Özlenen Rehber Dergisi

38.Sayı

Peygamberimizin Hadislerini Nasıl Okumalıyız?

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 38. Sayı
İnsan hayatındaki her şeyin belli şekillerle ıslah edilmesi, inanç sisteminin gereklerine uygun hâle getirilmesi çok önemlidir. Tevhit dini İslâm, insanların akıl, ruh ve nefis yönleriyle terbiye edilmesini, bunların içinde bulundukları hâllerden uzaklaşıp tevhîdî istikamete çekilerek kamil mü’min seviyesine ulaşmasını amaçlar.

Peygamberimiz (s.a.v) tüm insanlığa gönderilen, kıyamete kadar risâleti baki olacak son peygamberdir. ’De ki, ey insanlar! Ben sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim.? (el-A’râf, 7/158.) Dolayısıyla kıyamete kadar gelecek tüm insanlar ırk ve cinsleri ne olursa olsun O’nun risâletine muhataptır.

İnsanlar pek çok yönden birbirlerinden farklı olmalarına rağmen yatıp-kalkmak, yiyip-içmek, alış-veriş vs. gibi hayatın bütün hallerinde kendilerine örnek alacakları bir rehbere muhtaçtırlar. İşte insanların bu ihtiyaçlarını karşılamak âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v)’in sünnetinin sorumluluğu ve özelliğidir.

Allah Teâlâ’nın, O’nu yüce Kitab’ında ’en güzel örnek? diye tanıtması O’nun hayatında her türlü hayat şartına ve şekline uygun örnek alınabilecek bir zenginlik ve uygulanabilirlik bulunduğunun delilidir. Peygamberimizin tertemiz bir geçmişe sahip olduğu Mekkelilerin kendisine ’el-Emîn? lakabını vermelerinden anlaşılmaktadır. Peygamberliğini kabullenmediklerinde O, kendisini, ’daha önce yıllarca aralarında yaşamış olduğu?nu hatırlatarak savunmuştur. Bu da O’nun, peygamberlik öncesi hayatının bile örnek alınabilecek temizlikte olduğunu gösterir.

Sünnet terimi lügatte; yol, gidişat, yaşayış modeli vs. gibi manalara geldiğini, ıstılahta ise en geniş manasıyla Hz. Peygamber (s.a.v)’in söz, fiil, takrir, yaratılış, sîret ve yaşayış, ahlâk, huy vs. ile ilgili olarak O’na izafe edilen her şey olduğunu zikretmiştik. Bu tariften de anlaşılacağı üzere Peygamberimizin hayatının her dönemi, her söz ve davranışı sünnettir. İşte Efendimiz (s.a.v.) bu sünnetleriyle Sahâbe Efendilerimizi terbiye ettiği gibi kıyamete kadar da bu hâl üzere misyonunu sürdürecektir.

Kitap ve Sünnet arasındaki açıklayıcı ilişkisinin farkında olan Ashâb, ta başlangıçtan beri Hz. Peygamberin hadislerine ve yaşayışına fevkalade itina göstermiş, onları ezberlemiş, yaşamışlardır. Peygamber Efendimizden hadis nakletme hususunda bir yandan ziyadesiyle ihtiyatlı davranırken diğer yandan da Peygamberimizin; ’Cenâb-ı Hakk benim sözümü dinleyip başkasına tebliğ edenin yüzünü ak etsin. Belki kendisine nakledilen nakledenden daha âlimdir ve (bu sebeple) daha iyi anlar.’ (İbn-i Mâce, Kurban Bayramı’nda Hutbe babı, h.no: 920.) müjdesine nail olabilmek kastıyla sünnet-i seniyyenin yayılmasında ve başkaları tarafından öğrenilmesi hususunda çok büyük gayret göstermişlerdir. Bu yolda tüm mesailerini harcamışlar, gerek bilmedikleri hadisleri başka sahabelerden öğrenme, gerekse bildiklerini başkalarına talim etme gayesiyle icap ettiğinde aylar süren meşakkatli yolculuklar yapmaktan geri durmamışlardır.

