Özlenen Rehber Dergisi

104.Sayı

Farklı Bir Pencereden Kuşak Çatışması...

Ayşe YİĞİT Özlenen Rehber Dergisi 104. Sayı
Yaşadığımız yüzyılın temel sorunları arasında hiç kuşkusuz ilk ona girebilecek ’arızi bir durum’ (?) da kuşak çatışmasıdır. En kaba tarifle; eskilerle yenilerin yani gençlerle onlara nazaran ihtiyar olanların dünya görüşleri, değer yargıları gibi olguların örtüşmemesi ve bu örtüşmeme neticesinde iki kuşak arası cereyan eden anlaşmazlıklar, çatışmalar diye tarif edebileceğimiz kuşak çatışması aslında nedir, gerçekte böyle bir sorun var mıdır, ya da bu olgu gerçek manada bir sorun olarak nitelendirilebilir mi, ya da mevcut durumu sorun olarak görmek mi asıl sorun, işte bunun üzerinde duracağız.
Hani bir söz vardır ’elinizdeki tek alet çekiç ise, her şey size çivi görünür’ diye, galiba olay bu bağlamda biraz abartılmaktadır. Nasıl mı? İşte bir makaleye sığdırılmış cevabı...

Temel neden; İletişim sorunu...
Günümüz ailelerinde genel manada yaşanan temel sıkıntı şöyle; kimi geç kimi erken gelen aile fertleri akşam sofrasına beraber oturamamış olsalar da nihayetinde aynı çatı altında toplanmayı başarmışlardır günün sonunda. Anne mutfakla meşgulken baba televizyonun karşısında, kumanda elinde gün boyu izleyemediği haberleri ya da siyasî meseleleri kanallar arasında gezinerek yakalamaya çalışmaktadır. Ekonomik refahın neticesi olarak çocukların da kendi odalarında kendi televizyonları olduğu için onlar da istediği diziyi/maçı seyredebilmekte, kimisi de gün boyu hiç görüşemediği (!) sınıf arkadaşıyla internet ortamında sohbet etmektedir.
Aile fertleri gayet özgür dilediğini yapabilmekte hiç kimse kimseyle çatışmamaktadır. Gece yarısına doğru çocukların aklına yapılması gereken ödevler, tamamlanması gereken projeler gelir. Babalarıyla konuşmaları, fikir alışverişinde bulunmaları gerekmektedir. Fakat hepsi yarına (!) kalmıştır. Evin hanımının da eşiyle konuşması gereken aileyle ilgili bazı meseleleri vardır, fakat baba koltukta çoktan sızmıştır.
Birçok ailede bu durum klâsikleşmiştir ve hiç kimse de bu durumu yadırgamamaktadır. Ne güzel herkes kendi egosunu beslemekte ve günübirlik mutluluklarla mutlu olmayı başarabilmektedir! İletişim, etkileşim, paylaşım, bilgi alışverişi, tecrübe gibi değerlere sanki hiç ihtiyaç yokmuşçasına herkes hâlinden memnun (?) gözükmektedir.

Kültür transferi ve kuşak çatışması;
Hani gençler ve yetişkinler arasında şu malum kuşak çatışmasından sık sık söz edilir ya… Günümüzde öyle kopukluklar yaşanır ki iki kuşak arasında; insanın ’yeter ki bu iki kuşak zaman zaman bir araya gelip iletişime geçebilsin, çatışmaya razıyız’ diyesi gelir. Çünkü yetişkinler bir sonraki nesle değerlerini aktarmadığı sürece bu neslin gelecek nesillere aktaracak değerleri de ne yazık ki olmayacaktır. Gençlerle konuşmak, kaynaşmak, vakit geçirmek, zaman zaman da çatışmak ihtiyacındayız. İki nesil arasında kuşak çatışması olmak durumunda ve zorundadır ki toplumlar değerlerini aktarabilsinler; medeniyetler, kültürler yok olmasın, birbiri içinde erimesinler. Global bir kültürden söz etmek insanlığı yozlaştıracaktır.

Kuşak çatışmasına bir son; Birlikte olmak...

