Özlenen Rehber Dergisi

33.Sayı

Sünnet'in Sancaktarları

Mehmet YALÇIN Özlenen Rehber Dergisi 33. Sayı
’Allah’ın dostları onlardır ki görüldüğü vakit Allah hatıra gelir.?(1)
Abdullah Farukî Hazretleri, görünüşüyle ve simasıyla görenlere Allah ve Rasûl’ünü hatırlatan nadide şahsiyetlerden biriydi. Yaşamış olduğu dönem içerisinde Cenâb-ı Allah’ın, gönlüne açmış olduğu aşkullah ve muhabbet-i Rasûlullah’ı büyük bir coşku ile yaşamış ve bu muhabbetlerle salikleri terbiye etmiştir.
Onun gönlündeki Allah’a ve Rasûl’üne olan bitmez tükenmez iştiyak, her hâlinde, sözünde ve işinde kendisini göstermekteydi. Rasûlullah Efendimize olan sevgisi ve sünnetine olan bağlılığı son derece kuvvetli idi. Sünnet-i seniyyeleri işlerken büyük bir haz ve mutluluk duyar, Peygamber Efendimizin sünnetlerini yaşamayı saadetin anahtarı olarak kabul ederdi. Sünnetleri devamlı ve sürekli işlemeye büyük önem gösterir, bir sünneti yerine getirdiği zaman gönlündeki sevinci yüzüne yansırdı.
Bir defasında abdest aldıktan sonra çoraplarını giyerken dalgınlıkla önce sol ayağını giydi. Daha sonra diğer çorabını eline aldığında önce sağ yerine sol ayağını giydiğini fark etti. Hemen ’Estağfirullah Ya Rabbi!? diyerek sol ayağındaki çorabını çıkartıp, sünnet üzere önce sağ ayağına sonra sol ayağına çoraplarını giydi. Bu sefer de böyle olsun anlayışıyla hareket etmeyip, sünnet neyse ona tabi olmayı terk etmedi.
Abdullah Farukî (h.z) her bir sünnet-i seniyyeyi işlediği zaman kalbindeki Allah ve Rasûl’üne olan aşkın daha da kuvvetleneceğinin şuuru içerisindeydi. Zira o ’Her bir sünnet-i seniyyeyi işlemek bir nefis tezkiyesidir? buyurur, sünnetleri en temel irşat reçetesi olarak görür, unutulmuş sünnetleri de ihya için büyük gayret sarf ederdi. Çünkü kendisi Müceddidîlik vasfıyla vasıflanmış mümtaz bir şahsiyet idi. Müceddidler unutulmuş olan sünnetlerin ihyası için büyük çaba gösteren Rasûlullah’ın halifeleri konumundaki âlim ve âriflerdir. Hadis-i şeriflerinde Efendimiz (s.a.v.): ’Benim halifelerime Allah rahmet etsin.? buyurmuş, Sahabe-i Güzin Efendilerimiz: ’Sizin halifeleriniz kimlerdir ya Rasûlallah?? diye sual edince; ’Sünnetlerimi ihya edenler ve Allah’ın kullarına öğretenlerdir.? buyurmuşlardır.(2)
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri ’veysî? olması hasebiyle manevi olarak çok büyük sorumluluklar taşımaktaydı. Kendisi hayatında iken başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatmıştı:
’Manevî terbiyemin devam ettiği sıralarda bir ara beni ’kâbız’ hâli sarmıştı. Kalbimde manevi bir sıkıntı meydana gelmişti. Ben de bu sıkıntıdan biraz uzaklaşmak için evden dışarı çıkıp Sülûkizade Camii yanındaki bir çay ocağına oturdum. Bu sırada yanıma birisi gelerek bana: ’Abdullah sen misin?? dedi. Ben de: ’Evet benim.? dedim. ’Efendim sizi çağırıyor, çok hastadır.? dedi. Bunun üzerine ben de, ’hastayı ziyaret etmek Rasûlullah Efendimizin sünnetidir’ diyerek o şahısla birlikte efendisinin evine kadar gittik. İçeri girdiğimde mübarek uzanmış yatıyordu. Beni görünce ’Bu Abdullah, benim çağırmanı istediğim o kişi değil.? dedi. Ben de utandım. Daha sonra yanına