Özlenen Rehber Dergisi

11.Sayı

Mücâhede ve Riyâzet

Yakup YÜKSEL Özlenen Rehber Dergisi 11. Sayı
........................................Tasavvufî lâk............................................


Mücâhede, lügatte cihad, cenk ve savaş etmek, çeki?mek, kavga etmek, cehd ve gayret sarf ederek çalı?mak, perhiz, temrin, perhizkarlık ve imsak anlamlarında kullanılır. Istılahta ise nefis ile cenk etmek, nefse sava? ilan etmek, nefse kar?ı açılan sava?, cihad-ı ekber, nefsi en büyük dü?man bilerek onu ezmek, nefsin kötü huy ve ahlâklarını yok etmek için giri?ilen harekât, cimri bir adamın ortağını hesaba çekmesi gibi nefsi hesaba çekmek, murakabe-i nefs, nefsânî arzuları kırıp geçirmek, nefsi, iradenin; hissi, aklın kölesi yapmak, nefse zor gelen ?eyleri nefs-i emmareye yükleyerek onunla sava?maktır.(1)


Mücâhede insanın nefisinin arzularına, kötü isteklerine ve ?eytanın askerlerine kar?ı direnip sava?masıdır. Bu sava?ın silahı ibadetler, zikir, tesbih, tehlil ve dualardır. Nefis dü?manına, bu silahlarla saldırıp onun ikmal kayna?ının etrafını riyâzet mayınlarıyla dö?emek gerekir.


Riyâzet lügatte idman, e?itme, terbiye ve ıslah etme, boyun e?dirme, çekici ama zararlı ?eylerden uzak kalmaya, zor ama faydalı ?eyleri yapmaya kendini alı?tırma demektir. Istılahta ise nefsin arzularını kırmak maksadıyla bedeni zor olan çetin i?lere ko?ma, di?er taraftan sürekli olarak zihni ve dü?ünceyi mâsivâdan uzakla?tırıp Cenâb-ı Hakk’ta yo?unla?tırmaktır. Riyâzet, sâlikin canının istedi?ini yapmaması, arzu etmedi?i ?eyi yapması, kalbin iyi huy ve faziletlerle donatılması, sâlikin ilâhî ahlâklarla ahlâklanmasıdır. Zira ilimle ahlâk, ihlâsla amel güzelle?tirilir.


Riyâzet sayesinde sâlik nefsine hakim olur, a?a?ı, süflî arzularını dizginler, kendisini disiplin altına sokar.(2) Riyâzet nefsin ve tenin isteklerini kesmek, asgariye indirmek ve ona zor gelen ?eyleri yaptırmaktır. Az yemek, mideyi doyurmamak ve bu suretle nefsi inceltmek, kalbi tezkiye ve tasfiye etmektir.(3) Nasıl ki bir deri tabaklanmadan ve terbiye edilmeden önce pis; bu i?lemler yapıldıktan sonra temiz olursa; nefis de mücâhede ve riyâzetten önce pis, mücâhede ve riyâzetten sonra temiz sayılır. “Nefsini e?iten kurtulur, kirleten hüsrana u?rar.”(4) ayeti ile de bu hususa i?aret edilmi?tir.


Mücâhedeye nefis ile cihad veya cihâd-ı ekber de denir. Nefis ile cihad, dü?manla yapılan cihattan daha zordur. Çünkü görünmeyen dü?manın ?errinden korunmak, görünen dü?manın ?errinden korunmak gibi olmaz. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.) nefis mücâhedesini büyük cihad (5) olarak nitelendirmi?tir. Allah Teâlânın: “Allah yolunda gere?ince mücâhede ediniz.”(6) “Bizim u?rumuzda mücâhede edenleri yollarımıza iletiriz.”(7) ayeti bir bakıma bu manevî cihada i?aret sayılmı?tır. Nitekim Ebû Ali Dekkâk:

