Özlenen Rehber Dergisi

115.Sayı

Hac Yolunun Azığı Takva,

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 115. Sayı
وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰى وَاتَّقُونِ يَآ اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
’…Ve azık edinin. Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden korkun.’ (el-Bakara, 2/197)

Âhireti hatırlatan mukaddes yolculuk!
Hac aylarındayız. Bu büyük ibadeti yerine getirmek amacıyla hacı adaylarının bir kısmı mukaddes beldelere ulaşmış, ibadet ü itaatle meşgul iken, diğer kısmı ise oraya varabilmenin arzu ve iştiyakını taşımakta.
Âhiretin ve ona ait işlerin unutulduğu, kalplerin perdelendiği bir zamanda hac ibadeti kullar için bir rahmettir. Zira o, kullara, Zat-ı Zülcelal’i, âhireti, dünyadan el etek çekerek tüm varlığıyla yaratanına dönmeyi, varlığını O’nun rızasına hasretmeyi hatırlatmaktadır.
Hac, sırf Allah’ın rızası kastedilerek mukaddes beldeleri, saygıdeğer mekânları ziyaret için çıkılan ulvî bir yolculuktur.
Hac, dünyanın süs ve lezzetlerinden uzaklaşıp iki parçadan oluşan tek tip elbiseye bürünerek her türlü farklılıktan arınmış bir halde mahşer provasına yürüyenlerin yolculuğudur. Bu nedenle ona; ’âhiret yolculuğu’ denmiştir.
Her yolculuğun, kendine has zorlukları ve bu zorlukların üstesinden gelebilmek için hazırlanması gereken bir azığı vardır. Elbette ki azığın mahiyeti, kemiyeti; yolcuya, yola, yolun şartlarına, gidilecek yere göre farklılık arz edecektir.
Dünyevî bir yolculukta insan azık olarak yanına; yiyecek, içecek, giyecek, binit ve mal alır.
Uhrevî yolculuğun azığı ise marifetullah, muhabbetullah ve Allah dışındaki tüm varlıklardan yüz çevirmektir ki, tüm bunları ’takva’ kelimesi özetlemektedir.
Hac yolunun azığı:
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’nın haber verdiğine göre, cahiliye döneminde Yemenliler, yanlarına azık almadan hac yolculuğuna çıkıyor ve buna gerekçe olarak: ’Bizler tevekkül eden, Allah’a itimat eden, O’na güvenen insanlarız. O, bizi aç ve açıkta koymaz. O’na olan güvencimiz gereği azık almamız doğru olmaz!’ diyorlardı. Ne var ki bu sözü söyleyenler, Mekke’ye vardıklarında insanlara el açmaya, onlardan yiyecek, içecek vb. şeyleri dilenmeye koyuluyor, halka yük oluyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ: ’Ve azık edinin. Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvadır.’ (el-Bakara, 2/197) âyet-i kerimesini indirdi. (Bkz., Buhârî, Hac, 6)
Yemenliler ve onlar gibi davranan diğer bazı Araplar, yaptıkları işin tevekkül olduğunu zannediyorlardı. Hâlbuki bu kanaatleri son derece yanlıştı. Zira tevekkül, bir iş için gerekli olan maddî manevi sebepleri gücü nispetinde yerine getirdikten sonra, neticeyi Allah’a bırakmak; kalbin Allah’a itimat etmesi, güvenmesi, O’nun yaratacağı neticeyi rıza ile karşılayıp akıbetinden endişe etmemesi demektir.
Tevekküle örnek verecek olursak; bir çiftçi tarlasını güzelce sürer, tohumunu eker, sular. Elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra Allah’a tevekkül eder. Çünkü Allah istemedikten sonra ne yaparsa yapsın ekin bitmeyecektir.
Şu hadise de yanlış tevekkül anlayışını ifade etmesi açısından çok manidardır:
Bir adam Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’e: ’Mekke’ye azıksız olarak tevekkül üzere gitmek istiyorum.’ dedi. İmam Ahmed ona: ’O halde kafile olmaksızın (yalnız başına) git.’ dedi. (Adam): ’Hayır, ancak onlarla birlikte (giderim)!’ dedi. (İmam Ahmed ise ona): ’Şu halde (sen) insanların kaplarına tevekkül ettin.’ diyerek (cevap verdi). (Ebu’l-Ferac İbnu’l-Cevzî, Telbîsu İblîs, s.146, Dâr İbn-i Haldûn)
Allah Azze ve Celle, onların bu yanlışlarını izale için yolculuğa, yanlarına azık alarak çıkmalarını emretmiştir. Bu emrin hemen ardından ise, en hayırlı azığın takva olduğu ifade edilmiştir.
