Kur’an ve hadislerde geçen emirlerin yerine getirilmesi iki şekilde mütalaa edilir. Birincisi: eda, ikincisi ise kaza şeklindedir.
Eda ve kaza terimlerinden maksat nedir?
Eda: Emirle vacibin aynını (bizzat kendisini) teslim etmektir.1 Yani Allah Teâlâ’nın ve Rasûlü’nün (s.a.v.) emretmiş olduğu bir emri, emredilen vakit ve şartlar içerisinde herhangi bir şekilde kazaya bırakmadan, ertelemeden emredildiği şekil üzere eda etmek, yerine getirmektir.
İmam Nesefî merhumun yukarıda vermiş olduğumuz eda tarifinde ’teslim’den maksat; me’mûrun bih’in (emredilen şeyin) eda edilmesi, Cenâb-ı Hakk’ın muradı üzere eksiksiz ve noksansız, ziyadelikten uzak, tıpa tıp yerine getirilmesi demektir.
Kazaya gelince; kaza: me’mûrun bih’in mislinin (benzerinin) teslim edilmesi demektir.2 Yani Allah Teâlâ’nın ve Rasûlü’nün (s.a.v.) emretmiş olduğu bir emri, emredilen vakit ve şartlar içerisinde herhangi bir özür, engel veya ertelemeden dolayı daha sonraki bir vakitte misli ile iade etmek, yerine getirmektir. Bundan dolayı İmam Nesefî yukarıda vermiş olduğumuz tarifte edayı ’ayniyet’, kazayı ise ’misliyet’ kelimelerini kullanarak ayırt etmiştir ki, eda ile kaza arasındaki fark ortaya çıksın. Demek ki, me’mûrun bih’in edasında ayniyet, kazasında ise misliyet esastır. Meseleyi bir misalle açmak yerinde olacaktır. Bir kişinin komşusundan bir sürahi alması ve bu sürahi elinde iken kırılması üzerine sonra aynı desen ve modelde bir sürahi alıp iade etmesini örnek olarak verebiliriz. Bu misalde kırılan sürahi ile yerine alınan sürahi her ne kadar şekil, desen vs. de aynı olsalar da yeni sürahi, kırılan sürahinin aynı yani bizzat kendisi değildir. Bundan dolayı ayniyet söz konusu olamaz. Ancak birbirlerine çok benzedikleri için misliyet söz konusudur. Bir nevi kazaya kalan ibadetler de böyledir. Tamamen ve kamilen Cenâb-ı Hakk’ın murat ettiği hal üzere gerçekleşmemiştir. Çünkü murat edilen vakit ve şartlarda nakıslık söz konusudur. Ancak yerine getirilmesi ve eda edilmesi hususunda ise me’mûrun bih’e neredeyse tamamen benzemektedir. Misliyet husule gelmiştir, bundan dolayı da kazadır.
Eda ve kaza terimleri fıkıh-şeriat dilinde mecazen birbirlerinin yerine kullanılırlar.3 Örneğin Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: ’Hac menasiklerini/ibadetlerini eda ettikten sonra Allah’ı, babalarınızı andığınız gibi hatta daha kuvvetli bir şekilde zikredin.’4 Dikkat edilecek olursa ’eda etmek’ olarak tercüme ettiğimiz kelime aslında ’kaza etmek’ olarak kullanılmıştır ayet-i kerimede. Ez cümle: şer’î- fıkhî terim olarak eda ve kaza birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bundan dolayı eda niyeti ile kaza, kaza niyeti ile de eda etmekte bir sakınca yoktur. Burada şu hususa dikkat etmek gerekir; kullanılan eda ve kaza terimlerini eda ve kaza ettiğimiz namazlar gibi düşünmemeliyiz. Eda ve kaza burada her şer’î kullanımı içine alacak şekilde kapsamlı olarak incelenmiştir.
Eda ve kaza kelimelerine lügat açısından bakacak olursak, eda kelimesinin misliyet anlamına kullanılması mecazidir. Eda sadece ayniyet için kullanılabilir. Kazaya gelince, kaza: gerek ayniyet, gerekse misliyet manasına kullanılsın hakikattir. Mecaza yeri yoktur.5
Eda ve kaza meselesinde diğer bir husus kazanın hangi emir ile vacip olduğu meselesidir. Kaza, edanın emredildiği emir ile mi, yoksa başka bir emirden dolayı mı gerekir? Hanefî ulemasının çoğunluğu edanın emredildiği emir ile kazanın da vacip olduğunu söylemişlerdir. Bunun aksini ifade eden bir kısım Hanefî ulema ve Şâfiî ulemanın çoğunluğu kazanın yeni bir emirle vacip olduğunu savunmuşlar ve delil olarak da: ’Kim bir namazı kılmayı unutursa onu hatırladığında kılsın. Çünkü kazaya kalan o namaza ancak bu kefaret olur.’6 hadisini delil getirmişlerdir. Hanefi ulemanın çoğunluğu ise ’namazı kılın, zekatı verin’7 vb. ayetleri delil getirerek ilk emir ile kazanın farz olduğuna işaret etmişlerdir.8 Tafsilatlı bilgi için daha önceki emir mefhumu ile ilgili yazılarımıza bakabilirsiniz.
