Özlenen Rehber Dergisi

132.Sayı

Hz.âdem Es-safiyullah

H.Özlem AKSAÇLIOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 132. Sayı
Peygamberler tarihi denildiğinde akla gelen ilk şey; gelmiş geçmiş bütün insanların arasında kullukta en zirve noktayı yaşayan örnek kimliklerin hayat kıssalarıdır. Allah’u Teâlâ (c.c.) yüce kelamında binlerce peygamberden bir kısmını ayrıntılarıyla anlatarak bazı önemli ve çarpıcı olayları insanlara haber vermiştir. Yalnız bu, bizim için ne ifade eder, nasıl bir anlam taşır…?
Cenâb-ı Hakk (c.c.) Yusuf suresinin 11. ayetinde peygamberlerin hayatlarına dikkat çekerek şöyle buyurmuştur: ’Şüphesiz ki, peygamberlerin kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır.’ Burada Peygamber kıssalarının ibretlik olaylar olduğunu ve bu olayların ’ulu’l-elbab’ yani üstün akıl sahipleri tarafından anlaşıldığı belirtilmiştir. Kast edilen akıl sahiplerinin kimler olduğu hususunda tefsirlere bakıldığında bunlar içi çürük olmayan, aklı terbiye olmamış nefsinin tesirinde bulunmayan, sağlam özlü ve temiz akıllı kimseler olarak tarif edilmiştir. Bu temiz ve üstün akıllı kimseler de Kur’an’da geçen kıssalarla ilgili ayetleri işittiklerinde bunların hak olduklarına tam bir gönül rahatlığıyla tasdik ederek, bu kıssalardaki, Rabbinin muradını ve rızasını ararlar. Dolayısıyla söz konusu bu kıssalar iman eden bir kavim için doğru yolu gösteren büyük bir rehber ve bir rahmettir. İman etmeyenler ise bu hidayet ve rahmetten faydalanamazlar.
Allah’u Teâlâ (c.c.) özel olarak kıssalarla son peygamber Hz. Muhammed Mustafa Efendimizin (s.a.v.) kalbini pekiştirip yatıştırdı. Ona kimseye açıklanmayan hakikatleri açıkladı. Müminler için de bu kıssalardan öğüt ve ibret alıp, hatırlanması gereken kulluk ve itaati sağlamlaştıran şeyleri hatırlamalarını istedi ve şöyle emretti: ’(Ey Muhammed!) Peygamberlerin kıssalarından sana anlat¬tığımız her şeyle, senin kalbini pekiştiririz. Bu haberlerde sana işin hakikati, mü’minlere ise bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir." (Hûd, 11/120)
Müminler için yukarda bahsedilen öğüt, ibret ve hatırlatma kulluğun önemli bir noktasına işaret etmektedir. Bu açıdan her zaman bir mümin için sağlam bir imanı takip eden yegâne hayat ölçüsünün Kur’an ve tabiî olarak onun açıklayıcısı Sünnet olması çok önemlidir. Nitekim geçmiş kavimler Allah’a (c.c.) ve gönderdiklerine iman edip etmemeleri ve peygamberlerine uyup uymamaları neticesinde ya kurtuluşa ermişler ya da helak olup gitmişlerdir. Nasıl bu kriter geçmiş ümmetler için hidayet ve delalet belirleyicisi olmuşsa bizim yani İki Cihan Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmeti için de bir hayat düsturu olmuştur.
İLK İNSAN, İLK İBRET (Hz. Âdem (a.s.))