En hayırlı azık!
Takva, kişinin kendisini Allah’ın azabından, gazabından, hoş olmayan, acı veren durumlardan koruyacak şeylere tutunmasıdır. Bu ise ancak, Allah ve Rasûlü’nün emirlerini tutmak, yasaklarından kaçınmak, Kur’an ve Sünnet’te yer aldığı şekliyle muttakilerin vasıflarıyla hâllenmek suretiyle olur.
Âyetten çıkartılan manalar:
Bu âyet-i kerimeden şu manalar anlaşılabilir:
1- Cenâb-ı Hak, ihramlı iken ’kadınlara yaklaşmak, günah işlemek, kavga etmek’ten (Bkz., el-Bakara, 2/197) mü’minleri menetmiştir. Devamında gelen bu ifadeyle de hacda yasaklanan şeylerden sakınmanın, yani takvanın azığın en hayırlısı olduğunu haber vermekte ve maddî azığın yanı sıra manevî azık olan takvayı da ihmal etmemeyi emretmektedir.
2- Âyet; ’Yanınıza azık alarak yola çıkmak suretiyle Allah’ın size vermiş olduğu emre uymak hususunda Allah’tan korkunuz.’ manasına da gelebilir.
3- Yine bu ifade; ’Yanınıza azık almanız bir takvadır. Ki azığın en hayırlısı, yolcuyu helak olmaktan, insanlara el açıp dilenmekten koruyandır.’ manasını da ifade edebilir.
Yanlarına azık almayan Araplar, ihtiyaç nüksedince çareyi bazı zamanlar hırsızlıkta, gaspta, bazen de dilencilikte buluyorlardı. Allah, azık almayı emrederek bu çirkin günahların önünü kapatmıştır.
Ayrıca hac, ubudiyetin, mahviyetin en yüksek derecede izhar edildiği bir ibadettir. Allah (c.c.), bu ibadet esnasında kullarının ihtiyaçlarını, mahviyetlerini ancak kendisine arz etmelerini arzu etmekte, bu nedenle kimseye el avuç açmayacak derecede azık tedarik etmelerini emretmektedir.
4- Diğer azıklar ne kadar bol olsa da, takva olmadıkça saadet de olmaz. Zira o olmadan günahtan korunmak, helak edici şehvetlerden uzaklaşmak mümkün değildir. Şu halde azık hazırlamak, takvaya sebep olacağı gibi, takva da azık hazırlamak için en büyük bir etkendir.
5- Âyette, dünya azığından bahsedildikten sonra âhiret hatırlatılmakta, dünya yurdunun ebedî olmadığına dikkat çekilmekte ve âhiret yolculuğu için takva azığı edinmeye teşvik edilmektedir.

İnsanın iki türlü yolculuğu vardır:
- Dünyada yolculuk
- Dünyadan yolculuk

Dünyada yolculuk için azık lazım olduğu gibi, dünyadan yolculuk için de azık lazımdır. Âhiret yolculuğunun azığı ise, ancak takvadır ki o, azıkların en hayırlısıdır.
6- Hakiki tevekkül ve takva, rızka vesiledir. Takva ve tevekkülü hakikatiyle yaşayan ve kendisine azık yapan bir kimsenin çok fazla maddî azık almasına gerek yoktur. Bir hadislerinde Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Şayet siz, Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç gidip akşam tok dönen kuşların rızıklandığı gibi rızıklandırılırdınız.’ (Tirmizî, Zühd, 33)
Günahlar rızka mani olduğu gibi hakiki takva da rızkın gelişine, artmasına, genişlemesine ve bereketlenmesine bir vesiledir. Zira bir âyette şöyle buyrulmaktadır: ’Her kim Allah’tan korkarsa (Allah) onun için bir çıkış yeri nasip eder. Ve onu hiç hatırına gelmeyen bir cihetten rızıklandırır. Her kim de Allah’a tevekkül ederse artık O, ona kâfidir.’ (et-Talâk, 65/2-3)
Mukâtil b. Hayyân’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bu âyet (yani) ’…azıklanın’ (âyeti) indiği zaman Müslümanların fakirlerinden bir adam kalktı ve: ’Yâ Rasûlallah! Azıklanacağımız bir azık bulamıyoruz. (Ne yapalım?)’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Yüzünü insanlardan alıkoyacak (yani seni dilencilikten alıkoyacak) şeyi azık edin. Azıklandığınız şeylerin en hayırlısı ise takvadır.’ (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.1, s.351)
Şu halde önemli olan kişinin takva sahibi olmasıdır. Takva sahibi olduktan sonra az bir azık onu insanlara el açmaktan, dilencilikten koruyacaktır. Takva sahibi olmadıktan sonra yanında dünyalar kadar mal da olsa şerefini düşürecek işler yapacak, insanlara yük olacaktır.
