Özlenen Rehber Dergisi

70.Sayı

Vahiy Şehri Mekke’nin Fethi ve Tarihe Yansıyan Dersler

Miladî takvime göre 31 Aralık, İslam tarihinde önemli bir yere sahip olan Mekke’nin fethedildiği gündür. Maalesef günümüzde Müslümanların birçoğu bu günü Mekke’nin fethedilmesinden çok yılbaşı kutlamaları olarak hatırlamaktadırlar. Bu vesileyle Bu ayki yazımızda Mekke’nin fethi esnasında, öncesinde ve sonrasında cereyan eden bazı hususları ele almaya çalışacağız. Çünkü öncesinde, sonrasında ve fetih esnasında ders çıkarmamız gereken mühim hadiseler cereyan etmiştir.

Canların feda kılındığı gün: Biatü’r-Rıdvân

Mekkenin fethedilmesinden önce meydana gelen hadiselerden en önemlisi Hudeybiye’de Peygamber efendimizin Müslümanlardan aldığı Rıdvan beyatı olarak bilinen ve Mekke’nin fethini müjdeleyen olaydır. Bilindiği üzere hicretin 6. senesinde Allah Rasulü 1400 kadar sahabesiyle beraber Mekke’ye umre yapmak için yola çıktıklarında Mekkeli müşrikler tarafından Hudeybiye mevkiinde durdurulmuş, onları Mekke’ye sokmak istememişlerdi. Bunun üzerine Hz. Osman (r.a) Mekke’ye görüşmelerde bulunmak üzere elçi olarak gönderilmişti. Bir süre sonra Hz. Osman’ın (r.a) şehit edildiği haberi yayılmıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz orada bulunan bütün ashabından ölüm beyatı alacağını duyurdu. Bunun üzerine bütün sahabeler birbirleriyle yarışırcasına Rasulullah (s.a.v)’e her halükarda Onunla olacaklarına, kanlarının son damlasına kadar Allah ve Rasulü için çarpışacaklarına dair söz verdiler. İslam’da önemli bir yeri olan bu hadise Allahu Teala tarfından ayetlerle taçlandırılarak beyata katılanların hepsinden Allah Teala’nın razı olduğu bildirilmiştir.

Sahabenin beyatını bildiren âyet-i kerimede şöyle buyurulur: ’Sana beyat edenler gerçekte Allah’a beyat etmektedirler. Allah’ın eli onların elleri üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur ve kim Allah’a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir’ (el-Feth, 10) ve ’Allah şu müminlerden razı olmuştur ki, onlar ağacın altında sana beyat ediyorlardı. Allah onların gönüllerindekini bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara alacakları birçok ganimetler bahşeyledi. Allah üstündür, hikmet sahibidir’ (el-Fetih, 19) âyetleri bu olayı anlatmakta ve Cenab-ı Hakkın biat edenlerden razı olduğunu bildirmektedir. Bu âyetlerden dolayı, bu beyata, razılık biatı anlamında ’Biatür-Rıdvân’ ve Hz. Peygamberin altında oturduğu ağaca da razılık ağacı anlamında ’Şeceretür-Rıdvân’ adı verilmiştir.

Bu hadise beyatın önemini vurgulama açısından önemli bir yere sahiptir. Yapılan beyatta kalbin iman açısından sükun, huzur ve sadakatinin sonucunun Allah’ın rızasına ve büyük fetihlere doğru hızla yol alma olduğu görülmektedir.O gün yapılan beyat Mekke’nin putlardan temizlenerek Allahın beytinin onun istediği şekle getirilmesi sonucunu ortaya çıkarmış, bu günde yapılan beyattaki sadakat, kalplerimizin putlardan temizlenmesi ile oluşacak fetihle sonuçlanacaktır. İnsanlar günahlardan hicret eder ve günahları terk ederlerse onlar için de manevî fetihler müyesser olur. Dünyaya nispetle Kâbe-i Muazzama ne ise, insana nispetle kalp de odur. Kâbe’yi putlardan temizlemek ne kadar güzel bir şey ise, kalbi kötü duygulardan temizlemek de işte o kadar güzeldir.

Muhacir olmak

Mekke’nin fethi için yapılan sefer esnasında ve Mekke’ye Müslümanların girişindeki şu iki hadise de ders çıkarmamız açısından önemlidir.