yaklaştım. Elimden tutunca yüzüme bir baktı ve bana şöyle sordu: ’Gurban sen Ömerî misin?? Ben de ’Evet.? dedim. ’Veysî misin?? diye tekrar sordu. Ben yine ’evet? dedim. Kendisi daha sonra: ’Evlâdım sırlarını sakın söyleme, ben söyledim beni bu hâle getirdiler.? diyerek bana nasihatte bulundu. Ben de: ’Benim büyüklerim bir şey yapmazlar.? dedim ve bir müddet sonra oradan ayrıldım. O gece rüyamda Üstadım Alâaddin Hazretlerini geldi ve bana şöyle söyledi: ’O, senin Veysî olduğunu bildi. Sor bakalım ki Veysi ne demektir??
Daha sonra ziyaretine gittiğim zaman kendisine büyüklerimin söylediği sözü naklettim. Elini dizine vurdu, gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve şöyle dedi: ’Veysîler Rasûllah’ın öz evlatlarıdır.?
Mübarek Abdullah Farukî Hazretleri, hayatı boyunca Rasûlullah Efendimizi sevmede ve O’na ittiba etmede bu hakikat ile yaşamaya gayret etmiştir. Bir mü’minin Peygamber Efendimiz aleyhi’s-selâtü ve’s-selama karşı sevgi ve muhabbetinin ne ölçüde olması gerektiğini bizatihi kendi nefsinde yaşayarak canlı bir şekilde göstermiştir. Allah ve Rasûl’ünün sevgisi karşısında bütün sevgileri bir kenara itme ahlâkını yaşayarak, bunu bizatihi göstermiş, hem de öğretmiştir.
Bir defasında Ankara’da Mübarek Efendim Abdullah Farukî Hazretleriyle birlikte Halit isminde bir kardeşimizin evine gitmiştik. Misafirler arasında rahmetli Efendi’mizin sevmiş olduğu Taha hocaefendi de bulunmaktaydı. Karşılıklı sohbet ederlerken bir ara Taha hocaefendi yaşanmış bir hadiseyi şöyle nakletti:
’Rasûlullah Efendimize karşı çok büyük sevgileri olan yaşlı bir karı koca varmış. Kendileri hadis-i şerifleri okuyamadıkları için Rasûlullah Efendimizin hadislerini okutmak maksadıyla bir hocaefendi ile anlaşmışlar. Günün belirli vakitlerinde hocaefendi gelip onlara Peygamber Efendimizin hadislerini okur, onlar da hadisleri sevgi ve saygıyla dinlerlermiş. Hac zamanı gelince bu yaşlı çift hacca gitmişler. Medine’de Rasûlullah Efendimizi ziyarete gittikleri zaman o güzel sözlerini dinledikleri, hasretle gözyaşı döktükleri Peygamber Efendimizin huzurunda bulunmaya kalpleri dayanamamış ve her ikisi de ruhunu orada Allah’a teslim etmişler.?
Bu hikâye anlatıldıktan sonra Mübarek Efendi Hazretlerinin siması bir anda değişti. Kanepenin üzerinde oturuyordu, hemen yere indi. Rasûlullah Efendimizden birkaç kelime konuştu. Gözleri doldu ve dönerek bizlere Rasûlullah Efendimizin üzerine ilâhî, kaside söylememizi istedi. Bu esnada Cenâb-ı Hakk’ı öyle zikrediyordu ki adeta ’benim de ruhumu al!? dercesine kendinden geçiyordu.
Sohbetlerinde Allah’a ve Rasûl’üne itaati sık sık dile getirir, farzlardan sonra sünnete ittibanın üzerinde çokça dururdu. Sohbetlerinde devamlı olarak hadis-i şerifler okur, evlatlarına da hadis ezberlemelerini ve okumalarını emrederdi.
