Özlenen Rehber Dergisi

88.Sayı

Peygamberimizin Yolu Üzere İtikat Sahibi Olmak...

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 88. Sayı
Sahih itikat, bizi cehennem azabından ebedi olarak kurtaracak bir yoldur. Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz de şöyle buyuruyor: ’…Dikkat ediniz! Ehl-i Kitap’tan sizden önceki kimseler yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yetmiş iki (fırka) ateştedir. Bir (fırka) ise cennettedir. Bu (cennetlik fırka ehl-i sünnet ve’l-)cemaattir.’ (Ebû Dâvûd, Sünnet, 1) Ateşte olan bu yetmiş iki fırkanın azaba düçar olmalarının sebebi itikatlarının dalâlet yolu üzere olmalarıdır. Rasûlullah Efendimizin yolunu terk etmeleridir.
Bir insan namaz da kılsa, oruç da tutsa, zekât da verse, eğer ki itikat yolları doğru olmazsa yapmış olduğu ibadet ve taatlar, hepsi de suyun üstüne yazı yazmaya benzer ki dağılır ve kaybolup gider. İnsan, ’birçok amel işledim, oruç tuttum, hayır hasenâtta bulundum ve bunların karşılığında Rabbim bana ecr-i mükâfât verir, afv-u mağfiret eder’ diye beklerken; itikadındaki yanlışlığı sebebiyle amellerinin hepsi boşa çıkar. Erkek ve kadın, her mümine lazım olan odur ki itikadını sahih bir yol üzere kurmalıdır. Bu da Peygamber Efendimizin bu hadis-i şerifte işaret buyurmuş olduğu gibi olmalıdır. Peygamber Efendimiz yetmiş üç fırkanın olacağını haber veriyor. Yani diğer yetmiş iki fırkanın hepsi de Rasûlullah Efendimizin ümmeti içerisinde olacak; fakat takip etmiş oldukları yolu doğru bir yol olarak görecekler. Ancak Peygamber Efendimizin yolu olmadığı için sonunda hüsrana düşecekler, Allah vermesin!
Sahabeyi Güzin Efendilerimiz; ’O (kurtulacak fırka) kimdir yâ Rasûlallah?’dediler. (Rasûlullah Efendimiz): ’Ben ve ashabımın üzerinde olduğu fırkadır.’ buyurdu. (Tirmizî, İman, 18) İşte bu vasfı taşıyan ebedi kurtuluşa erer inşallah. Kim de Rasûlullah Efendimizin yolunu terk ederse gitmiş olduğu yol yanlış, batıl ve sonu ebedî ateştir.
İtikat sahih olunca yapılan ameller de Allah’ın nezdinde bir kıymet kazanır. Peki, sahih itikat nedir? Buna bakmak lazım. İslamî ilimler içerisinde ilimler; Kur’ân ilimleri, hadis ilimleri, fıkıh ilimleri şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Bunlar içerisinde bir de itikat ilimleri vardır. Bu ilmin içinde de ulûhiyetle ilgili olan kısımlar vardır. Bu da bize doğrudan Cenâb-ı Hakk’a, Rabbimize karşı bir kul olarak kalbimizde nasıl bir iman taşırsak o zaman inancımız doğru olur, bunları öğretir. Başta Cenâb-ı Hakk’ın Zât-ı Sübhânesi ile alakalı inanç esasları olmak üzere, kabir ve ahiret hayatı, melekler ve onlara ait olan hususlar, cennet ve cehennem, kadere iman konusu, gönderilen Sahife ve Kitaplar, Peygamberler (a.s.), mahşer, hesap, mizan, sırat köprüsü… vd. iman umdelerini izah eder.