“Dı?ını mücâhede ile süsleyenin içini Allah, mü?ahedeyle güzelle?tirir.” sözünü bu ayetle irtibatlandırarak, tasavvufî sülûkun ba?langıcında mücâhede sahibi olmayan kimsenin, bu yolda bir tek ı?ık huzmesi göremeyece?i gibi bu yolun kokusunu dahi alamayaca?ını belirtmi?tir. Bu konuda Ebû Osman Ma?ribî ?öyle der:

“Mücâhedeye dört elle sarılmadan bu yolda kendisine bir ?eyin feth ve ke?f oldu?unu zanneden kimse hata içindedir.” Yine Ebû Ali Dekkâk: “Bu yolun ba?langıcında ayakta durmayan, sıkıntı ve me?akkat çekmeyen, sonucunda oturamaz, rahat ve huzur bulamaz.” demektedir.(8)


Cüneyd-i Ba?dadî, Seriy es-Sakatî’nin ?öyle dedi?ini rivayet etmektedir: “Genç arkada?larım! Benim ya?ıma gelmen evvel çok çalı?ınız, yoksa benim gibi zayıflar ve benim gibi (amel ve ibadetlerde) kusur edersiniz.”


İbrahim b. Ethem der ki: “Bir kimse ?u altı sarp ve çetin yolu a?madıkça sâlih insanlar derecesine ula?amaz: “Nimet kapısını kapatıp, ?iddet ve sıkıntı kapısını açmak. İzzet (?an ?öhret) kapısını kapatıp zillet kapısını açmak. Rahatlık kapısını kapatıp cehd ve gayret kapısını açmak. Uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısı açmak. Zenginlik kapısı kapatıp fakirlik kapısını açmak. Uzun emel kapısını kapatıp ölüme hazır olma kapısını açmak.”(9)


Görüldü?ü üzere mücâhede ve riyâzet birbirine yakın anlamlarda iki kavramdır. Mücâhede nefsi iyili?e zorlamak, riyâzet da nefsi bu i?e alı?tırmaya çalı?maktır. İ?in ba?ı mücâhede, devamı riyâzet, nihayeti de mü?âhededir. (10)


Mücâhedenin Üç Gayesi Vardır:

a. Gayesi takva (ve dini hassasiyet) olan mücâhede: Takva sahibi olmak için yapılır. Bu mücâhede dinin emirlerine tam olarak riayet etmek ve kalbi temiz tutmak için nefsi disiplin altına alma esasına dayanır. Buna “verâ”(11) (?üpheli olan ?eyleri terk etmek) adı da verilir. Rasûlullah (s.a.v.) ?öyle buyurmu?lardır: “Sana ?üphe veren ?eyi bırak, ?üphe vermeyene bak.” Sordular: “Ey Allah’ın Rasûlü! Hangi insan daha üstündür?” buyurdular ki: “Allah yolunda malı ve canıyla mücâdele eden mümin.” Sonra kimdir? “Bir kö?ede Allah korkusuyla (takva) ya?ayan ve insanlara kötülü?ü dokunmaktan uzak bulunan mümindir.”(12)

b. Gayesi istikamet (tam dürüstlük) olan mücâhede: İstikamet üzere olmak ve itidal yolunda yürümek için yapılır. El-Fâtiha süresindeki: “Bizi sırat-ı müstakime ilet.” ifadesi bu hususu ifade eder. İnsan, namazlarda günde kırk defa el-Fâtiha süresini okuyarak bu istikameti istemekle mükellef tutulmu?tur. Yapılan bu mücâhede nefsânî huylar terbiye edilerek, a?a?ı arzuların zıddı yapılarak, baya?ı isteklere muhalefet edilerek elde edilir.(13) “Allah’ın nimetine mahzar olan Nebî ve sıddıkların”(14) derecesidir.

