ihtiyaç göstermeden kolaylıkla meydana gelir. (Gazalî, İhya, III, 52.) Bu meydana gelen filler ise biri güzel, diğeri çirkin (iyi-kötü) olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir. Yani ahlâk iki kısımdır:

1. Birincisine ahlâk-ı hamîde (iyi huylar) denir ki, şükür, cömertlik, ihlâs, tevazu bunlardandır.

2. İkincisi ise ahlâk-ı zemîme (kötü huylar) olarak bilinirler. Nankörlük, cimrilik, riya, kibir bu gurup içerisinde yer almaktadırlar.

Âlimler, insanların niteliklerini üç bölümde değerlendirmektedirler. Bunlar fiiler, huylar (ahlâk) ve hallerdir. Fiiller, insanın iradesiyle meydana gelir. Ahlâklar ise insanda doğuştan var olmakla birlikte harcanan sürekli bir çaba ve gayret ile değişebilir. Hallere gelince, bunlar, esas itibariyle insanın dışında olarak, insanın bir etkisi olmadan başa gelen özel durumlardır.

Tasavvuf ilmi, bir ilim dalı olarak insanda doğuştan var olan bir takım ahlâkların kötü huylardan arınarak iyi huylarla bezenmesini amaç edinmiştir. Buradan hareketle tasavvuf, ahlâktır, ahlâktan ibarettir denilebilir. Yani ahlâkça önde olan bir sâlik, tasavvufî mertebeler açısından da öndedir demektir. (Kettânî’nin görüşü. Kuşeyrî, 405.)

Öncelikle sâlik, avamdan farklı olarak daha fazla güzel ahlâk sahibi olmak mecburiyetindedir. Bunu kazanabilmek için de Allah Teâlâ’nın “Şüphesiz elbette sen yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem, 68/4.) buyurarak övdüğü Rasûlullah (s.a.v.)’in ahlâkı ile ahlâklanmalıdır. Zira bir sâlikin seyr-i sulûkundaki başarı durumu, ahlâkî vaziyeti ile doğrudan ilişkilidir. Sâlik, ahlâken olgunlaştığı ölçüde sulûkunda yol alabilir. Çünkü ahlâkî yönden temize çıkamayan kimse, ancak şeklen sufî sayılabilir. (Erhan Yetik, İsmail Ankaravî Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, 201.) Fakat bu durumda onun ne sulûkunu tamamlaması mümkündür, ne de mânen terakki etmesi düşünülebilir.

Rasûlullah (s.a.v.)’e bir gün; “İmanı en üstün olan mümin kimdir?” diye sorulmuş, O da “Ahlâkı en güzel olandır” (İbn Mâce, Zühd, 31.) buyurmuşlardır.

Şu halde güzel ahlâk, insanın güzel ve örnek davranışlarının en iyisi ve en faziletlisidir. İnsanların cevherleri bu sayede ortaya çıkmaktadır. Çünkü insan bedeni ve yaratışı itibariyle gizli, ruhu ve ahlâkı itibariyle meşhurdur. (Kuşeyrî, 405.) Yani insanı organik fiiler gizlerken, ahlâkî ve ruhî fiileri meşhur etmektedir.
Allah Rasûlü (s.a.v.), “Hangi amel daha üstündür?” sorusuna; “Güzel ahlâk” cevabını vermiş ve devamla; “Adam ibadet etmediği halde güzel ahlâkı yüzünden cennette yüksek derecelere ulaşır ve ibadet ettiği halde kötü ahlâkı yüzünden cehennemde en aşağı dereceye iner” (Sülemî, Mukaddime, 118.) buyurmuşlardır.
Yine; “İçinizden en çok sevdiğim ve kıyamet gününde meclisi bana yakın olanınız ahlâkı güzel olanınızdır. İçinizden en çok sevmeğim ve kıyamet gününde benden en uzak olanınız da sersârûn (gevezeler), müteşeddikûn (yüksekten atanlar) ve mütefeyhikûn (kibirlenenler)dir” (Tirmizî, Birr, 71.) buyurmuşlardır.

Ebu Ali Dekkak, yukarıda geçen âyeti kerime hakkında şunları söylemektedir: Şüphesiz ki Allah Teâlâ, Rasûlü (s.a.v.)’e dilediği özellikleri bahşetmiş, sonra da sahip olduğu özellikler içinde en çok huy güzelliğini öne çıkararak Peygamberini bu vasfı ile övmüş ve “Şüphesiz ki sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem, 68/4) buyurmuştur.