İhlâs Suresi ile dosdoğru itikadı bulmak...
Namazlarımızda sıkça okuduğumuz bir sure-i celile, bir sure-i azîme vardır ki Peygamber Efendimiz bu Sûre-i Celîle hakkında: ’…Canım elinde olan (Allah)’a yemin olsun ki; muhakkak ki o (ihlâs sûresi) Kur’ân’ın üçte birine denk olur.’ buyurdu. (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 13) buyuruyor.
Peygamber (s.a.v.)’e Mekke müşrikleri soruyorlar: ’Bizim üç yüz atmış tane putumuz var Kâbe’nin etrafında. Bizim işlerimize bu kadarı yetişemiyor, sen de bir olan Allah’tan bahsediyorsun? Nasıl olacak da bu işlere yetişecek? Bize onu bir tanıt bakalım’ diyorlar. Yani yaratanlarını kendileri gibi mahlûk olarak düşündükleri için böyle soruyorlar. Zaten bu anlayışları onları şirk bataklığına saplamıştır. Halbuki Hz. Allah, hiçbir beşer aklının ihata edemeyeceği, her türlü tahayyülün dışındadır. Karşılarına tahtadan, ağaçtan veya her hangi bir madenden yaptıkları şekilleri Rab olarak kabul edip onlara tabi olmuşlardır.
Rasûlullah Efendimizin atası olan İbrahim (a.s.)’ın bu hususta vermiş olduğu mücadele Kur’ân’ın anlatmış olduğu kıssalardan bir tanesidir. Vaazlarda çokça anlatılır, meşhurdur. Herkes bir panayır vesilesiyle bir yere toplandığı zaman İbrahim (a.s.) eline bir baltayı alıyor, oradaki putların hepsini kırıyor, baltayı da götürüp büyük putun boynuna asıyor. Geri geliyorlar ki ibadet ettikleri, yağmurun, rızkın, ölümün ve hayatın elinde olduğunu kabul ettikleri taşlar paramparça olmuş. İbrahim (a.s.)’a soru tevdi ediliyor. ’Kim yaptı bunu!’ Diyor ki: Belki onu şu büyük¬leri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun. Balta büyük putun boynunda, o yaptı!’ ’Sen!’ diyorlar, ’bizimle dalga mı geçiyorsun? Bunun böyle bir şey yapamayacağını bilmiyor musun da bize böyle söylüyorsun?’ İbrahim (a.s.) ’Kendisini bile korumaktan aciz olan bir taşa siz neden Rab olarak tapıyor, ibadet ediyorsunuz?’ diyerek, o insanlara içlerinde bulundukları yanlışlığı Allah’tan aldığı kuvvetle anlatıyor elhamdülillah.
Mekke dönemindeki müşrikler de böyle. Onlar da putlara tapıyorlar idi. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz çocukken amcası Ebu Talip Peygamberimiz’i putlara ibadet edilen yere götürmek istediği zaman Peygamber Efendimize öyle bir hal geldi ki amcası korktu, ’Tamam!’ dedi. ’Sen yeter ki gelme! Burada kal!’ diyerek Onu bıraktı.
İşte Peygamber Efendimize sordular. İbn Abbâs (r.a.) haber vermiştir ki; Peygamber (s.a.v.)’e Mekke müşrikleri (Kureyş kâfirleri) soruyorlar: ’Ey Muhammed, bize Rabbını vasfet ve onun nesebini haber ver’ dediler de Cenâb-ı Hakk Peygamber Efendimize İhlâs Suresi’ni ve ’İlâhınız bir tek ilâhtır. Yegâne ilâh O’dur, O Rahman ve Rahîm.’ (Bakara, 2/163) âyetini inzal buyurdu.
Bütün müşrikler bekliyorlar ki, O bir olan Allah nasıldır, Onun vasfı nedir, sıfatı nedir?... Bismillahirrahmanirrahim. ’قُلْ / Ey Habibim, söyle onlara’ ’اَحَدٌ اللّٰهُ هُوَ / O Allah ki birdir!’ Daha ilk gelen ayetle onların şirk eseri olan bütün inançlarını paramparça ediyor. ’O Allah ki birdir!’ ’Bir’ demek suretiyle Zât’ı dışındaki rab diye güvenilen, sığınılan batıl ilahların hepsini nefyediyor Cenâb-ı Hakk. Lâ ilâhe İllallâh kelimesini doğruluyor: ’O Allah ki birdir!’
’اَللّٰهُ الصَّمَدُ /Allah Sameddir, hiçbir şeye muhtaç değildir!’ Halbuki o insanlar iyilik görmek için, hayır görmek için, putlarına hediyeler veriyorlar, birçok manasız işlerde bulunuyorlar. Üzerlerinde uçan kuşların pisliklerinin temizliğini onlara ibadet ve kulluk olarak biliyorlar. Üzerine konan bir sineği üzerinden kaldırmaya güç yetiremeyen o varlıklara tapıyorlar. ’Allah hiçbir şeye muhtaç değildir!’ Zatı dışındaki her şey o bir olan Allah’a muhtaçtır. Bu ezelde de böyle idi, ebed de böyledir. Nihayete kadar da Allah’tan başka bu vasfın sahibi yoktur.
Cenâb-ı Hakk’ın katında yokluk diye bir şey yoktur. Zorluk diye de bir şey yoktur.