Ailecek yapılan piknikler, akraba ziyaretleri, alışverişler, eğlenceler, hatta ailecek izlenen filmler bile zaman zaman çatışmalara yol açsa da aslında özellikle de yeni nesillere çok şey kazandırabilir. Hani bir söz vardır; ’Gençlik bilse, yaşlılık yapabilse...’ diye. Gençlere onurları zedelenmeden aktarılması gereken tecrübeler vardır. Ve bunlar hiçbir zaman nasihat çekmeyle öğretilemez, çünkü nasihat dinlemek gençlerin en çok nefret ettikleri şeydir. Paylaşılan anlar iki kuşak arasındaki etkileşimi artıracak, zaman zaman çatışmalar yaşansa da bu, her iki tarafa kazanç olarak geri dönecektir. Mesela direksiyona oturmaya çok merakı olan bir genci bundan men etmek yerine, ona direksiyonu kendi kontrolümüzdeyken vererek falanca akrabamızı/dostumuzu ziyarete gitmek her iki tarafa da bir şeyler kazandıracaktır.
Bilgi ve teknolojinin getirisi değişen hayat şartlarıdır. Bu değişim kuşaklararası çatışmayı tetikleyecektir. ’Bizim zamanımızda yoktu.’ diye bilgisayarı gençlerin hayatından söküp atmak isteyişimiz çok yersizdir ve bunu hiçbir zaman başaramayız da. Fakat onları hafta sonu en yakın arkadaşını da alarak, pikniğe götürmemiz çok yerinde bir fikirdir mesela. Onları, bilgisayarla baş başa bırakmak yerine, iki kuşağın aynı ânı paylaşmasına vesile olacak bir pikniğe götürmek, iki kuşak arasında zaman zaman çatışma yaşanacak olsa da iletişim ve etkileşimin gerçekleşmesine vesile olur. Hayat şartları değiştiği sürece kuşak çatışması da varlığını koruyacaktır, bunu en aza indirmek mümkünse de tamamen kaldırmak mümkün değildir.
Paylaşılan anlar, gençlerin ailelerine kendilerini ispatlama imkânı da sunacaktır. Ne iyi yapabildiğini, ne kadar doğru düşünebildiğini ispatlayıp anne-babasının takdirini toplayan genç, bu takdir toplama ihtiyacını olur-olmadık gruplarda aramayacağı için de büyük faciaların önüne geçilmiş olunacaktır. Çünkü özellikle ailesinden beklediği ilgi ve takdiri bulamayan gençler daha başka tehlikeli sosyal gruplara yönelirler.

Olayı büyütmemek çözüme götürür...
Kuşak çatışmasını gözümüzde büyütmemek, onu değişen hayat şartlarının ve gelişimin bir neticesi olarak kabul etmek gerekir. Onun için ’bizim zamanımızda’ diye başlayan cümlelerden şiddetle kaçınıp normal düzeyde olması gereken kuşak çatışmasını bir savaşa, aile faciasına dönüştürmemek gerekir. İletişim ve etkileşim devam ederken yeri geldiğinde fikirler de çatışmalı ama asla bir küslük, kopukluk ve savaş hâli ilân edilmemelidir.
Televizyon ve bilgisayarın aile içi ve kuşaklararası iletişimi kopardığı şu çağda şiddetle ve acilen iletişim ve etkileşime geçip ara-sıra da aşırı olmamak kaydıyla çatışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Değerlerimizi ve tecrübelerimizi bir sonraki nesle aktarmalıyız ki kültürümüz yok olmasın.

Bir nebzede olsa; Özeleştiri
Çocuk dünyaya hiçbir davranışı biliyor olarak gelmez. Dünyaya gelen bebeğin ’ iyi-kötü, güzel-çirkin doğru-yanlış’ gibi değer yargıları yoktur. Çocukta gözlemlediğimiz iyi ya da kötü davranışları, çevresiyle özellikle de en yakınındaki ailesiyle ilişkileri sırasında öğrenir. Örneğin yemek yememekte direnen çocuğa ’hadi kızım açıver ağzını. Yoksa ablan abin yiyecek’ diyerek kıskançlığı öğrenmesini sağlıyoruz. Ya da çocuğumuz küçükken kafasını duvara çarpmıştır. Çocuğun kafasını kendisinin çarptığını düşünmesini sağlamak yerine tepkimiz ne oluyor bir düşünün. ’Kötü kapı neden kızımın kafasına vurdun. Ah sana Ah sana’ diyerek biz de kapıyı döveriz. Bu şekilde onlara kendi davranışlarımızı ya da hatalarımızı kabul etmeden direkt karşıdakini suçlamayı ve şiddet kullandırmayı öğretiriz. Sonra da örneğin bebeğini parçalayan çocuğumuza kızarız.