Efendi Hazretleri, sünnetleri yaşayabilmek için hadis ilminin ehemmiyetini genç yaşta kavramış ve en çok bu ilimle meşgul olmuştur. Başta Kütüb-ü Tis’a olmak üzere birçok hadis eserini okumuş, binleri bulan birçok hadis-i şerif ezberlemiş, sohbetlerinde mutlaka bu ilme yer ayırmış, hatta sabah namazına müteakip tertip ettikleri hadis derslerini vefatına kadar hiç terk etmemiştir. Bir defasında kendisi ile birlikte sefere çıkan altmış yaşlarındaki bir muhibbine hadis okumasını söyledi. O da: ’Ben ezbere hadis bilmiyorum.? deyince kendisine şöyle cevap verdi: ’Altmış yaşına geleceksin, hürmetine yaratıldığın ve kıyamet günü şefaatine muhtaç olduğun Peygamberimizin bir hadisini bile bilmeyeceksin. Hemen sana vazife... Üç tane hadis ezberleyeceksin.? buyurarak hadis-i şerifler ezberletmiştir.
Rasûlullah Efendimizin hadislerini okudukça Abdullah Farukî (rh.a.)’de gördüğümüz davranışların her birinin sünnet olduğunu, o yüzden bu ahlâklara sımsıkı sarıldığını anlardık. Bu hâli gördükçe de Mübarek Efendimize olan hayranlığımız ve sevgimiz daha da ziyadeleşti.
’Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi öğretir? hadisinin sırrına mazhar olmuş büyük bir zât olan Abdullah Farukî Hazretleri, Kâbe’ye hac için gittiğinde Mescid-i Haram’a girerken yanına terliklerini alır. Namazdan sonra terliklerini bıraktığı yerde bulamaz. Dışardan başka terlik almayı uygun görmeyip o sıcakta yalın ayak oteline doğru giderken ayaklarının altına taşlar batar. Bundan dolayı canı sıkılır. O esnada Cenâb-ı Allah, Rasûlullah Efendimizin de bu mevkide yalın ayak yürüdüğünü kalbine ilham eder. Hemen Allah’a hamd edip, bu sünnet-i seniyyeyi kendisine bilmediği halde yaşattığı için şükür secdesine kapanır.
Hocaefendi’nin (k.s.) Allah ve Rasûl’üne bağlılıktaki ciddiyeti bütün hayatına sirayet etmişti. Allah ve Rasûl’ünün emrine uymayan iş ve sözleri kabul etmez ve ’Benden de öyle bir şey görürseniz asla kabul etmeyin? derdi. Sohbetine katılan insanlar, gönlündeki Allah ve Rasûl’üne olan aşk ve muhabbetin tesiri altında kalır, sohbetten ayrıldıktan sonra Allah’ın ve Rasûl’ünün emirlerini yerine getirme hususunda büyük bir arzu ve istek duyarlardı.
O (k.s.), gönlünü Allah’a ve Rasûl’üne vakfetmiş sadık bir dost idi. Mübarek ağızlarında sık sık ’Yâ Rasûlallah! Bağlılık ve itaatimi bildiririm!? sözünü duymak mümkündü.
Tevhidî anlayışta, sünnet-i seniyyenin yaşanmasında, hakiki aşk ve muhabbetin tanınmasında evlatlarına daima rehberlik yapmıştır. Kendisi hayatta iken nice gönüllere bu anlayışı aşıladığı gibi, vefatından sonra da kendisini sevenlere bu nurlu yolun güzelliklerinin açılmasına vesile olmuştur. Öyle ki mübarek yolunda sülûk etmeyi arzulayan bütün insanlar için yolunun esasları olarak sünnetlerin ihya edilmesine işaret etmiş ve nefisleri tezkiyede sünnetleri yaşamanın en tesirli bir yol olduğunu söylemiştir. Bu hassasiyetin en çabuk bir şekilde Rasûlullah’a (s.a.v.) ulaştırıcı bir düstur olduğunu şu sözleriyle dile getirmiştir:
Yolumuzun esası üçtür:
Birinci esas; Tevhîdin ikame edilmesidir.
İkinci esas; sünnet-i seniyyelerin yaşanmasıdır.
Üçüncü esas ise Ehl-i Beyt sevgisini yaşamaktır.
Ve her bir sünnet-i seniyyeyi yaşamak bir nefis tezkiyesidir.

---------------------------
1. Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1/113.
2. Gazalî, İhya, İlim bahsi.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • rumeysa

    Allah razi olsun.Amin

1 kişi yorum yazdı.