’اِنَّمَآ اَمْرُهُٓ اِذَآ اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ / Bir şeyi murad ettiği zaman onun emri ona sadece ’Ol!’ demesidir ki, o da hemen oluverir.’ (Yâ-sîn, 36/82) Çünkü Hz. Allah yoktan yaratandır. Bir insan bir şey yapmak istediği zaman, bir ev yapmak istediği zaman bile, hemen etrafındaki evlere bakıyor ki o misaller içerisinde kendisine hoş gelecek şekilde yapıyor. Bir usta başka bir ustanın yaptığına benzetiyor. Bugün teknolojiyle elde edilen, bindiğimiz uçaklar aynı kuşların misali değil midir? Daha nice şeyler Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olduğu o varlıklara benzetilmek suretiyle, onlardan alınan örnekler eşliğinde ortaya konuyor. Olmayan bir şeyi var edemezler. Sadece maddeleri birleştiriyorlar, onlarla bir şeyler oluşturuyorlar. Allah (c.c.), suyu vermeyince… diyorlar ki ’Efendim havadan su elde ediyorlar?’ Havayı da yaratan Allah değil mi? Aya gidiyorlar mesela, ayda niçin hava yaratamıyorlar? Cenâb-ı Hakk bunu bu âleme vermiş, bu âlemde elde ediyorlar. ’O hiçbir şeye muhtaç değildir; ama her şey O’na muhtaçtır.’
Müminin itikadı dosdoğru olacak. Kişi, Cenâb-ı Hakk’ın ’قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ’ ile zikredilen bu birliğine; ’O hiçbir şeye muhtaç değildir; ama her şey O’na muhtaçtır.’ ayetine zıt bir anlayışta olduğu zaman, yaptığı bütün ibadet ve taatını kökten bitirmiş oluyor. Cenâb-ı Hakk’a bu vasıflarla iman edecek, bu vasıflarla O’nu tasdik edecek ki yapmış olduğu ibadet ve taat itibar bulsun da, zatında ve sıfatlarında bir olan Allah’a iman etmiş olsun. Yoksa bunun dışındaki bir inancın sahibi olmuş olur ki Allah da böyle bir inancı kabul etmiyor.
’لَمْ يَلِدْ / doğurmadı’ halbuki bunları söylerken, bu ayetler boşuna gelmiyor. ’وَلَمْ يُولَدْ / doğurulmadı.’ İsa (a.s.) peygamberdir, bizim inancımız budur. Ve Cenâb-ı Hakk onu babasız dünyaya getirmiştir. Annesi Hz. Meryem’dir. Cebrâîl (a.s.)’ı göndermiş, bir nefha ile, yani bir nefes üflemek suretiyle Allah, Hz. İsa’yı Hz. Meryem’in rahminde halk etmiştir. O dönemdeki insanlar buna inanmadıkları için, Hz. Meryem: ’Ya Rabbi, ben bunu insanlara nasıl anlatacağım?’ dediği zaman ’Sen insanların arasına git, sükut et, konuşma!’ (Bkz., Meryem, 19/26-37) diye Cenâb-ı Hakk’tan emir geldi. Ve yeni doğmuş olan İsa (a.s.) anne kucağında konuşmaya başladı, Allah’ın birliğini izhar etti. Annesinin tertemiz bir iffet sahibi olduğunu izhar etti. Bu hakikat, onların nezdinde yanlış bir inanca sürüklendi. Peki Hıristiyanlar nasıl inanıyorlar? İsa (a.s.)’ı Allah’ın oğlu kabul ettiler. Baba-oğul ve Ruhu’l-Kudüs şeklinde teslis inancı dediğimiz inançla Allah’ın birliği inancından ayrıldılar. Şuanda Hıristiyanlar ne amel yaparlarsa yapsınlar, Cenâb-ı Hakk hakkındaki bu yanlış itikatlarından dönmedikleri müddetçe, her bir azalarını lime lime etseler Allah’ın nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü Allah’ın birliğini inkâr ediyorlar. Allah’a eşler ve oğullar isnat ediyorlar.
’وَلَمْ يُولَدْ / Doğurulmadı.’ Yahudiler de Hıristiyanlar gibi ’uzeyrun’ibnu’llâh/Uzeyr Allah’ın oğludur.’ demek suretiyle, Cenâb-ı Hakk’a karşı olan inanç ve itikatlarında Cenâb-ı Hakk’ın birliğinden ayrılıp şirke düştüler. Halbuki bu iki dinin de aslı, temeli tevhid dinidir. Allah’tan gelmiştir bu dinler. Ama sonradan gelen insanlar doğru olan bu dinleri yanlış itikatlara sürüklemişler ve semavî olan, Cenâb-ı Hakk’tan Cebrâîl (a.s.) vasıtasıyla gelen bu dinlerin aslını bozmuşlardır.
İlk İncil Hz. İsa (a.s.)’ın vefatından çok sonraları yazılmıştır. Önceden Kitap halinde değildi. Bir rahip tarafından yazılmış, o da yanlışlarla dopdoludur. İçerisinde vahyin kırıntıları olsa bile aslı değiştiğinden dolayı itibar edilmez. Zaten Kur’ân-ı Mübîn geldikten sonra ondan öncekilerin hükmünü Kur’ân’ı gönderen Allah kaldırmıştır. Kıyamete kadar geçerli olan din, hem de bütün insanlara geçerli olan din İslam dinidir. Kim de Rasûlullah Efendimizin dünyaya Peygamber olarak gelişinden sonra, İslam’ın dışında bir inanışla Cenâb-ı Hakk’a giderse o din o kimse için kabul edilmez, itibar görmez ve ebedi hüsrana uğrar.
’وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ /Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir.’ İşte bu âyetler, müminlerin Cenâb-ı Hakk hususundaki inanç ve itikatlarını Kur’ân vasıtasıyla ortaya koyduğu şeklidir. Yol budur. Kim de bu anlayışın dışında olursa hiçbir ibadeti ona fayda vermez.