Sakınılmaya en layık olan:

’Ey akıl sahipleri! Benden korkun.’
Cenâb-ı Hak, takva ile emrettikten sonra sakınmayı kendisine hasrederek ihlâsı emretmiştir. Ki korkulmaya, sakınılmaya, saygı duyulmaya, emirlerini tutup nehiylerinden sakınılmaya layık olan da ancak O’dur. Bunu bir âyet-i kerimede şöyle ifade etmiştir: ’…kendisinden sakınılmaya layık olan da, bağışlamaya ehil olan da ancak O’dur.’ (el-Müddessir, 74/56)
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.): ’…kendisinden sakınılmaya layık olan da, bağışlamaya ehil olan da ancak O’dur.’ (el-Müddessir, 74/56) âyeti hakkında şöyle buyurmuştur: ’Allah Azze ve Celle, (bu âyette): ’Ben sakınılmaya layığım. Artık her kim benden sakınır ve benimle birlikte (başka) bir ilâh edinmezse ben de o kimseyi bağışlamaya layığım.’ buyurdu.’ (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 72)
Akıl sahibi, Allah’tan korkandır!
’Lübb’, bir şeyin özü ve halis kısmı demektir. Âlimler ’Ulu’l-Elbâb’ tabirinin ne manaya geldiği hususunda ihtilaf etmiştir:
1- Bazıları ’lübb’ kelimesinin "akıl" manasına geldiğini, dolayısıyla bunun ’eşyanın hakikatini idrak eden akıl sahipleri’ demek olduğunu söylemişlerdir. Zira akıl, insanda bulunan meziyetlerin en üstünü; insanı hayvandan ayırıp ve onu melekler seviyesine yaklaştıran kabiliyettir. İnsan hayır ile şerri birbirinden akıl sayesinde ayırt edebilmektedir.
2- Bazı âlimler ise bunun, ’kalp’ demek olduğunu ve mananın ’kalp sahipleri’ şeklinde olacağını söylemişlerdir.
Cenâb-ı Allah ayette sanki şöyle demektedir: ’Azıkların en hayırlısının takva olduğu sabit olunca, ey akıl sahipleri, takvayla meşgul olunuz. Yani, eğer siz, işlerin hakikatini bilen kâmil derecede akıl sahipleri iseniz, aklınızın gereği olarak, çok faydaları olan bu azığı elde etmek için meşgul olmanız gerekir.’
Tüm insanlık Allah’tan sakınmalıdır. Ancak bu âyet-i kerimede emir, hevanın şaibelerinden kurtulmuş akıl sahiplerine yönelik gelmiştir. Zira aklın delili Allah’tan sakınmaktır, takvadır. Buna göre Allah’tan korkmayan, O’nun emir ve yasaklarına muhalefetten sakınmayan kimse akıl sahibi değildir.
Takva ile azıklanmaya dair hadisler:
Katâde (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) kavmim üzerine benimle akit yaptığı zaman onun elini tuttum ve ona veda ettim. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Allah takvayı azığın yapsın, günahını affetsin ve her nerede olursan ol, seni hayra yöneltsin.’ (Taberânî, Kebîr, c.8, s.85, h.no:15365)
Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir adam Nebi (s.a.v.)’e geldi ve: ’Yâ Rasûlallah! Muhakkak ki ben, yolculuğa çıkmak istiyorum, bana azık ver, (bana dua et ki benim için azık olsun)!’ dedi. (Rasûlullah): ’Allah seni takva ile azıklandırsın!’ buyurdu. (Adam): ’Bana daha ver!’ dedi. (Rasûlullah): ’Günahını affetsin!’ buyurdu. (Adam): ’Anam babam sana feda olsun, bana daha ver!’ dedi. (Rasûlullah): ’Her nerede olursan ol, hayrı sana kolaylaştırsın!’ buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 45)
Hacının azığı ve libası takva olmalı!