c. Gayesi ke?f ve ıttıla olan mücâhede: Ke?f ve ilham sahibi olmak için yapılır. Bundan maksat ise be?erî sıfatların mahvolması, bedenî kuvvetlerin i? görmez hâle gelmesi ve böylece perdelerin kalkmasıdır. İslâm dini bu maksatla nefisle mücâhede yapmaya te?vik etmez.(15)
Mücâhedenin esası, nefsi alı?kanlıklardan kesip, daima onun arzu etti?inin tersini yapmaktır. Nefsin hayra engel iki sıfatı vardır:

a) Hevâ ve heveslerine dalmak,

b) İbadet ve tâatlardan kaçmak.
Nefis, hevâ ve heveslerinin pe?inde ko?mak isteyince takvâ yularıyla dizginlenir, ibadet ve tâatlarda tembellik gösterince de iste?inin tersi yapılır.

Riyâzet aslında zor bir i?tir. Canını di?ine katmaktır; fakat tabip, yani manevî hekim sayılan mür?it, mütehassıs olup, yolun inceliklerini bilirse zorluklar kolayla?ır.

Mürit ise ba?langıçta tam ihlâs sahibi olmayabilir. Nefis gazaba gelince alınacak tedbir, onun seviyesine inerek güzel ahlâk ve muamele ile gücünü kırmak ve kızgınlık ate?ini rıfk (yumu?aklık) ile söndürmektir. İnsanlık icabı müridin kendisinde mevcut olan bir takım zaaflar, çe?itli metotlarla ıslah edilir. Mesela nefis, dünya ihtirasından kurtulunca ki?inin içinde kendini be?enme duygusu meydana gelirse ona dilencilik veya temizlik yaptırılması gibi i?ler yükletilir.

Riyâzette tedrîcilik (sırası ile pe? pe?e yapma) esastır. Riyâzet kaideleri birden uygulanacak ve sonra yapılması gerekenler önceden yaptırılacak olursa, müridin dengesi bozulur.

Nefis tezkiyesine ermek için yapılan mücâhede ve riyâzetin genellikle kabul edilen görü?e göre üç esası vardır: Açlık (cû‘) ve az yemek (kıllet-i taâm). Az uyumak (kıllet-i menâm). Az konu?mak (kıllet-i kelâm).(16) Bunlara bazen halvet (yalnızlık) veya uzlet (yalnız bir kenara çekilmek) denilen çile ve erbaîn (kırk gün ibadet) de ilave edilmektedir.(17)

1) Açlık (cû‘) ve az yemek (kıllet-i taâm):

İnsan nefsini azdıran ?eylerin ba?ında yemede, içmede sınır tanımamak gelir. Yemek ve içmekten ba?ka nimet bilmeyenin ilmi az, sıkıntısı çok olur. Çünkü yeme içmeye mahkum olanlar bitki (nebât), ?ehvetin emrinde olanlar hayvan, ilim ve irfan emrinde olanlar ise insan mesabesinde görülür. Bu yüzden insanın amacı, süflî duyguları harekete geçiren yeme ve içme pe?inde ko?mak de?il, ulvî duygulara yardımcı olacak kadar yemektir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”(18) buyrulur. İnanmayanların yeme?e dü?künlükleri de hayvanlara benzetilmektedir: “Kafirler, dünyada zevk pe?inde ko?arlar ve hayvanlar gibi yer içerler.”(19) Bu yüzden mutasavvıflar, yeme?in insanın kendisini ta?ıyacak kadar olmasını, insanın ta?ımak zorunda kalaca?ı bir dereceye ula?mamasını ?art ko?arlar. Azgınlı?ın ve isyanın genelde tokluktan kaynaklandı?ını, Firavun ve Karun’un isyanının tokluk sebebiyle oldu?unu belirtirler.(20)

Hz. Peygamber ve Ashâb’ının açlık ve oruca devamları, tasavvuf çevrelerinin bu konudaki dayana?ı olmu?tur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): “İnsano?lu karnından daha kötü bir kap doldurmamı?tır. İnsana belini do?rultacak bir kaç lokma yeter.”(21) buyurmaktadır.