Kaza bahsini açmışken kaza ile ilgili bazı fer’i meselelere değinmek yerinde olacaktır. Bir kimse belli bir günde, mesela Receb’in birinde oruç tutmayı nezretse ve Receb’in birinde Allah için oruç tutacağım diye söz verse sonra da bu orucu tutmasa başka bir günde kaza etmesi gerekir. Her ne kadar söz vermiş olduğu gün geçmiş olsa bile vermiş olduğu bu sözünden dolayı o orucu kaza etmesi gerekir. Yine bu meseleye yakın bir fer’i mesele daha var ki, o da; bir kişi Ramazan-ı Şerif’te itikafa girmeyi nezretse sonra girmese, nezretmiş olduğu itikafı kaza etmesi gerekir. Ancak bu kaza bir sonraki Ramazan ayında değil, bilakis Ramazan ayı dışında herhangi bir günde olmalıdır. Kişi burada nezretmiş olduğu itikafı zamanında yerine getirmediği için vaktin şerefinden mahrum olmuş ve bir sonraki Ramazan’da itikafa girme hakkını kaybetmiştir. Nezredilen itikaf da oruçsuz olmayacağı için başka bir zaman oruçlu olarak itikâfını kaza etmesi gerekmektedir. Bu iki fer’i meseleye akli açıdan bakacak olursak birinci meselede orucun kaza edilmemesi gerekir dememiz gerekirdi. İkinci meselede ise başka bir Ramazan’da itikâf yapabilir derdik büyük ihtimal. Lakin her iki meselede de fevt hâsıl olup nezir kişinin üzerinde borç olarak kalmıştır. Bundan ötürü daha sonraki bir vakitte kâmil şart üzere yani oruçlu olarak bu nezirleri kaza etmesi gerekmiştir. Yukarıda anlattığımız konuya dikkat edecek olursak hilaf olan bir meseleden böyle fıkhî semereler hasıl olduğunu bariz bir şekilde görebiliriz.
Edanın Çeşitleri
1) Kamil olan eda: Bütün şartları ve vasıfları yerine getirilerek yapılan edadır. Tam ve noksansız olduğundan dolayı kamil eda denmiştir. Hakkullaha yani Allah hakkına misal olarak: Farz namazın cemaatle eda edilmesi, kul hakkına misal olarak da: bir kişinin gasbetmiş olduğu arabayı tekrar sahibine getirip iade etmesini örnek verebiliriz.
2) Kasır olan eda: Bir takım şartları yerine getirilerek yapılan edadır. Allah hakkına misal olarak: Farz namazın münferiden eda edilmesi, kul hakkına misal olarak: gasbetmiş olduğu arabayı çarptıktan sonra getirip sahibine iade etmesini örnek verebiliriz.
3) Kazaya benzeyen eda: Bir taraftan kâmil diğer taraftan kasır olan edadır. Allah hakkına olan taalluk edene misal: Lahikin namazıdır. Lahik: namaza imamla başlayıp daha sonra uyku vb. bir özürden dolayı namazı imamla tamamlayamayıp kaçıran kişidir. Bu kişinin namazı, imamla birlikte başlaması açısından kamil edaya, sonra namazını tek başına tamamlaması açısından kasır edaya benzediğinden kazaya benzeyen eda olmuştur. Kul hakkına taalluk edene misal: evlenecek bir erkeğin, evleneceği kadına başka birinin arabasını mehir olarak vermeyi vaat etmesi ve daha sonra bu arabayı sahibinden satın alıp evleneceği kadına mehir olarak vermesi. Arabayı satın alan adam arabayı bir başkasına satabilir. Bu yönden kamil edaya, kadın henüz arabaya sahip olmadığı için araba üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamaz. Bu yönden de kasır edaya benzemektedir. Bundan dolayı kazaya benzeyen eda denmiştir.