Rasûlullah (s.a.v.)’ın amcası Hz. Abbâs (r.a.) müslüman olmuş, fakat müslümanlığını gizleyerek Mekke’de müşrikler arasında kalmıştı. Böylece Mekke’deki haberleri gizlice Rasûlüllah (s.a.s.)’e ulaştırıyordu. Artık Mekke’de yapılacak iş kalmamıştı. Hîcret için Mekke’den çıktı, fakat yarı yolda Fetih Ordusuyla karşılaştı. Eşyasını çocuklarıyla Medine’ye gönderip O da orduya katıldı. Rasûlullah (s.a.v.) Hz. Abbâs’ın gelişinden çok memnun oldu. ’Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhâcirlerin sonuncusu da sen!’ diye iltifatta bulundu.

İslam için, Allah ve Rasulü için olan hicretin önemini belirten bu hadisede peygamberimiz henüz hicret yolculuğunu tamamlamayan Hz. Abbas’a Muhacir oldun demekle büyük bir payeye ulaştığını müjdeliyordu. Diğer muhacir sahabe efendilerimiz gibi Hz Abbas da bir insanın dünyada alabileceği en güzel unvanlardan biri olan muhacir unvanını en son alan sahabe oluyordu.

Hicret, bir şeyi terk etmek demektir. Allah Teala’nın yasak ettiği şeyleri terk edip yapmamak da genel manada hicret sayılmaktadır. Nitekim, Peygamber Efendimiz: ’Muhacir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir’ buyurmuşlardır.

Belki bizler bu gün bu manada bir muhacir unvanını elde edemeyiz; ama zahiren ve batınen bizi Allah’ın dinini yaşamaktan alıkoyan bütün engellerden, Allah Rasulü’nün yaşadığı bir İslamî hayata hicret ederek, Onu hayatımızın her anına yerleştirerek kendimizi Allahın rızasına yakınlaştırmanın yollarını aramalıyız.

Allah için tek vücut olmak

Fetih esnasında Merru’z-Zahrân’dan hareket edileceği sıra Rasûlullah (s.a.v.) Hz. Abbas’a: ’Ebû Süfyân’ı yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun ihtişâmını görsün’ diye emretti.

Hz. Abbâs, Ebû Süfyân’ı, ordunun geçeceği dar bir geçit yerine oturttu. Mücâhidler sırayla alay alay Ebû Süfyân’ın önünden geçtikçe Ebû Süfyân’ın yüreği burkuluyor, geçen her kafilenin hangi kabîle olduğunu soruyordu. Hz. Abbâs:

’Bunlar Gıfâr kabîlesi, şunlar Cüheyne..’ diye geçen kabîleleri bir bir anlattıkça Ebû Süfyân: ’Şaşılacak şey, bunlarla benim aramda ne düşmanlık var ki, buraya kadar gelmişler’ diye hayretini ifâde ediyordu. Bir ara:

’Yâ Abbâs, kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş!’ dedi. Hz. Abbâs:

’Hayır, bu saltanat değil, nübüvvettir!’ diye cevâp verdi.

İslam’daki gaye birliğini en güzel bir şekilde ifade eden bu hadise İslam kardeşliğinin ne büyük bir olgu olduğunu gösterme açısından da önemlidir. Mekke’ye giren kabilelerden hiç birisinin özel olarak Mekkelilerle kabile ve aşiret düşmanlıkları olmamasına rağmen o gün ayrı ayrı kabilelere mensup insanların tek bir çatı altında tek bir gaye içinde orada bulunmaları herkes için bir ders olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam’dan önce bu kabilelerin bazılarının bazılarıyla olan düşmanlıkları nedeniyle bir araya gelmeleri mümkün değilken; şimdi, İslam için yekvücut olup düzenli olarak ve saf saf Mekke’ye girmeleri gerçekten daha önce bununla karşılaşmamış olanlar için şaşılacak bir şeydir.