Hasan Basrî, Cenâb-ı Hakk’ın Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz hakkında inzal ettiği bu âyet-i kerimenin yanında Müddessir süresindeki (74/4) şu âyet-i kerimeyi de ahlâk açısından değerlendirmektedir: “Ey örtüsüne bürünüp sarınan (Rasûlüm)! Kalk, ve (insanları) uyar. Rabbini yücelt ve elbiseni temizle.” Elbiseni temizle. Yani huyunu güzelleştir. (Kuşeyrî, 406.)

“Allah size bol bol zahir ve batın nimetler vermiştir” (Lokman, 31/20.) âyetinin tefsirinde ise; zahir ile düzgün bir beden, batın ile saflaştırılmış bir ahlâk kastedilmiştir denilmektedir.

İslâm mutasavvıfları, ahlâk konusuna gerek iyilik (hamîde) gerekse kötülük (zemîme) açılarından bakarak değişik yorumlar getirmişlerdir:

Fudayl b. İyaz ahlâkı ihsanda kemale ulaşma olarak değerlendirir ve şöyle der: “İnsan, ihsan ve iyiliğin her şeklini yerine getirse, fakat sadece kümesindeki tavuğa kötülük etse yine de muhsin denilen iyi insanlardan olamaz.”

Hâris b. Esed Muhâsibî, güzel ahlâkı, kaybedilen şu üç güzelliğe bağlayarak şöyle der: “Kaybettiğimiz üç şey vardır. Koruma ile birlikte güzel yüz, emanet ile birlikte güzel söz, vefa ile birlikte güzel dostluk.” Yani yüz güzel olmalı fakat iffetli ve masum da olmalı. Söz güzel olmalı fakat doğru ve tatlı olmalı. İnsanlar arsında iyi bir dostluk bulunmalı fakat aralarındaki bağ vefa olmalıdır.

Lokman Hekim’in oğluna şöyle dediği rivâyet edilir: “Üç şey vardır ki diğer üç şey olmadan bilinmez: Halim selim kişi öfke anında, cesur kişi savaşta, dost kendisine muhtaç olunduğunda bilinir.”

Muhammed b. Hüseyn ise ihlâslı olmanın önemine dikkat çekerek ahlâk kavramına şu anlamı yükler: “Ahlâk, senden Allah’a olanı küçük, Allah’tan sana olanı büyük görmektir.” Ahlâk, yaptığın ibadet ve ubûdiyeti önemsiz sayarak, nâil olduğun nimetler ile her şeyi Allah’tan bilmektir.

Beyazit-i Bestâmî de ahlâk kavramını tevazu ile açıklamaya çalışmış ve bunu Hakk’a yakınlık olarak değerlendirmiştir: “Halkın Allah’a en yakın olanı, O’nun yaratıklarına geniş yürekli davranıp tevazu gösterenlerdir” demiştir. (Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, 333.)

Şah Şûcâ Kirmânî, bir insanda bulunan güzel ahlâkın alametleri hakkında şöyle der: “Güzel ahlâkın alâmeti, başkalarına eza ve cefa vermekten kaçınmak, kendisine verilen eza ve cefaları ise sineye çekmektir.” Fakat bu haksızlık karşısında susmak değil, kimseyi incitmemek ve kimseden incinmemek anlamında düşünülmelidir. (Kuşeyrî, 406.)

Allah Rasûlü (s.a.v.), insanlara iyi davranma konusunda bazen bir tebessümün bile yeterli olabileceğini şu şeklide ifade buyurmuşlardır: “Halkı malınızla memnun etmeniz mümkün değildir. O halde onları güler yüz ve güzel ahlâk ile memnun ediniz.” (Suyûtî, I, 101.)

Vehb b. Münebbih, güzel ahlâkın kazanılması yolunda şu tavsiyede bulunmuştur: “Bir kimse iyi bir huyu kırk gün kendi ahlâkı haline getirirse, Allah Teâlâ o güzel huyu onun tabiatı (tabiî bir vasfı) haline getirir.” (Kuşeyrî, 406.)