Yaygın bir itikat yanlışlığı...
Toplum içinde yaygın olan yanlış itikada bir misal vereyim. Belki hatırda kalıcı olur. Bazı evlerin girişine, çocukların üstlerine, evlere veya arabalara mavi nazar boncuğu veya ölmüş hayvanların iskeletleri yahut çeşitli otlar asılıyor. Sahibine soruyorsun, ’bunu niçin buraya koydunuz?’ Diyor ki: ’Eve nazar değmesin, eve bir kötülük gelmesin, arabama bir kötülük gelmesin, çocuğuma bir kötülük ilişmesin diye!’ ’Kim engelleyecek bu kötülükleri?’ diyorsun. ’İşte şu takmış olduğum mavi boncukla bu kötülüklerden korunmuş olacağım’ diyor. Halbuki Allah (c.c.), bir insan hakkında bir hayrı dilediyse yaratılmış ne kadar şey varsa o insanla o hayrın arasına koysanız, Allah o hayrı ona ulaştırır. Bir kötülük de birisine isabet edecekse bütün varlığı o kişiyle o kötülük arasına koysanız yine o kötülük gider onu bulur. Çünkü kuvvet ve kudreti nihayetsiz olan Hz. Allah’ın dilemesinden başka hiçbir güç, o hayrın ve şerrin ulaşacağı yere gitmesine engel olamaz. Zaten O’ndan başka bir güç yoktur ki o hayrı veya kötülüğü ondan kessin veya ulaştırsın.
Eğer ki namaz kılarken kalpte Cenâb-ı Hakk’ın kuvvet ve kudretinden gayrı bir kuvvet ve kudret sahibi olduğu inancı bulunursa, o zaman kılınan namazlar insana ancak ziyandan ve yorulmaktan başka bir şey sağlamaz. O yüzdendir ki İmam-ı Rabbânî Efendimiz diyor ki: ’Bu zamana kadar hep söyledim, ömrümün sonuna kadar da söyleyeceğim ki insana ilk lazım olan sahih bir itikattır.’
İnsan ancak sahih bir itikat üzerine olduğu zaman Peygamber Efendimizin yolu üzerine olur, inşallah kardeşlerim.