Sahabelerin bu husustaki gayretleri hiç şüphesiz, kendilerinden sonra gelen Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn’i de aynı şekilde davranmaya sevk etmiştir. O dönemdeki peygamber aşığı âlimlerimizin hadislerin toplanması, tasnifi ve tezhibi gibi hususlardaki hizmetleri takdire şayandır. Hadis ve tabakât kitaplarımız, bu üstün ve hasbî gayretlerin delilleriyle doludur.

Peygamberimizin mirası ve ümmetine emaneti olan hadislerin Peygamberimize sahih bir şekilde isnadı, sıhhati ve aslına uygun bir şekilde muhafaza edilmesi çok mühimdi ve Ashâb bu mevzua çok önem veriyordu. Bu sebeple hadisleri bilmeye, sahihini zayıfından ve mevzu olanlardan ayırt etmeye yarayacak esaslar, kaideler ile hadisleri nakleden râvilerin hallerini açığa çıkarmaya yarayacak kurallar demek olan hadis usulü ilmiyle alakalı bir kısım meseleler su yüzüne çıkmış, kaideler konmaya başlanmıştır. Daha Hz. Ebu Bekir (r.a.) devrinden itibaren bunlar birer birer ortaya çıkmıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a.) yeni bir hadîs işitince şahit istemiş, Hz. Ömer ise çok hadîs rivâyetini yasaklamıştır.
Daha sonraki dönemlerde ise hadis râvileri cerh ve tâ’dil dediğimiz çok ağır kurallara tabi tutularak uydurma hadislerin Peygamberimiz’den sadır olmuş gibi rivayet edilmesinin önü kesilmiş, sonraki Müslümanlara hadislerin en doğru bir şekilde ulaşması sağlanılmıştır. Rivayet edilen her bir hadisin sıhhat derecesi araştırılmış ve bunlar sıhhat derecelerine göre ayrı ayrı tasnif edilmiş, anlaşılması zor olan hadisler güvenilir âlimlerimizce tefsir edilerek biz Müslümanların istifadelerine sunulmuştur.

Ancak bu şerhler yeterli değildir, hadis-i şeriflerin işaret ettiği bütün ilim ve hikmetleri izah ediyor ve üzerine konuşulacak bir şey kalmamıştır denemez elbette. Çünkü Peygamberimizin hadisleri Kur’ân-ı Kerîm gibi kıyamete kadar gelecek olan insanlara hitap ederek hayatlarına yön verecek bir esastır. Bu sebeple ilimdeki gelişmeler doğrultusunda hadisleri anlayışımız kemal bularak değişecek, dolayısıyla muttaki âlimlerimizin yapacağı yeni şerhlere ihtiyaç duyulacaktır.

Önümüzde geniş repertuarıyla mevcut bulunan hadis ve sünnet-i seniyyelerden Peygamberimizin ahir zamandaki ümmeti olarak bizler gerektiği gibi, bir ümmete yakışır şekilde istifade edebiliyor muyuz?
Dağınık hâllerimiz; Rasûlullah Efendimizden uzak kalarak haramlarla, bidatlerle şekillenmiş yaşantımız; yapmacık ibadetlerimiz ve Müslümanlığımız bu sorunun cevabını en güzel ve doğru şekilde vermektedir.

Rasûlullah Efendimizden ve sevgisinden uzağız; çünkü hadislerini okumuyoruz, sünnetlerini öğrenmiyoruz. Bildiğimiz sünnetlerle amel etmiyoruz. Gerek iş, gerek ailemizde meydana gelen problemlerimizi Sahâbe’nin yaptığı gibi Kur’ân ve Sünnet’e başvurarak halletmek yerine nefsani kural ve ahlâklarımıza uyarak çözmeye çalışıyoruz.

