Özlenen Rehber Dergisi

78.Sayı

Dosya-ramazan (insan Olma , Müslüman Olma Şuuru ve Ramazan )

Cafer CEYLAN Özlenen Rehber Dergisi 78. Sayı
Şu faninin bedenini sarıp tenini yakan, parlak, ateş lambası; ışınlarını, sıcağını sanki alnında, cehresinde yoğunlaştırmıştı. Telâşla düşünceli olduğu, dünyanın ağırlının payına düşen yükü, kalbini kamburlaştırdığı bu lahza, nazarları yürümekte olduğu yolunun sağ cihetinde bulunan bir nevi kabri çağrıştıran, çok önceleri kireçle badanalanmış, bir daha badanalanmamış görünümde küçük bir mekâna takıldı. Bu, kabirden biraz farklı, yıkılası bir kulübe... Çünkü kabirlerde çürüyüp toprak olarak aslına dönecek ruhu çekilmiş cenazeler bulunur. Ve ne bulunur bilir misiniz? Ruhu gideceği yere gitmiş, uykuya dalmış bir insanı andıran, bedenleri, tenleri taptaze, misk ü amber kokan peygamberler, şehitler, Allah (c.c.) dostları... Bir nevi kabri çağrıştıran bu yıkılası, küçük kulübede ne vardı bilir misiniz? Belli ki kimi, kimsesi yok, - belki var; fakat onu terk etmişler- pejmürde, üzerinde giysi adına ne varsa hepsi paçavra olmuş; saçı, sakalı, başı dağınık, birbirine karışmış ve kirli bir pir-i fani. Kim onu oraya bir daha almamak ve bakmamak üzere yaşlı hayvanları ölüme terk eder gibi bırakmış? Canından can, kanından kan bildiği öpmeye, koklamaya kıyamadığı hayatını hayatlarına adadığı ciğerparesi, nasırlı elinin, omzunun müsebbipleri evlâtları mı? Yoksa zaman-ı ahirin sahte, günah temelleriyle yükselen, güçlünün zayıfı kemiklerine varana dek yediği, Yaratanlarının emri hilâfına iş tutmayı hayatlarının yegane rehberi addeden kişilerce kurulan, vahşi hayvanları aratan acımasız sistemler mi???Hüseynî bir bakışı, anlayışı, duruşu, merhamet ve şefkati, korkusu, mürüvveti ve nezihliği... en önemlisi de bir sevdası vardı Hakk’a... Mevlâna, Yunus kokusu yayılırdı Rabb’e yanık, nasırlı, kaynayan gönlünden. Bırakın insanları hayvanlar için dahi yüreği pır pır olur, dertlerle dertlenir, ağlayanların hüznüne ortak olur, paylaşır, şu umursuz dünyada her şey umurunda olurdu. Bir defasında sabahtan akşama kadar otladıktan sonra çıngırak sesleri ile alaca karanlıkta ağıllarına, körpe kuzularını tertemiz sütleriyle emzirmeye giden koyunların arasında kendini bulmuştu. Sinesinden akıp gelen bir hissiyatla kendini tutamamış, bu koyunların gözlerinden bir bir öperek onlara sarılmıştı. O an sanki Rabb’in şefkat, merhamet pınarlarından ruhuna dolular, badeler sunulduğunu ve bunları kana kana içtiğini duymuş, hissetmişti. İnsanı, insan olduğu için Rabb’i hatırına sever, sayardı. Gözü zengini, kariyer sahibini, ilmiyle kibir satın alanı, güzel konuştuğunu göstermek için dilini eğip bükeni, süslü elbiseler içerisinde çalım satanı kısacası nefsiyle yatıp kalkanı görmez, Hakka ram olmuş, O’nun rızasını arayan âşıkları görürdü. Öyle birileri gibi bir oyun, eğlence ve insanların bir birlerine her şeyleri ile övündükleri şu fanide her şeyi ile üstünlük taslamayı da sevmezdi. Her ne sebeple olursa olsun düşmüşlere candan dua ederdi. Ve Allah’ın (c.c.) kendisine bahşettiği nimetleri devamlı şükranla anar, O’nun birliğinin delilleri, kudretinin göstergeleri olan şu kozmik âleme, arzının ve arşının içinde bulunan hayvanat, nebatat ve cemadata bakar, tefekkür eder ve: “Ey hikmet sahibi Rabbimiz! Şüphesiz Sen yarattığını boşa yaratmaz bir hikmetle yaratırsın. Bizi, yakıtı insanlardan ve taşlardan oluşan cehennem azabından koru. Bizlere şu fanide razı olacağın bir yaşantı nasip et... Âmin...” derdi.Yaşı kaçtı, bir başına o evde mi yaşıyordu? Neden, “Kapımı biriniz açın da elimi öpün. Ben sizin büyüğünüzüm, elimi öpün ki bayram olduğunu anlayayım.” demişti? Ramazan’da dahi kapısını çalan, onu iftar ettiren biri olmamış mıydı? Evlâtları, akrabaları, yakın komşuları dahi ondan habersiz miydi? Bir dost meclisinde, sohbetinde bu şekilde bir insandan bahsedildi. Bu yaşlı teyzenin bayram sabahı çevresindekilere, yoldan geçenlere, “Kapımı biriniz açın da elimi öpün. Ben sizin büyüğünüzüm, elimi öpün ki bayram olduğunu anlayayım.” dediği ve bir iki gün geçmeden de öldüğü konuşuldu. Keşke kurgu olsaydı, bu doğru haber. Bu kadar mı duyarsızlaştık, hissizleştik!? Nereye gidiyoruz insanlık olarak? Allah (c.c.) akıbetimizi hayır eyleye... Âmin...Kişi önce nefsinden başlamalı, önce nefsini, kendi ahlâkî durumunu bir gözden geçirmelidir. Kürsüden, oturduğu posttan hep birilerine söyleyip