Allah’u Teâlâ (c.c.) Hz. Âdem’i (a.s.) yaratmak istediğinde meleklere: ’Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb’in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi’. (Bakara, 2/30). Allah’u Teâlâ (c.c.) aynı zamanda Hz. Âdem (a.s.) zürriyetinden Allah’a itaat edenleri cennete, isyan edenleri ise cehenneme sokacağını da bildirdikten sonra meleklere yerden toprak getirmelerini emretti. Bunun üzerine Azrâil (a.s.) yerden kırmızı, beyaz ve siyah toprak alıp karıştırdıktan sonra Cenâb-ı Hakk’a (c.c.) sundu. Hz. Âdem’e (a.s.) böyle topraktan yaratılmasından dolayı da ’Âdem’ adı verildiği rivayet edilmiştir. Kur’an’da Hz. Âdem’in (a.s.) topraktan yaratılması şu şekilde anlatılmıştır: ’Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.’ (Hicr, 15/26)
Allah’u Teâlâ (c.c.) önce cennette Âdem’in (a.s.) cesedini yarattı ve dilediği kadar kendi halinde bıraktı. Melekler onu görünce korktular ancak ondan en çok korkan da İblis oldu. İblis sürekli onun etrafında gezinir ve onun yüce bir iş için yaratıldığını söylerdi. Cesede ayağıyla vurup boş testi gibi bir ses çıktığını işitti çünkü Allah (c.c.) insanı ’Salsal’ (Rahman, 55/14) yani tıngır tıngır ses veren kuru çamurdan yaratmıştır. İblis Hz. Âdem’in (a.s.) yaratılmasından hoşlanmadı. Ne var ki kendisinden üstün bir varlığın olmasına tahammül edemiyordu, dolayısıyla gelecekte ona musallat olursa onu saptırmaya karar verdi. İçindeki haset kıvılcımları kendisini bu şekilde göstermeye başladı. İblis boş durmayıp meleklere yaratılan insanın üstün olma hususundaki fikirlerini sorudu. Melekler ise İblis gibi düşünmeyip Allah’a (c.c.) itaat edeceklerini söylediler. Fakat İblis onların bu düşüncelerine katılmayarak içinden isyan edeceğini düşündü.
Cenâb-ı Hakk (c.c.) dilediği zaman Hz. Âdem’e (a.s.) ruhundan üfledi. (bkz. Hicr, 15/29) Ruh bedene başından girdi ve her girdiği yerde kan ve hayat emaresi oluştu. Âdem (a.s) aksırınca bir rivayete göre Allah’u Teâlâ (c.c.) ilham yoluyla diğer bir rivayete göre de melekler ’Elhamdülillah’ demesini söylediler. Hz. Âdem (a.s.) Allah’a hamd ettikten sonra Cenâb-ı Hakk (c.c.) ona ’Allah sana rahmet etsin’ buyurdu. Ardından Hz. Âdem’e (a.s.) Rabbinin kim olduğunu sordu. Hz. Âdem (a.s.) ’Sen, Sen’den başka ilâh bulunmayan Allah’sın!’ diye cevap verince Allah onu doğruladı. Rivayetlere göre Hz. Âdem (a.s.) Cuma günü yaratıldı, Cuma günü cennete yerleştirildi ve yine Cuma günü dünyaya indirildi.
Allah’u Teâlâ (c.c.) Hz. Âdem’e (a.s.) meleklerin de olmak üzere bütün yaratılanların isimlerini öğreterek meleklere üstünlüğünü açıklamıştır ve dilediği vakit meleklere seslenerek Hz. Âdem’e (s.a.) secde etmelerini emretti. Bütün melekler hemen itaat ederek secde ettiler yalnız İblis bu emri uygulamaktan kaçındı. Bu hadise Kur’an’da şöyle anlatılmıştır: ’Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: ’Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin.’ dedi. Dediler ki: ’Yücesin Sen (ya Rab!). Bizim, Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen Bilensin, Hakîmsin’. (Allah): ’Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.’ dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): ’Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim’ dememiş miydim?’ dedi. Ve o zaman meleklere: ’Âdem’e secde edin!’ dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.’ (Bakara, 2/30-34) Çünkü İblis Hz. Âdem’in (a.s.) Allah (c.c.) tarafından yüceltilmesini, neslinden nebi ve resuller gelmesi suretiyle şereflenmesini kıskandı. Onun bu isyanı kendisini kovulmuş ve hayırdan ümidi kesilmiş hale getirdi.