Hadisleri okumayan, sünnetlerden haberi olmayan Müslümanların genel hâli bu iken hadislerle az çok iştigal eden gerek akademik seviyede gerekse halk tabakasından bazı kimselerse Peygamberimizin hadisleri arasında sünnete ittiba noktasında ayırıma gitmektedirler. ’Peygamberin ibadet ve muamelat hakkında varit olup, farz, vacip gibi bağlayıcı hükmü olan sünnetlerine tabi olmakla yükümlüyüz. Günlük yaşantısıyla ilgili sünnetleri ise bizi bağlamaz. O, bunları bir beşer sıfatıyla eda etmiştir. Dolayısıyla bu yönüyle ona uymak şart değil. Yapsan da olur yapmasan da. Dolayısıyla yapılmamasında herhangi bir mesuliyet yoktur (!)? gibi haksız ve cahilane ifadeler kullanmaktadırlar.
Fıkıhçıların, sünneti, ’Peygamberimizin farz veya vacip olmayarak yaptığı işlerdir’ şeklinde tarif ettiklerini söylemiştik. Onlar bu tarifi, nassların, mükelleflerin fiillerindeki eseri noktasından hareketle yapmışlardır. Âyet ve hadisler hükümlere delalet yönünden farklılık arz ederler. Bu nedenle nasslar mükellefleri ilzam etme yönünden farz, vacip, sünnet vs. gibi kısımlara ayrılırlar. Fıkıh, insanların Allah’a ve sair kullara taalluk eden haklarını gerek ibadât, gerek muamelât yönleriyle tanzim etmektedir. Bu nedenle mükelleflerin ibadet ve muameleleriyle ilgilenir ve kişinin günlük yaşamı, giyim-kuşamı vs. işleriyle herhangi bir hükme taalluk etmediği müddetçe iştigal etmez.
Sünnet denilince Hz. Peygamber’in sadece farz, vacip gibi fiillerinin anlaşıldığını, günlük yaşantısının veya sözlerinin o çerçevede düşünülmediğini ileri sürenlere iltifat edilmemelidir. Zira Peygamberimizin yaşantısı ve bizim için örnekliği sadece bu yönle kısıtlanamaz. Peygamberimizin, peygamberliğinin başlangıcından vefatına kadar, Kur’ân dışında söylemiş olduğu her söz veya yaptığı her fiil sünnet içinde yerini almış olmaktadır. Bu söz ve fiillerin ümmete yönelik genel bir hüküm getirmiş olması ile özel kişilere yönelik olması arasında hiç bir fark yoktur. Yine O’nun fiilinin yaratılışla (beşerî yönüyle) ilgili olup olmaması da neticeyi değiştirmez. Bütün bunlar, sonuçta farklı hükümlere bağlansa bile, ’Peygamber’den sâdır olan söz ve fiiller’ olarak ’sünnet’ kavramı ve kapsamı içindedir. Kimine vacip, kimine mendub, kimine mekruh vs. denilmesi, kiminin ümmetin tamamına yönelik, kimilerinin belli bazı kişilere has olması ise ayrı bir konudur.

Peygamber Efendimizin beşeriyete ait fiilleri deyince sanki ’O’nun peygamberliği belirli zaman ve fiillerle kayıtlıdır. İbadet yaptığı, sohbet ettiği veya emir ve yasakları içeren herhangi bir söz, fiil veya takrirde bulunduğu zaman peygamber, diğer zamanlarında, günlük yaşantısını idame ettirirken, yani yerken içerken, oturup kalkarken vs. durumlarda peygamber değil de diğer insanlar gibi bir beşerdir’ gibi bir mana anlaşılır. Böyle bir anlayış ise istikametten uzak ve dinin, nübüvvet ve peygamberin vazifesi hususundaki anlayışına zıt bir anlayıştır. Bir peygamber her ne hâl üzere olursa olsun peygamberdir. Ondaki risâlet vazifesi hâli hiçbir zaman ve fiille kayıtlanmayan ve uzaklaşmayan bir hâldir. Peygamberimiz (s.a.v.) ibadetlerini eda ederken de bir peygamber olarak eda eder, günlük yaşantısını idame ettirirken de bir peygamber olarak idame ettirirdi. O’nun her bir sünneti mümessili olarak tebliğ ettiği tevhidin tesiriyle meydana gelmiştir. Dolayısıyla her bir sünnetinde tevhidin nuru vardır. O’nun Kur’ân’da zikredilen ’sırât-ı müstakîm üzere olma’(Yâsîn, 36/4.) hâli, bize sahabeler vasıtasıyla intikal eden her bir sünnetine yansımıştır.

