Özlenen Rehber Dergisi

146.Sayı

Yanılmaya Hakkımız Yok!

Abdurrahim TOPRAK Özlenen Rehber Dergisi 146. Sayı
Milyonlarca benzeri arasından iki sıradan cümle. Ama pek sıradan değil aslında. Hatta çok da tehlikeli. Kendisine sıradan, alelade, genel geçer hakikat süsü vermiş ancak insanın zihnini iğdiş eden cümleler.
Öğrencilerimiz bu cümleleri hava teneffüs eder, su içer, yemek yer gibi okuyup hazmediyorlar ve hem de doğruluklarından zerrece şüphe duymadan. Sorgulamıyorlar. Sonra türlü türlü sınavlarda ezberledikleri bu sorgulanmamış ancak mutlak doğru kabul edilmiş bilgi(!)lerle başarılı olup, kariyer sahibi oluyorlar. Öğretmen, polis, asker, doktor, hâkim, savcı, akademisyen, yazar-çizer vs. Eğitim hayatı boyunca bu ve benzeri cümleleri sorgusuz sualsiz ezberleyen insanlarda zihin taşlaşıyor ve artık onlara aslında hayatın başka türlü bir şey olduğunu anlatamıyorsunuz.
Nedir peki bu kadar trajik olan şey? Dedim ya, milyonlarcası arasından iki sıradan cümle...
Lise 3. Sınıf Tanzimat Edebiyatı Ünitesi.
Tanzimat Edebiyatı’nın özellikleri:

’

- Vatan, millet, hak, hürriyet, adalet, meşrutiyet gibi kavramlar ’kültürümüze’ girmiştir.

’

- Vatan, millet, hak, adalet, özgürlük gibi kavramlar ilk defa bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır.
Her yerde kısa sürede bulabileceğiniz yardımcı ders kitaplarında Tanzimat Edebiyatı bölümünde bu ve benzeri cümlelere rahatlıkla rastlayabilirsiniz.
Tüm lise mezunlarının kulağında bu bilgi(!) vardır.
Bu cümle birkaç bin yıllık Türk Edebiyatı’nı, bin yıllık İslam-Türk kültürünü bu kavramlar bakımından yok sayan bir ifadedir. Neden mi? Çünkü her şey zıddı ile kaimdir. Buna büyüklerimiz "mefhum-u muhâlif" derler. Bunu ezberleyen çocuğumuzun zihninde: ’Demek ki bizim şair ve yazarlarımız hak, hukuk, adalet, hürriyet, vatan, millet gibi kavramlardan habersiz insanlardı. Bizim birkaç bin yıllık kültürümüzde hak, hukuk, adalet, hürriyet, vatan, yurt, millet gibi kavramlar yoktu. Demek ki bizim atalarımız, zalim, zorba, ilkel, yoz, yobaz insanlardı. Ne zaman ki Batı medeniyeti ile tanıştık, insan olmaya başladık.’ fikri yer eder. Bir toplumun münevverleri bu kavramlardan bihaberse, o topluma, o geçmişe, o tarihe karşı çocuklarımızın ve gençlerimizin, hatta bu dille yetişmiş yetişkinlerimizin kanaatleri ne olacaktır? Geçmişine, tarihine, kimliğine düşman, onları aşağılayıp yok sayan, bize bu anlayışları tabiri caizse enjekte eden bu günün içimizdeki Batıcıları olacaklardır.
Peki, bu topraklar bir müstemleke olsaydı, acaba bizi sömürgeleştiren düşmanlarımız çocuklarımızın zihinlerini ataları, tarihleri, kültürleri ve pek çok değerleri ile ilgili bunlardan başka şeylerle mi doldururlardı? Yoksa ancak bu kadarını mı yapabilirlerdi? Belki de bu kadarını bile başaramayacaklardı.
Bu ifadenin doğrusu nedir peki?
Doğrusu: ’Batılı anlamdaki hak, hukuk, hürriyet, vatan, millet, meşrutiyet gibi kavramlar bu dönemde şiirimizde yoğun olarak işlenmiştir.’ şeklinde olmalıdır. Bu cümle ise edebiyat tarihi bilimi açısından doğru bir cümledir. Ve ilk cümleyle bilgi ve çağrışım değeri olarak uzak yakın ilgisi yoktur.

’

Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu 3 Kasım 1839)