Hac, Cenâb-ı Hak için yapılan uhrevî bir yolculuktur. Mukaddes beldelere tatile gidermiş gibi refah ve dünyevî süslerle gidilmez. Kişi bu yolculukta yanına çantalar dolusu giyecek, yiyecek alırken; cebine tl, euro, dolar koyarken, kalbine de takvayı koymalıdır. Karnını yiyecekle doldururken, bununla açlıktan korunurken ruhunu da takva ile doyurmalı, onunla haramlardan, Allah’ın gazabından ve azabından korunmalıdır. Bedenine ihram elbisesini kuşanırken ruhuna da takva libası giydirmelidir ki bu, libasların en hayırlısıdır. (Bkz., el-A’râf, 7/26) Bedenini zarar vereci şeylerden elbiseyle korurken, onunla avret yerlerini örterken, kalp ve ruhunu da şeytanın iğvalarından, nefsin hevalarından takva elbisesiyle korumalı, çirkin ahlaklarını örtmelidir.
Hacı, maddî azıkla meşgul olayım derken bu yolculukta en çok gereken takva azığını ihmal etmemelidir. Takva azığı, ömrün başlangıcından sonuna kadar kişinin yanında var olmalıdır. Buluğa erdikten hac yolculuğuna çıkılacak güne kadar bu azığı toplamalıdır. Hac zamanına kadar ömrü gafletle geçen bir kimse ise hiç değilse yolculuktan önce günahlarına tevbe etmeli, niyetini düzeltmeli, üzerine terettüp eden hakların sahipleriyle helalleşmeli, namazlarına dikkat etmeli, güzel ahlaklı olmaya çalışmalıdır.
Emir ve nehiylerin bidayeti ve semeresi; takva!
Allah ve Rasûlü’nün emri üzere yerine getirilen ibadetler ve kaçınılan yasaklar takvayı besleyip netice verdiği gibi bu emir ve yasaklara hakkıyla riayet etmek de ancak takva ile mümkün olmaktadır.
Orucun (Bkz., el-Bakara, 2/183), hadlerin (şer’î cezaların) (Bkz., el-Bakara, 2/179), namazın (Bkz., Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.1, s.305, h.no:509), hac ve kurbanın (Bkz., el-Hac, 22/37), genel manada kulluğun (Bkz., el-Bakara, 2/21) semeresi hep takva halini yakalamaktır.
Emir ve yasaklara hakkıyla riayet edebilmek ancak muttakilerin harcıdır. Bu nedenle Cenâb-ı Hak, hac için yolculuğa çıkanlara ’hacda, kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek’ (Bkz., el-Bakara, 2/197) yoktur buyurmuş ve ardından takvayı azık edinmelerini emretmiştir.
Hac, meşakkatlerle dolu bir ibadettir. Her bir merhalesinde aklı geriye atan, bedene ağır gelen ve eziyet veren, sabredilmesi gereken ameller, zorluklar mevcuttur. Tüm bunlara sabır, ancak muttakilerin üstesinden gelebileceği bir iştir. Bu nedenle kişi muttakilerin Kur’ân’da zikredilen şu vasıflarına haiz olmalıdır:
Muttakilerin vasıfları:

İman esaslarını tasdik etmek (Bkz., el-Bakara, 2/4), gabya inanmak ve namaz kılmak (Bkz., el-Bakara, 2/3), zekât vermek (Bkz., el-Bakara, 2/177), affedici olmak (Bkz., Âl-i İmrân, 3/134), Allah yolunda mal ve canla cihad etmek (Bkz., et-Tevbe, 9/44), infak etmek (Bkz., el-Bakara, 2/3), dosdoğru olmak (Bkz., et-Tevbe, 9/7), geceleri az uyuyup, seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilemek (Bkz., ez-Zâriyât, 51/17-18), insanlara iyilik yapmak (Bkz., Âl-i İmrân 3/134), adaletli olmak, şahitliği adaletle yapmak (Bkz., el-Mâide, 5/8), Allah’ın dinine ve hükümlerine saygılı olmak, hürmet göstermek (Bkz., el-Hac, 22/32), günahın ardından Allah’ı hatırlayarak tevbe etmek, kötülükte ısrar etmemek (Bkz., Âl-i İmrân, 3/135), öfkeye hâkim olmak (Bkz., Âl-i İmrân, 3/134), sabırlı olmak (Bkz., el-Bakara, 2/177), salih amel sahibi olmak (Bkz., Meryem 19/60-63), sözünde durmak (Bkz., el-Bakara, 2/177), Rasûl-i Ekrem’e karşı edebini muhafaza etmek (Bkz., el-Hucurât, 49/3)…
Amellerin kabulü için takva şarttır:

Bir âyet-i kerimede şöyle buyruluyor: ’Allah, ancak muttakîlerden (takva sahiplerinden) kabul eder.’ (el-Mâide, 5/27)
Bir amelin kabul edilmesi, takvaya bağlıdır. Allah (c.c.), ancak zahirini ve batınını takva ile süsleyenin amelini kabul eder.