Peygamberimizin bir vasfı da mürebbi yani her hususta ümmetini terbiye edici olma vasfıdır. O, mü’minleri hayatın her hususunda istikamet üzere yetiştirmiş ve terbiye etmiştir. Din bir hayat nizamıdır. Dolayısıyla bir kimse mü’min olma, Allah’ın ve Peygamberi’nin yoluna ittiba etme vasfını her söz ve hareketinde ölünceye kadar üzerinde bulundurmaya mecburdur. İmanın, Allah’a tevhit üzere inanmanın izharı ancak bu şekilde gerçekleşir.

Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetine ittiba etmede Ashâb-ı Kirâm’daki gibi bir sevgi anlayışı çok mühimdir. Bu sevgi onlarda, Hz. Ali (r.a.)’ın; ’Allah’a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.) bize, mallarımızdan, evladımızdan, baba ve analarımızdan, susamış olan kimsenin soğuk suya olan arzusundan daha sevgili idi.?(Şifâ-i Şerîf, s. 404.) sözündeki hal üzere tezahür etmişti. İşte bu yüzden onlar, Efendimiz’i yediği yiyeceklere ve giydiği ayakkabılara varıncaya kadar taklit ediyorlardı.

Ümmet olarak Peygamberimizin sünnetlerine tabi olurken, O’nun en büyük sünnetlerinden birisi olan güzel ahlâkından da istifade etmeliyiz. Her bir sünnet-i seniyyeyi yerine getirirken O’nun güzel ahlâkıyla bezenmeli, sünnetin ruhuna uygun hareket etmeliyiz. Aksi halde sünnete ittibamız şekilden ibaret kalır ve bu sünnetlerin mayası olan tevhid ve istikametten uzaklaşmış oluruz.
Müslümanlık ancak sünnetle vardır. Biz Müslümanlar İslâmî kimliğimizi ancak ve ancak sünnete sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak suretiyle koruyabiliriz. Zira apaçık bir gerçektir ki, sünnetin terk edilmesiyle doğacak boşluk, İslâm kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan ve fakat ondanmış gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışılan, sünnetin tam zıddı demek olan bidatle doldurulacaktır.

Faydalanılan Eserler:
1. Şa’ban Zekiyüddin, Usûlü’l-Fıkh, ter. İbrahim Kafi DÖNMEZ, Ankara 1990.
2. DÖNDÜREN Hamdi, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
3. ÇAKAN İsmail Lütfü, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
4. KALKAN Ahmet, İslâm Akâidi.
5. KÖTEN Akif, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
6. ÇAKAN İsmail Lütfü, Hadis Edebiyatı, İstanbul 1985.
7. YILDIRIM Sabahattin, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
8. CANAN İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • ayşe

    çok güzel

  • mahmut

    ben yorumdan ziyade bişey danışmak istedim peygamber efendimizle ilgili o kadar çok hadisi şerif varki bazen tereddütte kalıyor insan bununla ilgili kesin güvenilir dediginiz kaynak hangisidir yardımınız için şimdiden teşekkür ederim

  • veysel

    selam vermekle ilgili hadisleri yazarsanız sevinirim.

3 kişi yorum yazdı.