Ders kitaplarımızdaki bu hastalıklı üslubun ilk örneklerine Tanzimat Fermanı’nda da rastlarız.
’… ’fî-mâ-ba’d’ … Bundan böyle suç işleyenlerin durumları şeriat kanunları gereğince açıkça incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır. Herkes malına, mülküne tam sahip olacak, bunları dilediği gibi kullanacak, bunu yaparken de devlet büyüklerinin müdahalesine uğramayacaktır.’
Burada ’bundan böyle’ ifadesi yine mefhum-u muhâlif açısından ’şunu bilin ki bundan önce şimdi söyleyeceklerimizin tamamının zıddı oluyordu’ manasını doğurmaktadır.
Yani;
Eskiden suçlular yargılanmadan infaz ediliyordu; bundan böyle suç işleyenlerin durumları şeriat kanunları gereğince açıkça incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme işlemi uygulanmayacaktır.
Eskiden millet bir birinin ırzına tasallut ediyordu, herkes birbirinin namusuna göz dikmişti, taciz, tecavüz hoş görülüyordu; bundan böyle hiç kimse, başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır.
Eskiden insanlar mallarını diledikleri gibi kullanamıyorlardı, memlekete eşkıyalık hâkimdi; bundan böyle herkes malına, mülküne tam sahip olacak, bunları dilediği gibi kullanacak, bunu yaparken de devlet büyüklerinin müdahalesine uğramayacaktır.
O zaman Tanzimat Fermanı’ndan önce Osmanlı coğrafyasında hukuksuz bir idare sürüyordu, zulüm vardı; ırz, can, mal, namus tehdit altındaydı anlamı çıkıyor. Bu fermanla bunu dünyaya ilan etmek ihanettir, aymazlıktır.
Osmanlı Devleti’ne kendi ağzıyla kendi geçmişi hakkında tarihi gerçeklikle bağı kurulamayacak olan bu iftiraları attırmak nasıl bir çarpık zihniyetin ürünüdür. Mustafa Reşit Paşa gibiler Mahkeme-i Kübrâ’da bunun hesabını veremeyecektir.
Peki, nasıl olmalıydı fermandaki bu ifade?
Şöyle ki:
’Bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu fermanla tekrar teminat altına alınmıştır ki ….’ şeklinde olsaydı daha hakkaniyetli bir ifade olurdu.
Dilde, değil bir cümle, değil bir kelime, bir harf tüm anlamı değiştirir. Akı kara, karayı ak yapar. Bu böyleyken çocuklarınıza ders kitaplarında neler okutup bu metinlerden neler ezberlettiğinizi hiç dündünüz mü?
Yukarıda birkaç küçük misal verdik. Bu ve buna benzer nice ifadeleri çocuklarımızın zihnine mutlak hakikat gibi kazıyoruz. Sonra da atasına, tarihine, değerlerine, inancına yabancı, hatta düşman bir toplumun nasıl ortaya çıktığına hayret ediyoruz.
Kimler sorumlu?
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Her biriniz birer çobandır ve raiyyetinden sorumludur.’ (Buhârî, Itk, 17) hadis-i şerifi mucibince anne babalar başta olmak üzere, vicdan sahibi akademisyenlerden tutun Talim-Terbiye Kuruluna kadar, yazarçizerlerinizden tutunuz memleketimizi sevk ve idare edenlere kadar herkes sorumludur.
Ders kitaplarındaki bu tip cümleler üzerine akademik çalışmalar yapılacak olsa, kaynak-malzeme bakımından hiçbir akademisyenin zorluk yaşayacağını düşünmüyorum. Hatta bu alan doktora çalışması yapacak akademisyenleri bekleyen el değmemiş bakir bir alandır.
Söz değerlidir. Çocuklarımızın, gençlerimizin kulaklarına değen, zihinlerine düşen her ’söz’den mesulüz. Muhakkak Allah, yalan yanlış bilgilerle zehirlenen körpecik zihinlerin hesabını bu işte mesuliyeti olan herkesten soracaktır. Zerre miktarı da olsa...
Bilgi, iman, fikir, medeniyet, kültür, aşk, nefret, kavga, ticaret, sanat sözdedir, dildedir. Söze ehemmiyet vermeyen toplumların akıbeti ise fenadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: ’Şüphesiz ki, bir kavim kendi (durumunu) değiştirmedikçe Allah onların (durumunu) değiştirmez.’ (er-Ra’d, 13/11) Eğer iyiye, doğruya doğru bir istek, bir irade gösterip gayret etmezsek -Allah’tan bir lütufla- iyi bir cemiyet haline dönüşmeyeceğiz. Ancak ortaya irade, istek ve gayret koyduğumuzda muhakkak Hz. Allah bize lütfüyle, inayetiyle, keremiyle muamele edecek ve Müslüman bir cemiyetin sahip olması gerektiği hususiyetler ortaya çıkacaktır. Ve bir cemiyetin sıhhati de tamamıyla üzerine inşa olunduğu bilginin sıhhatiyle ilgilidir. Doğru bilgi üzerine, hakikat üzerine inşa edilmeyen bir cemiyetten ne bekleyebilirsiniz ki? Hakikati istemek ve hakikati ’doğru bir dille’ ifade etmek mecburiyetindeyiz. Miladi Takvime göre "Velâdet-i Ahmediyye (Kutlu Doğum)" ayı sonrası, neyi kutladığımızın bilincinde olmalı, O yüce Nebi (s.a.v.)’in rehberliğini iyi anlamalı ve şunu kesinlikle iyi bilmeliyiz:
Her türlü eylemlerimiz ve özellikle kurduğumuz cümlelerde YANILMAYA ASLA HAKKIMIZ YOKtur. Yoksa aks-i hal, muhal; aks-i hal, izmihlal…
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.