Binaenaleyh amel sahibi, batınını şirkten, riyadan, gösterişten, ucuptan, kibirden temizlemeli, kalbini ihlâs ve ihsan ile bezemelidir. Zahirde ise haramlardan, mekruhlardan, çirkin söz ve fiillerden uzak durmalı, güzel ahlakın gerektirdiği şekilde hareket etmelidir ki ameli kabul görsün.
Rabbimiz diğer bir âyette ise şöyle buyuruyor: ’Onların ne etleri, ne kanları hiç bir zaman Allah’a (yükselip) erişmez. Fakat sizden Ona (yalnız) takva ulaşır.’ (el-Hac, 22/37)
Allah’a, kurbanların ne etleri ne de kanları ulaşır. Fakat kullardan O’na ancak takva ulaşır. Yani O, yalnız kendi rızasını kasteden takva sahiplerinin amelini kabul eder, onları mükâfatlandırır.
Cahiliye ehli, kurbanlarını putları için keser, ilâhları üzerine o kurbanların etlerinden koyar, onların üzerine ve Kâbe’nin duvarlarına kurbanların kanlarını sürerlerdi. Müslümanlar da onlar gibi yapmak isteyince bu âyet indi.
Niyetin önemi:
Şu halde kişinin hacca giderken taşıdığı niyet çok önemlidir. Hacca, insanlar bilsinler, takdir etsinler, saygı duysunlar, ’şuna bak, malı var ama hacca gitmiyor!’ diye ayıplamasınlar düşüncesiyle, insanların ikbalini arzu edip sırt çevirmelerinden sakınarak mı gidiyor, yoksa sırf Allah’ın rızasını, yakınlığını kast ederek, O’nun emri yerine gelsin, diye mi gidiyor?
Haccın kelime manası kastetmek, niyet etmek, yönelmek demektir. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Ameller, niyete göredir. Her bir kimseye niyet ettiği şey vardır. Dolayısıyla her kimin hicreti Allah’a ve Rasûlü’ne yönelik olursa, onun hicreti Allah’a ve Rasûlü’nedir. Her kimin de hicreti, elde edeceği bir dünya (metaı) veya evleneceği bir kadın için olursa, onun hicreti de hicret etmesine sebep olan şeyedir.’ (Buhârî, Îmân, 42) buyurarak amelin kabulünde niyetin önemini ifade ediyor. Hacı da bu yolculuğunu hicret saymalı, bunu sırf Allah ve Rasûlü’nün rızasına hasretmeli, başka mülahazalarla gönlünü ve amelini kirletmemelidir.
Cenâb-ı Hakk’ın bir amelde itibar ettiği şey ancak takvadır. Takva libasına bürünmeden giyilen ihramların, yapılan tavaf, sa’y, vakfe ve zikirlerin, getirilen telbiyelerin, atılan taşların, kesilen kurban ve saçların Allah katında hiçbir itibarı yoktur. Allah bunlara zaten muhtaç da değildir. Bu amellerden fayda görecek ancak kuldur. Kulun bu amellerinden fayda görmesi, harcanan paraların, geçirilen vakitlerin, çekilen meşakkatlerin boşa çıkmaması niyete, takvaya ehemmiyet göstermesine bağlıdır.
Hacı, yaptığı amellerin zahirinden ziyade batınıyla meşgul olmalı, iç âleminde devamlı Cenâb-ı Hakk’a müteveccih olmalıdır. Yolculuğunun her anında, oğlu İsmail’le birlikte Kâbe’yi yeniden inşa eden ve insanlığı hacca davet eden, hac menasiklerini hakkıyla yerine getiren Hz. İbrahim (a.s.) gibi: ’Şüphe yok ben Rabbime gidiciyim, elbette beni doğru yola iletir.’ (es-Sâffât, 37/99) düşüncesi benliğine hâkim olmalıdır.