Öyleyse güzel huyların, bir defa yapılmakla hemencecik ahlâk edinilmesi ve kişinin bu vasfa sahip olduğunu düşünmesi yanlış olacaktır. Huyların ahlâk edinilmesi için sürekli olarak yapılması bir meleke haline getirilmesi esastır. Nasıl ki iyi bir huyun bir defa yapılmakla ahlâk edinilebileceğini zannetmek ne kadar yanlış olursa, kişinin tek başına nefsinin karşısında durması ve onun süflî ahlâklarının önüne geçebileceğini zannetmesi de o kadar yanlıştır. Çünkü nefis her zaman kötülüğü emredicidir. (Yusuf, 12/53.) Bu konuda insana lazım olan mutlaka bir bilenden yardım almak olmalıdır. Konuyu Hz. Peygamber (a.s.) Efendimiz açısından değerlendirecek olursak, bir hadis-i şeriflerinde buyurduğu gibi onu da Rabbi terbiye etmiştir.

Ahlâk, yukarıda da geçtiği üzere sadece güzel huylardan ibaret değildir. Kötü huylar da ahlâk kavramı içerisinde yer alırlar. İyi ve güzel huyların kazanılması için gösterilen çaba ve gayretten daha fazlası aslında kötü huylardan kurtulmak için gösterilmelidir. Bu noktada kişiye lazım olan diğer bir ahlâkî vasıf sabır olmaktadır. Hakikaten sabır, hem güzel ahlâk sahibi olma, hem de beğenilmeyen vasıflardan temizlenme konusunda önemli bir kalbi ameliyedir.

İbni’l-Kayyım el-Cevzî’ye göre güzel ahlâk dört direk üzerine oturmaktadır: Sabır, iffet, şecaât ve adalet.

1. Sabır: Kişiyi dayanmaya, öfkesine hâkim olmaya, eziyet etmemeye, hilme, teenniye, yumuşak davranışa ve acele etmemeye sevk eder.

Sabır, kişinin kendisinden sâdır olan kötü huylardan temizlenme konusunda gerekli olduğu gibi başkalarının eziyetlerine karşı da gereklidir. İbrahim b. Ethem’ e bir gün sormuşlar: “Dünyada hiç sevindin mi?” diye. Şöyle cevap vermiş: “Evet, iki defa sevindim. Bir defasında otururken bir adam üzerime bevletti, başka bir defasında ise otururken bir kişi geldi ve enseme bir sille indirdi.”

Yine Veysel Karanî (k.s.), kendisini taşlayan çocuklara: “Şâyet beni illa da taşlamanız gerekiyorsa namaza gitmeme engel olmaması için bacağımı kırmayacak kadar küçük taşlar atın” demiştir.

Peki, insan kendisine yapılan her eziyete tahammül etmeli midir? Bu soru Hâtem b. Esamm’a sorulduğunda şöyle demiştir: “Evet, nefsi hariç her şeye tahammül etmelidir.” Yani nefis hariç herkese iyi niyet, hoşgörü ve müsamaha ile yaklaşılmalıdır.

Ebu Hafs’a “Ahlâk nedir?” diye sormuşlar, o da: “Affı al ve iyiliği emret” (el-A’raf, 7/199.) âyet-i kerimesini okumuş ve ahlâk, Allah Rasûlü’nün tercih ettiği davranış şeklidir” demiştir. Allah Rasûlü (s.a.v.)’in tercih ettiği ise Allah’ın emrettiğinden başkası olmamıştır. Müşriklere beddua etmesi istendiğinde; “Ben sadece rahmet için gönderildim, azap ve âfet olarak gönderilmedim” (Müslim, Birr, 24.) buyurmuşlardır.

2. İffet: Kişiyi kötülüklerden, çirkin söz ve davranışlardan kaçmaya, utanmaya sevk edip fuhuştan, cimrilikten, yalandan, gıybet ve dedikodudan men eder. İffet sahibi olmayan bir kimseden herkes kaçar ve uzak durmaya çalışır. Bu kimse hakkında Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyururlar: “Kötülüğünden çekinerek insanların terk ettiği kişi, insanların en kötü (şerli)lerindendir.” (Tirmizî, Birr, 59.)

3. Şecaât: İzzeti nefse, yüksek ahlâka, sevdiğini elinden çıkarabilme gücü olan cömertliğe, öfkesine hâkim olmaya ve hilme ulaştırır. Nitekim “Yiğit kimse, güreşte rakibini yenen değil, kızdığı zaman nefsine hâkim olabilendir” (Buhârî, Edeb, 102.) buyurulmuştur.

4. Adalet: Ahlâkın dengeli, aşırılığın ve geri kalmanın ortasında olmasını sağlayan adalet, kişiyi cimrilik ile israfın arasındaki denge noktası olan cömertliğe, korkaklık ve tehevvürün ortasında bulunan şecaate, gazap ve aşağılık arasındaki hilme yöneltmektedir.