de kendi nefsini, hırsını, hasedini, ahlâksızlığını, duyarsızlığını, aşırılığını... görmezden gelenlerden Allah (c.c.) hesap sorar... Bu gibilerden ve böyle olmaktan Allah’a (c.c.) sığınmak lâzım.Dünya malumunuz olduğu üzere imtihan, sıkıntı yurdu. Âdemoğlu bir imtihanı savdı mı bir imtihanın içinde kendisini bulur. En büyük sıkıntıyı çekenler, imtihanlara duçar olanlar da yine bilindiği üzere peygamberlerdir. Efendimiz’in hayat-ı şahanelerini bir düşünün. Sıkıntı, çile adına ne varsa Rabb’i O’na tattırmış. Vallâhî O’na gelen bir sıkıntı bize gelse -Allah (c.c.) muhafaza- imanımız tehlikeye girer. Hafif bir esintide düşerek savrulan bir yaprak misalidir, bizim hâllerimiz. Biz mücrimlere sabrı tavsiye buyuran o kadar çok ayet-i kerime var ki!!!... Yeri gelmişken Allah (c.c.) ile konuşma olan Kur’ân-ı Kerim’i de okumaz olduk. Bu ezelî ve ebedî Kelâm kolay mı bizlere miras kaldı? Evet, başta Son Resul ve O’nun yaranları, sadık dostları canlarından can, mallarından mal, ömürlerinden ömür katarak ve bu kıymetlerini Allah’a (c.c.) satarak İslâm’ı, Allah’ın (c.c.) Kelâm’ını, Habibi’nin Sünnet-i Seniyye’sini biz nankör, kötülere ulaştırmaya vesile oldular. Allah (c.c.) tek tek hepsinden sonsuz razı olsun, onları rahmetine gark etsin... Demek ki imtihanlarla yaşamasını ve sabretmesini öğreneceğiz, sabredeceğiz. Üzerimize düşen görev ve sorumluluk bilinciyle hareket edeceğiz, bu uğurda kınayanın kınamasına bakmadan, tembellik göstermeden, Rabbimiz’in, dinimizin bizden beklentilerini yerine getireceğiz.Şehr-i Ramazan içerisindeyiz. Allah (c.c.) bizleri rahmetinin sağanak olup yağdığı, şeytanların bağlandığı, yardımlaşmanın daha da bir önem kazandığı bu iklime, müstesna zamana sağ salim ulaştırdı. O’na tekrar sonsuz kere şükür ve hamdediyoruz... Mühlet veren, cezalandırmayan, kullarını aff u mağfiret etmek için bahaneler arayan, sebepler yaratan Allah’a (c.c.) tekrar sonsuz kere şükür ve hamdediyoruz... O bizlere ne güzel bir Rabb!... Ya bizler! Yıllar var ki sayısız lütuflarına masiva ile karşılık veriyoruz... Nereye kadar gideriz, bilmem ki?!Ramazan, fakirlere maddî yardımların yapıldığı, garip gurebanın sofralara davet edildiği, yaşlı ve kimsesizlerin görüp gözetildiği ay olarak tasavvur edilir. Peki, öyle mi? Öyle olan yerler vardır elbet; fakat bu rahmet ve bereket ayının bu hususiyeti zayıflamaya başlamış, korkarım ki yok olmaya yüz tutar zamanla. Bir oruçluyu iftar ettirmek çok güzel ve sevaptır. Fakir olan, kimi kimsesi bulunmayan, evinde sıcak bir yemek pişmeyen bir -bu şahıs kim bilir, belki bir başına hayata tutunmaya çalışan bir kişidir- oruçluyu iftar ettirmek daha da güzel, sevaptır. Hangimiz çevremizde bulunan fakirleri, garip gurebayı araştırıyor, onların ihtiyaçlarını -hangi noktada olursa olsun- gidermeye çalışıyoruz. Kimse nefsini temize çıkarmaya çalışmasın. Bırakın diğer ayları bu yiğitliği; rahmetin, feyzin, yarlığanmanın iliklerimize kadar bizi çevreleyip kuşattığı Ramazan’da dahi yapmıyoruz. Herkes öz eleştiri yapmalı, “Zararın neresinden dönersen kâr.” bilinciyle hareket etmeli, bir an önce çevresini, yakınını araştırmalı Allah için fakire, kimsesize, ihtiyaç sahibi dula yardımda bulunmalı, onları razı etmelidir. Müslümanlardan beklenen de budur.Oruç geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi bizlere de farz kılındı ki arınmamız, bağışlanmamız, günah hâlimizi düzeltmemiz ve rahmete gark olmamız için. Oruçlunun ağız kokusu Allah (c.c.) indinde misk ü amberden daha güzeldir. Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar. Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf Allah (c.c.) içindir, Allah (c.c.) da onu dilediğim gibi mükâfatlandırır. Çünkü kul, Allah için arzularına set çekmiştir. “Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabb’ine kavuştuğu zamanki sevincidir.” “Kim Allah (c.c.) yolunda bir gün oruç tutsa, Allah (c.c.) onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar. Kim bir oruçluyu iftar ettirirse oruçlunun sevabından hiçbir şey eksiltilmeksizin ona verilir.” Oruç amelinin eşi ve benzeri yoktur. Cennette “Reyyân” denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez. İşte oruç bu şekilde bir bereket, rahmettir. Allah (c.c.) biz mücrimleri, bu aydan hakkıyla hisseyab olan kulları zümresine dahil eylesin.... Âmin... Selâm ve dua ile...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.