Haccın kabulünün alameti:
Bir hacının, hacca giderken yanına ne tür bir azık aldığı döndüğünde üzerinde taşıdığı halden, konuştuğu sözlerden rahatlıkla anlaşılabilir. Zahirle giden zahirle, batınla giden batınla, parayla giden malla, takva ile giden Allah’a yakınlıkla döner.
Hacdan sonra ibadet ve itaate ziyadesiyle yönelen, güzel ahlakı hareketlerinde rehber edinen, haccın faziletinden, yolculuğu esnasında yaşadığı güzelliklerden, manevi hallerden bahseden bir kimse hacca takva azığıyla gitmiş ve imanını, takvasını ziyadeleştirerek dönmüş demektir.
Bunun tam tersine, hac dönüşü dünyaya daha çok bağlanan, sürekli haccın zorluklarından, yaşadığı kötü hadiselerden, kavga ve çekişmelerden bahseden, yediği yemekleri, kaldığı oteli, yaptığı alışverişleri, gezdiği çarşı pazarları anlatan bir kimse ise boş gitmiş boş dönmüş, hem dünya hem de âhiretini kaybetmiş demektir.
Allah’ın şiarlarına saygılı olmak:
Bir âyette Rabbimiz şöyle buyuruyor: ’İşte bu, böyledir. Her kim Allah’ın şeâirine tazim ederse, artık şüphe yok ki o, kalplerin takvasındandır.’ (el-Hac, 22/32)
Şeâir, kendisiyle bir şeyin tanınıp seçildiği alametler, nişaneler manasına gelir. Bu âyette Allah’ın şeâirinden maksadın; hareme gönderilen kurbanlıklar, hac menasikleri, hac menasiklerinin eda edildiği yerler ve her türlü ibadet olabileceği söylenmiştir.
Özelde hac menasikleri ve kurbanlıkları, genelde ise her türlü ibadet ve itaati yüceltmek, saygı duymak, gereken ehemmiyeti göstermek, tam yapmaya çalışmak, kıymetten düşürecek her türlü işten şiddetle kaçınmak kalbin takvasındandır. Yani bu, kalpleri takvalı olan, sadırlarına takva yerleşmiş olan kimselerin fiillerindendir.
Hac ibadeti esnasında yerine getirilen hac menasiklerine, bunların yapıldığı yerlere tazim göstermek, onların hürmetini ihlal edecek her türlü davranıştan kaçınmak ancak takva sahiplerinin işidir. Cenâb-ı Hak, şeârinin yüceltilmesini istediği için kullarına takva ile azıklanmalarını emretmiştir. Azığı takva olmayanın bu emri yerine getirmesi de mümkün değildir.
Helal malla hac yapılmalı!
Takva ile azıklanmak, kişinin yanına aldığı malın helalden olmasını iktiza eder.
Hac, bir ibadettir. Bu ibadetin kabul olması, Allah katında itibar görmesi için helal yollardan elde edilen mal ile yapılması gerekir. Haram yollardan kazanılan malla eda edilen bir ibadet zahiren tamam olsa da Allah katında kabul görmez.
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Kişi, temiz (ve helal) nafakayla haccetmek üzere (evinden) çıktığı ve ayağını üzengiye koyduğu, ardından da: ’Lebbeyk allâhumme lebbeyk/Emret Allah’ım emret!’ diye nida ettiği zaman bir münadi semadan ona şöyle seslenir: ’Allah haccını kabul etsin ve seni mesut etsin. Azığın helal, bineğin helal ve (bu nedenle) haccın mebrur (yani makbul)dür, günahsızdır (onda günah kiri yoktur).’ (Kişi) pis (ve haram) nafaka ile (evinden) çıktığı ve ayağını üzengiye koyduğu, ardından da: ’Lebbeyk!’ diye nida ettiği zaman bir münadi semadan ona şöyle seslenir: ’Allah haccını kabul etmesin ve seni mesut etmesin! (Ne lebbeyk ne de sa’deyk nidana icabet edilir!) Azığın haram, nafakan haram ve haccın da kabul edilmemiştir.’ (Taberânî, Evsat, c.4, s.65, h.no:5228)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.