Bütün güzel ahlâkın kaynağı bu dört haslet olduğu gibi bütün kötü huyların kaynağı da dörttür: Cehl, zulüm, şehvet, gazap.

1. Cehalet: Güzeli çirkin, çirkini güzel; eksiği tam, tamı eksik gösterir.

2. Zulüm: Bir şeyi asıl yerinden başka bir yere koymaya sevk eder. Böylece kişi razı olacak yerde kızar, kızacak yerde razı olur.

3. Şehvet: Hırsa, cimriliğe, iffetsizliğe, açgözlülüğe, oburluğa, alçaklığa götürür.

4. Gazap: Kibire, kine, hasede, düşmanlığa, yersiz ve düşüncesiz davranışa yöneltir.

Gazali’ye göre ahlâkın güzelleşmesi için insanın ruhunda ilim, gazap ve şehvet (arzu) elemanlarının dengeli olması gerekir.

İşte bu dengeli güzel ahlâk örneklerinden birini de Ebu Abdullah Sülemî şöyle nakleder: “Evime hırsızlar zorla girdi, ne varsa alıp götürdü. Daha sonra pazardan geçerken bana ait olan cübbenin satıldığını gördüm. Satıcıya sırtımı döndüm ve ona iltifat etmedim.” (Kuşeyrî, 408.)

Nakledilir ki Ebu Zerr bir oluktan develerine su içiriyordu. Bir adam geldi ve oluğu kırdı. Bunun üzerine Ebu Zerr oturdu, sonra da yattı. Neden böyle hareket ettin? denildiğinde; Rasûlullah (s.a.v.) bizlere şöyle emir vermişti: “Bir insan kızdığı vakit otursun. Eğer öfkesi geçerse ne âlâ, aksi halde yatsın.” (İbn. Hanbel, V, 152.)

Yine Allah Rasûlü (s.a.v.), uğursuzluğun ne olduğu sorusuna: “Kötü huydur” (Ebu Davut, Edeb, 124.) şeklinde cevap vermişlerdir.

Özetle nefsin aşırı istekleri karşısında onu tezkiye etmek, bedenin herhangi bir hastalığını tedavi etmekten daha zordur. Nefis tedavisinin en doğru metodu, peygamberlerin getirdiği tedavi yöntemleridir. Nefsini peygamberî bir metot dışında aşırı riyazetle tedavi etmeye çabalayan, doktora gitmeden kendi kendini tedavi etmeye kalkan hastaya benzer. O kimse canını tehlikeye düşürebilir.

Peygamberler ve onların halifeleri kalp doktorlarıdır. Bu sebeple nefis tezkiyesi ancak onların tedavi yöntemlerine uymakla mümkün olmaktadır. İşte nefis böyle terbiye edilir, beğenilen ve hoşa giden güzel ahlâki vasıflar ancak böyle alışılır. Başka türlüsü mümkün değildir.

Güzel ahlâkın zirvesi, Allah’ın o güzel Rasûlü, Habîbi, Efendimiz (s.a.v.)’in birkaç güzel sözü ile konumuza son verelim:

C “İyilik, güzel ahlâktır. Günah (kötülük) ise vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmelerini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr, 14.)

C “Nerede olursan ol, Allah’a karşı saygılı ol. Bir kötülüğün arkasından onu yok edecek bir iyilik yap ve insanlara güzel ahlâkla muamelede bulun.” (Tirmizî, Birr, 55.)

C “Allah katında kötü ahlâktan daha büyük bir günah yoktur. Çünkü kötü ahlâk sahibi bir günahtan çıkar, diğerine düşer.” (Et-Terğîb ve’t-Terhîb, III,278.)

C “Kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, müslümanın güzel vasıflarındandır.” (Muvatta, Husnü’l-Hulk, 3.)

C “Kötülük (fuhşiyyat) bulunduğu şeyi lekeler, haya ise güzelleştirir.” (Tirmizî, Birr, 47)

C “Rıfk (nezaket ve ağır başlılık)tan yoksun olan, hayırdan da yoksun olur.” (Müslim, Birr, 74.)

Cenâb-ı Hakk, şu kırık dökük amellerimizle parça parça olmuş gönüllerimizi ve ahlâklarımızı Rasûlü’nün ahlâkı gibi kılsın inşallah. Amin...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.