Gerçek Akıllı ve Cahil Kimdir?
Bundan sonra insana lazım olan, Hz. Allah’a nasıl kulluk yapacağımız hususundaki noksan bilgileri tamamlamaktır. Şimdi, şuna dikkatinizi çekmek istiyorum ki aslında her geçen gün teknoloji ilerliyor. Her geçen gün yenilikler artıyor. Fakat, insanlar arasında insanın hayatını kolaylaştıran yenilikler artarken, insanların Hz. Allah’a karşı olan cehaletleri de bir yandan artıyor. Cahillik deyince, günümüzdeki bilim, teknoloji ve gelişmeler hususundaki bilgi noksanlıkları olarak kabul ediliyor. Böyle değildir. Cehaletin manası, kulun Hz. Allah’ı bilmemesidir. Örneğin, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: ’Akıllı kişi; Allah’a iman eden, elçilerini tasdik eden ve Rabbinin taati ile amel eden kimsedir.’ (Buğyetu’l-Bâhis An Zevâidi Müsned-i Hâris, Edeb, c.2, s.814, h.no:845 )
Einstein atom bombasını icad etmiş. Bir hücrenin içerisindeki çekirdek, nötron, proton gibi varlıkları oluşturan en küçük elementleri, kuvvetleri bulup bunları birbirine karıştırarak, Cenâb-ı Hakk’ın o çekirdeğin içerisine sığdırdığı o büyük gücü ortaya çıkartacak bir akıl zekâsının sahibidir; ama bu âlemi kuvveti ile tutan, bu intizamı ortaya koyan ve bu âlemi âdetullah üzere mütemadiyen bir düzen içinde devam ettiren gücün sahibi olan Hz. Allah’ı bulamamıştır. Bana göre o, insanların en akılsızıdır. Cenâb-ı Hakk birçok şeyi kavrayacak bir zekâ kabiliyeti verdiği halde, bu nimeti kendisine veren yaratanını bulmaktan uzak olmuştur. İman Allah’ın bir hibesidir. Cenâb-ı Hakk’ın bize bir lütfudur.
Bir düşünün! Peygamber Efendimizin etrafındaki sahabe efendilerimiz imanlarını muhafaza edebilme ve şirk ehline karşı mücadele etmek için çok büyük sıkıntılar çektiler. Biz ise Müslüman bir anne ve babanın evladı olarak dünyaya geldik. Allah’a hamd olsun! Ezanı işiterek, Kur’ân’ı işiterek, müslüman bir toplumun içerisinde büyüyüp geliştik. Cenâb-ı Hakk’ın birliği, son din olan İslam’ın kabulü hususunda bir zorlukla karşılaşmadan bu günlere geldik. Amellerde noksanlık olabilir, ahlaklarda noksanlık olabilir, günahlar içerisinde kalınmış olabilir; ama yine de müslümandır. En günahkâra bile desen ki ’sen Müslüman mısın?’ Diyeceği ’Elhamdülillah müslümanım!’ demektir. İman Allah’ın bir hibesidir. O yüzden büyük bir lütuf, büyük bir nimet üzerineyiz. Bunu muhafaza etmek için de ibadet ve taatların yerine getirilmesi lazımdır.

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • bursalı hafız esra

    esselamun aleykum efendım... canım çok acıyor ...sızlere layık olamamak beni çok utandırıyor beni evlatlığa kabul ettınız ama ben sızlere layık bır talebe olamıyorm rabbım kendısıne layık bır hakiki hafız kul peygamber efendımıze layık bır ümmet sızlere layık bır talebe evlat eylesın bizleri inşaallah dua ile

1 kişi yorum yazdı.