Müslümanlar hangi ırk, hangi kabile ve hangi milletten olursa olsunlar birbirleriyle olan kardeşlikleri Allah ve Rasulü’nün istediği şekilde tesis edildiği ve gayeleri Allah’ın dini, Onun rızası olduğu zaman Mekke’nin fethindeki gibi komutanların en hayırlısı olan Rasulullah efendimizin arkasındaki ihtişamlı İslam ordusu gibi karşısındaki düşmanlardan kimisinin kalbine korku salacak, kimisininkine de islam’ın nur güzelliğinin açılmasına vesile olacak ve i’lây-i kelimetullah sancağının her beldede ve her kalpte dalgalanmasını sağlayacaktır.

Kalpleri fetheden fatih olmak

Mekke’ye girildikten sonra yaşanan hadiselerden en önemlilerinden birisi de Rasulullah efendimizin yüce ahlakının sonucu kalpleri fethetmesi olayıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v.), fethi müteakip Mekke halkına seslenmek istiyordu. Çıkarttığı münadiler: ’Herkes Kabe’nin önüne gelsin, Muhammed (s.a.v.) sizinle konuşmak istiyor.’ diye nida ederek Peygamberimizin bu isteğini halka duyurdular. Endişeli biçimde herkes toplandı. Henüz İslâm’la müşerref olmamış binlerce Mekkeli müşriğin yanında müslüman askerler de hazır bulunuyordu. Öğle namazı vakti idi. Hz. Peygamber müezzini Bilal-i Habeşî’ye ezan okumasını emretti. Bilal-i Habeşî hemen Kabe’nin damına çıktı ve ezan okumaya başladı: ’... Lailahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)’. Orada hazır bulunanlar arasında büyük bir kabile reisi olan Attab b. Esid de bulunuyordu. Attab, hemen yanı başında duran arkadaşının kulağına şunu fısıldıyordu: ’Allah’a şükür ki babam öldü, yoksa buna katlanamazdı!’

Hz. Peygamber öğle namazını kıldırdı, sonra Mekkelilere dönerek, sordu: ’Benden ne yapmamı bekliyorsunuz?? Onlar ise hiç de hak etmedikleri bir merhameti isteyecek söz bulamayarak, utançtan başları öne düşmüş vaziyette şu cevabı verdiler: ’Sen soylu bir babanın oğlu, asil bir kimsesin. Senden hayır umarız’ Hz. Peygamber’in, tümünün kılıçtan geçirilmesi emrini verme imkanı vardı. Ama O, bunu yapmadı. Güç elindeydi, Mekkelilerin mallarının hepsini müsadere etme vasıtalarına da sahipti. İktidar elindeydi, herkesi köle yapma gücüne de sahip bulunuyordu. O, bunların hiçbirini yapmadı. O, kendisinden bekleneni yaptı. Mekkelilerin utancı karşısında onlara şunu söyledi: ’Bugün hiçbir şeyden sorguya çekilmeyeceksiniz. Gidiniz, hepiniz hürsünüz.’(M.Hamidullah, İslam Peygamberi 1, 268)

Az önce, Mekkelileri eleştirmeyen, ama yüce Yaratıcı’yı tebcil eden ezana bile katlanamayan bu insanların tepkisi ne oldu? ’Allah’a şükür ki babam öldü, yoksa buna katlanamazdı!’ diye arkadaşının kulağına fısıldayan ve bir ateş küpüne dönen Attab hemen sıçradı, kendisini Hz. Peygamber’e takdim ettikten sonra O’na şunları söyledi: ’Muhammed; ben, bir büyük Attab’ım -yani İslâm’ın büyük bir düşmanı.- Şimdi şehadet ediyorum ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ediyorum ki, Muhammed Allah’ın elçisidir!’ Sadece Attab değildi o gün müslüman olan; günbegün tüm Mekke şehri İslâm’ı kabul etti. Ancak yeni müslüman olmuş olan Attab’a karşı Hz. Peygamber’in mukabelesi ilginç oldu.