Nefsaniyetle Yapılan İbadetin Muteberliği
Ne ilginç bir durumdur ki aralarında henüz hiçbir alış veriş olmadığı halde İblis Hz. Âdem’e (a.s.) düşman oldu ve onu saptırmağa karar verdi. Oysa Hz. Âdem (a.s.) yaratılmadan önce Allah’ın kulları arasında İblis gibi ibadet ve taatla meşgul olanı görülmemişti. İbadetteki bu üstünlüğü, içinde taşıdığı kibir, kıskançlık, azgınlık gibi sûi ahlakların sürüklemiş olduğu zilletten kurtaramadı. Aksine onun Allah’a âsi olma bedbahtlığına düşürdü. İçinde beslediği üstünlük duygusu Hz. Âdem (a.s.) karşısında kendisinin yaratılış, yaş, vazife, ibadet ve keramet açısından daha hayırlı olduğu zannına vardırdı. Çünkü Cenâb-ı Hakk (c.c.) ona niçin secde etmediğini sorduğunda o: "Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ diyerek Allah’ın (c.c.) emrine karşı geldi. Böylece Allah (c.c.) onu kovarak: ’Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın’ dedi. (Araf, 7/13) Böylece İblis kıyamete kadar ibretlik bir asi oldu.
İblisin ibadeti kendisini küfre ve ebedi zulmete düşüren kötülükten alıkoymadı, hâlbuki hakiki ibadet kişiyi kötülüklerden alıkoyan bir özelliğe sahiptir. Allah’a (c.c.) kulluk için yaratılan cin ve insanlar her zaman Allah’a (c.c.) kullukla yükümlüdürler. Dolayısıyla bu yükümlülüğün altından kalkmak, kulluk vazifesini en güzel bir şekilde yerine getirmek ve bu esnada karşılaşılan can alıcı dönüm noktalarında da Allah’a (c.c.) itaate sarılabilmek için Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) haram kıldığı haset, ucûb, kibir ve riya gibi kötü ve çirkin ahlaklardan da sıyrılmak gerektiği açık bir şekilde görülmektedir. Bu ise ancak nefisleri terbiye ve tezkiye etmekle mümkündür.
Gönlü Sükûnete Erdiren Eşin Yaratılması

Hz. Âdem (a.s.) cennetteyken, Cenâb-ı Hakk (c.c.) ona bir uyku verdi. Bu uyku esnasında Allah (c.c.) Hz. Âdem’e (a.s.) acı hissettirmeden sol eğe kemiğinden birini alıp yerini etle doldurdu ve bu kemikten Havva annemizi yarattı. Nitekim Nisâ suresinin ilk ayetinde Allah’u Teâlâ (c.c.) şöyle buyurmuştur: ’Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun.’
Melekler Hz. Âdem’e (a.s.) eşinin mahiyet ve yaratılış sebebini sorunca, onun bir kadın ve adının Havva olduğunu söyledi, birbirlerine sükûnet olmaları için yaratıldığını haber verdi. Böylece Allah (c.c.) Havva annemizi Hz. Âdem’e (a.s.) sükûnete erdiren bir eş yaptı.
Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.) eşler arasındaki iyi geçim ve anlaşmaya vurgu yaparak şöyle buyurmuştur: ’Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en eğri yeri de, üst kısmıdır. Onu, doğ¬rultmağa kalkarsan, kırarsın! Hali üzere bırakırsan, eğrilikte devam eder. Kadınlar hakkında, birbirinize hayır tavsiye ediniz!’ (Buharî, Sahih c. 4, s.103; Müslim, Sahih, c. 2, s. 1091)
Cenâb-ı Hakk (c.c.) Hz. Âdem (a.s.) ve eşine yasak ağaçtan yemeyi nehyetti ve İblisin düşman olduğunu bildirdi. (bkz. Bakara, 2/35) Bir müddet cennette mutlu bir şekilde yaşantılarını sürdürürken iblis onları kandırarak Allah’ın (c.c.) yasakladığı ağaçtan yedirmeyi planladı. Bunun için önce ağlayarak işe başladı. Ağıdını duyan Hz. Âdem (a.s.) ve eşi onun neden ağladığını sordular. İblis Allah’ın (c.c.) adına yemin ederek onların ölüp cennet nimetlerinden mahrum kalacaklarına üzüldüğünü söyledi. Bunu duyan Hz. Âdem (a.s.) ve eşi tasalandılar. İblis Hz. Âdem’in (a.s.) ikinci defa yanına gelerek yasak ağacın meyvesinden yemesi için aldatmak istedi fakat onu kandıramadı. Ancak Hz. Havva annemiz İblise kanarak yasak ağacın meyvesinden yedi. Kendi yedikten sonra Hz. Âdem’e (a.s.) de teklif etti. İkisi de yasak meyveden yiyip avret mahalleri açılınca Hz. Âdem (a.s.) kaçmaya başladı. Kaçarken bir ağaca takılıp kaldı. O esnada Cenâb-ı Hakk (c.c.) Hz. Âdem’e (a.s.) seslenerek kendisinden mi kaçtığını sordu. Hz. Âdem (a.s.) ondan kaçmadığını yalnız ondan utandığını söyledi. Hz. Âdem (a.s.) bir kimsenin yalan yere yemin edebileceğini düşünemediğini ifade ederek mazeretini belirtti. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ (c.c.) Hz. Âdem’e (a.s.) her şeyi yapma sanatını öğretti ve eşiyle birlikte dünyaya indirdi. (bkz. Bakara, 2/36) Rivayetlere göre Hz. Âdem (a.s.) Hindistan’ın Bevz (Nevz) dağına, Hz. Havva annemizde Cidde’ye indirildi. Hz. Âdem (a.s.) cennette ikindi ile akşam arası bir zaman kadar kaldı. Bu dünya hesabına göre 130 yıl civarındadır.
Hz. Âdem (a.s.) cennette her istediği nimeti rahatlıkla elde ederken artık zahmet ve türlü meşakkatle yiyecek ve ihtiyaçlarını temin etmeye başladı. Öncelikle ziraatla uğraşarak ekmek, sonra demircilikle de ilk bıçağı icat etti…
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılanı şu şekilde maddeleştirebiliriz:
1. Peygamberlerin hayatı iman edenler için örnek ve ibretlik kaynağıdır
2. Cenâb-ı Hakk ilk insanı bir avuç topraktan ’ol’ deyip yaratarak güç ve kuvvetinin yüceliğini ve her konuda olduğu gibi hakikat ve gayba dair ilim ve bilgisinin derinliğini göstermiştir.
3. Hz. Âdem (a.s.) yaratılmadan önce İblisin itaat ve ibadet ehli olması kendisine fayda vermedi. İçinde sakladığı kibir ve haset ahlakı onu asilerden yaptı. Anlaşılan odur ki nefsin kötü ahlaklarını gidermeksizin salt ibadetle Allah’ın rızası kazanılmaz ve ne olursa olsun kimse akıbetinin ne olacağından emin olamaz.
4. İnsan her zaman şeytanın hile ve oyunlarından sakınmalıdır çünkü İblis kıyamete kadar onun apaçık düşmanıdır.
5. Eş olmadan maksat eşlerin birbirleri için sükûnet kaynağı olmalarıdır. Dolayısıyla birbirlerini itaate sevk eder ve gönül rahatlığını temin ederler.
6. Hz. Âdem (a.s.) ve eşinin yasak ağacın meyvesinden yemeleri Allah’a karşı gelme isteğinden değil cennette ebedi kalamayacakları kaygısından dolayı idi.
Zira peygamberler ismet sıfatları gereği bilerek Allah’ın emrine karşı gelmez ve günah işlemezler. Böyle olmasına rağmen Hz. Âdem (a.s.) tövbeye sarılarak Allah’tan nedametle af dilemiştir. Bizler ise kimi zaman bilerek kimi zaman da bilmeyerek günah işliyoruz. Bu sebeple tövbeye ve nedametle hatalardan yüz çevirip itaate sarılmaya ne kadar da ihtiyacımızın olduğu bariz bir şekilde ortadadır.
İstifade edilen kaynaklar:

1. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili
2. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi
3. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi
4. M. Ali Sabuni, Peygamberler Tarihi
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.