Kazanın Çeşitleri
1) Misli makul ile kaza: Benzeri bulunan bir şeyin hemcinsi ile telafi edilmesidir. Allah’ın hakkına taalluk edene misal: Ramazan orucunun yerine başka bir gün kaza orucu tutmaktır. Kul hakkına taalluk eden misali ise: bir kişinin gasp ettiği yeni bir arabayla kaza yapması ve bu arabaya karşılık başka yeni bir araba satın alıp sahibine iade etmesini örnek olarak verebiliriz.
2) Misli gayri makul: Benzeri bulunmayan bir şeyin hemcinsi olmayan bir şeyle telafi edilmesidir. Allah’ın hakkına taalluk edene misal: Piri fani/çok ihtiyar olan birinin tutamadığı oruca karşılık fidye/sadaka vermesidir. Çünkü aklen düşündüğümüz zaman oruç ile sadaka arasında herhangi bir mümaselet/benzerlik yoktur. Yine üzerinde namaz borcu olan kişi için ıskat-ı salat için verilen sadaka bu konuya diğer bir örnektir. Iskat-ı salatla ilgili Hanefî usulcülerine yöneltilen bir eleştiri vardır. O da ’ıskat-ı salat için olan sadakayı oruçta verilen fidyeye kıyaslayarak buna cevaz verdiniz. Halbuki fidye ile ilgili nass/ayet-hadis varken namazla ilgili herhangi bir nass yoktur. Ortada herhangi bir nass olmadan misli gayri makul hakkında kıyas yapılamaz. Nasıl oluyor da böyle bir kıyas yapıyor ve böyle bir şeye fetva veriyorsunuz?’ deniyor. Hanefîler ise bu itiraza şöyle yanıt veriyorlar: ’Oruçta fidye verilmesine müsaade verilmesinin nedeni mükellefin oruç tutma hususunda aciz olmasıdır. Oruçta acz/zayıflık nasıl sebep olmuşsa namazda da ihtiyaten acz sebep olarak gösterilebilir. Dolayısıyla ıskat-ı salat için verilen sadaka caizdir. Çünkü acz hali vardır. Yoksa oruçla namazı kıyasladığımız yoktur.’ Kul hakkına taalluk eden gayr-i misli makule misal: kazayla bir insanı sakat bırakan kişinin buna karşılık belli bir tazminat ödemesidir. Aklen telef olan uzuv ile para arasında bir benzerlik söz konusu değildir.9
3) Eda manasında kaza: Bir açıdan edaya diğer bir açıdan kazaya benzediğinden böyle denmiştir. Allah hakkına taalluk edene misal: Bayram namazı tekbirlerini kaçıranın rükuda imama yetişip tekbirleri kaza etmesidir. Rüku hali kıyam haline yakın olduğundan dolayı bir benzerlik vardır. Bundan dolayı muktedinin bayram tekbirlerini kaza etmesine müsaade verilmiştir. Ancak imam rükudan doğrulmuşsa tekbirler üzerinden sakıt olur. Kul hakkına taalluk edene misali: bir adamın mehir olarak evleneceği kadına orta ayar ve normal bir araba alıp mehir olarak vermeyi vaat etmesi daha sonra arabanın kendisini değil parasını kadına vermesi.
Menfaatler/faydalanmalar tazmin olunmaz. Çünkü nizaya/çekişmeye sebebiyet verir. Aynı zamanda bunların miktarlarını tayin etmek mümkün değildir. Örneğin bir kişi başka birinin arabasına bir vakit binse, öbürü de; ’ben de senin arabana bir vakit bineceğim. Çünkü sen de benim arabama bindin’ dese, buna şer’an itibar edilmez. Buradaki faydalanma herhangi bir mal olmadığı için karşılığı verilemez. Ancak bazı fukaha, vakıf, yetim malı gibi fer’i birkaç meselede bazı istisnalar zikretmişlerdir. Bu meselelerin mutavvel kitaplarda tafsilatlı izahatı verilmiştir. Merak edenler bunlara müracaat edebilirler.
Cenâb-ı Hak, ibadet ve itaatlerimizde rızasına muvafık ameller eda etmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin.
Dipnotlar
1 Menâr metni, s. 3 (Taş baskı, İstanbul 1316 hicrî)
2 Menâr metni, s. 3.
3 Nesemâtu’l-Eshâr, s. 35, (Pakistan baskısı)
4 el-Bakara, 2/200.
5 Fethu’l-Ğaffar sy.50
6 Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, 37; Müslim, Mesâcid, 56.
7 el-Bakara, 2/110.
8 İfâdatu’l-Envâr, s. 36 (Nesemât ile birlikte Pakistan baskısı)
9 Menâr metni, s. 4.
Emrin Hükmü
Özlenen Rehber Dergisi 162. Sayı
1 kişi yorum yazdı.