Ne yapılabilir?
Çocuklarınızla ilişkilerinizde öfke ve telaş gibi aşırı tepkilerden kaçınmak ve sakin olmayı başarabilmek iyi bir anne baba olmanın gereğidir. Çocuklarımızda istemediğimiz davranışlar gözlemliyorsak ve çocuklarımızın bu davranışlarını değiştirmek istiyorsak işe kendi davranışlarımızı gözden geçirmekten başlamalıyız. Çocuğun bu istemediğimiz davranışı yapmasında bizim mutlaka önemli bir payımız vardır. Kendimizi objektif, cesur ve dürüst bir şekilde eleştirmeliyiz. Suçlu arayarak ya da bahaneler üreterek değişim gerçekleştiremeyiz.
Burada çocukların problemli bir kişilik geliştirmelerine neden olan bazı anne baba beklentilerinden söz etmek, bazı kişilik yapılarından örnekler verip düşünmenizi sağlamak istiyorum.
’Çocuğum söz dinleyen, itiraz etmeyen, yaramazlık yapmayan, kurallara tamamen uyan, izin verilmeden konuşmayan, çok çalışkan biri olsun.
Çocuklarım için neyin en uygun ve en iyi olduğunu ancak ben bilebilirim. Hangi alanda başarılı olacaklarına ben karar veririm.’
Eşimiz ve biz, hem okulda hem de evde kolayca yönetilebilen, edilgen, uyumlu bir çocuk yetiştirmenin gerekliliğine inanıyoruz. Çevreyle problem çıkarmadan ortama kolayca uyum sağlayan insanlar olmasını istiyoruz. Çocukların eğitim sorumluluğunun okula ve öğretmene ait olduğuna inanıyoruz. Baba olarak çantasını, kitaplarını, almalı, giydirmeli ve karnını doyurmalıyım yeter diye düşünüyoruz. Öğretmenlerin çocuklarımızı hem akademik hem kültürel, hem psikolojik, hem sosyal, hem mesleki ve hem de dini/ahlaki yönden geliştirmesini bekliyoruz. Çünkü öğretmen her şeyi iyi bilen ilim sahibi bir kişidir. Ancak değişen ve gelişen dünyada ve özellikle de ülkemizde, bu zihniyette yetişen çocuklarımızın değişime sağlıklı bir şekilde uyum sağlayıp, ruh sağlığı yerinde kişilikler oluşturması mümkün müdür?
Ya da şöyle diyelim; bütün bunlar dâhilinde yetişen çocuklarımız, evet belki bizimle büyük problemler yaşayıp kuşak çatışması içerisine girmez ama ya kendilerinden sonraki nesille irtibat noktasında neler yaşar hiç düşünüyor muyuz?

Sonuç;
Sonuç olarak diyebiliriz ki; kuşak çatışması denilen olgu aslında öyle abartıldığı gibi büyük problem, kaos değildir. İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyalite devamlı olarak değişimi ve gelişimi beraberinde getirir. Değişimin ve buna endeksli olarak vücuda gelen gelişimin eskilerce hemen ve eleştirelsiz kabul edilmesi kolay olmadığına göre eskilerle yeniler, ihtiyarlarla gençler arasında küçük çaplı anlaşmazlıkların, çatışmaların olması yadsınamaz gerçektir. Burada asıl mühim olan hayatın içerisinde var olan bu tür anlaşmazlıkları büyütmeden çatışmaya dönüştürmeden iletişimle, karşılıkla anlayış ve hoşgörüyle kültür transformasyon ortamı haline dönüştürmektir. Böyle olduğunda büyütülecek bir şeyin olmadığı anlaşılacak ve huzurlu nesiller ortaya çıkacaktır.


NOT: Bu makâlenin hazırlanmasında; Aynur TUTKUN’un Kuşak Çatışması olmamalı mı? adlı yazısından istifade edilmiştir. Yazının orijinali için Yüzakı Dergisi Kasım 2007 33. Sayısına bakılması
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.