Yahya b. Muaz ?öyle diyor: “Açlık nur, tokluk nâr (ate?)’dır. İ?tah oduna benzer, ondan ate? meydana gelir ve bu ate? sahibini yakmadan sönmez.” Ebû Süleyman Daranî ise: “Ak?am bir lokma eksik yemek, geceleri sabaha kadar namaz kılmaktan daha çok ho?uma gider.” demektedir.

2) Az uyumak (kıllet-i menâm):

Kur’ân-ı Kerîm’de geceleyin sıcak yata?ından kalkıp Rablerine korku ve ümitle dua edenlerle,(22) ve gecenin pek azında uyuyup sabahın erken saatlerinde isti?far edenler övülmekte,(23) uzun gecelerde tesbih (24) ile geceleyin tesbih namazı emredilmektedir.(25) Ancak buradaki gece namazı, Hz. Peygamber hakkında vacip, ümmeti hakkında müekked sünnettir.

Az uyumak, Allah’a dönü?ün ifadesidir. Çünkü uyku organları tembelle?tirir. Az uyumak kalbi cilalandırır, nurlandırır. Az uyumak, açlık ve az yeme sonucu elde edilir. Çünkü tok karın uykuyu artırır. Hz. Rasûlullah (s.a.v.)’in gelmi? ve geçmi? bütün günahlarının ba?ı?landı?ı (26) Kur’ân lisanıyla haber verilmi? olmasına ra?men, gece az uyuyup kalan zamanın ibadetle geçirmesi ve bunu ?ükredici bir kul olarak yaptı?ını ifade buyurması dü?ündürücüdür.

Mutasavvıflar, yeme ve uykunun zaruret miktarı olması sayesinde ?ayb sırlarının açılabilece?ini belirtmektedirler. Nitekim abdâlların sıfatları sayılırken, “Ölmeyecek kadar yemek, tâkat verecek kadar uyumak, zaruret olmadıkça konu?mamak.” denilmektedir.

Çok uykunun genellikle çok yeme ve içmekten geçti?i; normalden fazla bir uykunun ise dima?ı rutubetlendirdi?i kabul edilmektedir.(27)

İrfan ehli ki?iler, az yemek ve az uymakla vücutta birikebilecek fazlalıklardan kurtulunaca?ını, beden ve ruhun rahata kavu?aca?ını söylerler. Buradaki ölçü ise vücuda eziyet edecek kadar az ve uykusuz kalmak demek de?ildir.

Ali el-Havas uykusuzlu?un nasıl olması gerekti?ini ?öyle söylüyor: “Uykusuzlu?a tefekkür e?lik ediyorsa ne âlâ, de?ilse Allah’tan gelmi? bir afettir.”

3) Az konu?mak (kıllet-i kelâm):

Konu?mak insanın terazisidir. Fazlası ziyan, azı vakar ifadesidir. Az konu?an kınanmadı?ı gibi itibarı da çok olur. Çok konu?mak ise utanç verici ve yüz kızartıcıdır. Dilini tutan kötülüklerden kurtulur. Lüzumsuz konu?ma, ki?inin ayıplarını ortaya koyar ve ki?ili?ini küçültür. Dilini tutup kalbini söyletenin günahları az, kalbi rahat olur.(28)


Az konu?manın faziletini belirten bazı âyet ve hadisler vardır. Eski ümmetlerde oruç iki ?ekilde idi. Birisi bizim orucumuz gibi di?eri de ak?ama kadar Allah için konu?mamak, dili tutmak ?eklinde idi. Bu susma orucunun hikmet ve faydaları çoktu. Muhammed ümmeti susma orucundan muaf tutulmu?tur; fakat lüzumsuz konu?madan, bo? sözlerle kalbi karartmaktan da men edilmi?tir. Bu husustaki bazı Âyet-i Kerîmelerde:

“Ben Rahman olan Allah’a söz verdim. Bugün hiçbir kimseyle kesinlikle bir ?ey konu?mayaca?ım.”(29) “Senin alâmetin üç gün süreyle insanlarla sadece i?aretle konu?mandır.” buyrulmaktadır. Konu ile ilgili bazı hadisler ise ?öyledir: “Susan kurtulmu?tur.”(30) “İki duda?ı ile iki baca?ı arasındakine garanti verene cenneti garanti ederim.”(31) Ukbe b. Âmir, Rasûlullah (s.a.v.)’e kurtulu? çaresini sordu?unda ?u cevabı almı?tır: “Dilini tut, evin geni? olsun, günah ve hatana a?la.”(32)


Allah insana iki kulak, bir a?ız verdi?ine göre insanın iki dinleyip bir konu?ması esastır. Kur’ân’ın ilk emri oku oldu?una göre de lüzumsuz ve çok konu?mak yerine ilme sarılmak gereklidir. Mevlânâ Hazretleri de Mesnevî’sine “dinle” diyerek ba?lıyor. Öyleyse insanın konu?maktan çok dinlemeye ihtiyacı vardır. (33)

Kaynakça:
1. Ku?eyrî, er-Risâle trc., ULUDAĞ Süleyman, s.234 ; ULUDAĞ S., Tasavvuf Terimleri Sözlü?ü.
2. Herevî, Menâzilü’s-Sâirîn ; Hucvirî, Ke?fu’l-Mahcûb, s.246 ; ULUDAĞ S. Tasavvuf Terimleri Sözlü?ü ; Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif trc., SELVİ Dilaver, s.132 ; İbn Haldun Şifâu’s-Sâil trc. ULUDAĞ S., s.129 ; YETİK Erhan İsmâil-i Ankaravî Hayatı Eserleri ve Tasavvufî Görü?leri, s.189.
3. YILMAZ Hasan Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s.201 ; ERAYDIN Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.314.
4. e?-Şems 91/10.
5. Beyhâkî, Ke?fü’l-Hafâ, c.I, s.143.
6. el-Hacc 22/78.
7. el-Ankebût 29/69.
8. Ku?eyrî, s.235.
9. A.g.e., s.236.
10. A.g.e., s.236-237 ; YILMAZ H.Kamil, a.g.e. s.202.
11. Dinde haram ve mekruh olan ?eyleri terk ettikten sonra haram ve mekruh olu?u ?üpheli olan hususlar ile helâl ve mubahların ihtiyaçtan fazlasını terk etmektir. Gazalî İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, c.I, s.25 ; Ku?eyri, s.247 ; Kelâbazî, Ta’arruf trc., ULUDAĞ S., s.207.
12. Buhârî, Cihâd 12.
13. Burada anlatılan istikametten maksat ise bütün be?erî sıfatların kazılarak atılması ve tamamen yok edilmesi de?ildir. Çünkü bunlar bir takım tabiî huylardır ve Allah Teâlâ her birini bir fayda için yaratmı?tır.
14. en-Nisa 4/68.
15. İbn Haldun, a.g.e., s.124 ; Gazalî, a.g.e., c.IV, s.395.
16. Ku?eyrî, s.236.
17. YILMAZ H.Kamil, a.g.e., s.203 ; KARA Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.107.
18. el-A‘râf 7/31.
19. Muhammed 47/12.
20. YILMAZ H.Kamil, a.g.e., s.204.
21. Tirmîzî, Zühd 48.
22. Tirmîzî, Aynı yer.
23. Âl-i İmran 3/17.
24. el-İnsan 76/26.
25. el-İsrâ 17/79.
26. el-Fetih 48/1.
27. Sülemî, Tasavvufun Ana İlkeleri trc. ATEŞ Süleyman, s.40 ; YILMAZ H.Kamil, a.g.e., s.205.
28. Sülemî, a.g.e., s.58 ; YILMAZ H.Kamil, a.g.e., s.205.
29. Meryem 19/26.
30. Tirmîzî, Kıyame 50.
31. Buhârî, Hudûd 19.
32. Buhârî, Aynı yer.
33. YILMAZ H.Kamil, a.g.e., s.206.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.