Bir an bile tereddüt etmeyen Hz. Peygamber Attab’a şunu söyledi: ’Seni Mekke valisi tayin ediyorum.’ Böylece Hz. Peygamber, az önce düşman olan bir kişiyi vali tayin etmiş, sonra da şehrin fethi için gelmiş olan Medineli askerlerden bir tekini bile bırakmaksızın, şehirden çekilmiş ve Medine’ye geri dönmüştür.( M.Hamidullah, İslam Peygamberi 1, 269)

Bu hadisede şunu müşahede etmekteyiz. Rasulullah yaptığı her işi ancak Allah için yapmıştır. Mekke’yi de fethederken kendisine Mekke’de yapılanları düşünerek intikam alma duygusuyla değil Mekke’nin, aslı olan tevhid anlayışının yeryüzünde parlayan nuru olması içindir. Yukarıda anlatıldığı üzere Peygamberimiz türlü eziyet ve hakaretlerle çıkarıldığı beldesine bir fatih olarak dönmüş, karşısındakiler kendilerine daha önce ona yaptıklarının karşılığı olarak ne ceza vereceğini düşünürken o rahmet peygamberi olmasının sonucu gönülleri fethedecek olan bağışlama yolunu tutarak biraz önce müşrik olan Mekkelilerin kendiliklerinden Müslüman olmalarına vesile olmuştur. Gönülleri fethetmesinin sonucu Medine’den beraber geldiği İslam ordusundan hiç kimseyi orada bırakmadan ve yeni Müslüman olan bir sahabeyi orada vali tayin ederek geri dönmüştür. Tarihi şöyle gözümüzün önüne getirdiğimizde bu hadise üzerinde ibretle durulması gereken bir husustur. Hangi komutan bir yeri alır da orada kendisine ait, orayı koruyacak bir askeri birlik bırakmadan oradan döner’ İşte, İslam’daki fetih anlayışının özünü oluşturan Mekke’nin fethi sadece askeri bir harekat olmayıp aynı zamanda gönüllere de yapılan bir harekattır. Rasulullah efendimizden sonraki dönemlerde tarih sahnesinde kurulan İslam devletlerindeki fetih anlayışı bu olduğu sürece yani sadece toprak parçası kazanmak veya bir şehre hakim olmak anlayışı olmayıp oralara i’lây-ı kelimetullah anlayışının yerleşmesi amacı olduğu sürece, bunu yaparken de Rasulullah efendimizin metodu olan kalpleri fethetme yolu olduğu sürece başarı sağlamışlar ve asıl hedefe ulaşmışlardır. İstanbul’un fethinden önce Bizans halkının ’Konstantin’de Latin şapkası görmektense Osmanlı sarığı görmeyi yeğlerim? anlayışı Mekke’nin fethindeki uygulanan peygamberî metodun bir sonucudur. Günümüzde belki bir şehrin bu şekilde fethedilmesi hadisesi karşımıza çıkmayabilir; ama insanların gönüllerini tevhidî anlayışa yöneltecek kalplerin fethini Rasulullah efendimizin metoduyla yapabiliriz.

Yazımızın başında da ifade ettiğimiz üzere, ne yazıktır ki, bu gün Müslümanlar 31 Aralık akşamını yılbaşı olarak kutlamaktadırlar. Mekke’nin bu günde fethedildiğinden belki de haberdar bile değiller. Mekke’nin fethinde Rasulullah efendimiz güzel ahlakıyla nasıl ki gönülleri fethetmişse, biz de Müslüman olan kardeşlerimizin bilerek veya bilmeyerek yapmış oldukları bu yanlış davranışlarını güzel ahlakımızla gönüllerini fethederek, güzel bir üslupla değiştirmenin yolunu aramalıyız. Bu konuda fetih anlayışının özünü kavramış olan her bir Müslüman, akraba ve komşusundan böyle bir durumda olana yapacağı usulüne uygun bir fetih hareketi ile gelecek yıllarda 31 Aralık akşamını İslam’ın özüne uygun olan Mekkenin fethi kutlamalarıyla, tevhid, tekbir, tehlil ve salavatların arş-ı alâ’ya çıktığı bir günün vesilesi olacaktır inşaallah.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • almışhan

    ALLAH RAZI OLSUN.Belki bazı kardeşlerimizin kendilerine gelmelerine vesile olursunuz.

  • belgin

    yazınız gerçekten çok güzel aradığım tam da bunlardı. teşekkürler...

  • burak

    allah razı olsun

  • hÜSEYİN demircioğlu

    Yazınızı çok beğendim. Önrünüz müzdat, niyyetiniz kabul olsun. Allah razı olsun der selâm ve saygılar sunarım. Efendim.

  • esra

    güzel bir bilgi. çok beğendim istediğim ödevin fazlasını aldım.teşekkürler.

6 kişi yorum yazdı.