Özlenen Rehber Dergisi

38.Sayı

Rıza

Yakup YÜKSEL Özlenen Rehber Dergisi 38. Sayı
Sözlükte murakabe, işi kolaylıkla kabullenmek, sızlanmamak, yakınmamak, dert yanmamak, hoşnut ve memnun olmak, beğenmek, boyun bükmek, izin, müsaade ve iyimserlik demektir. Rıza kelimesi ile birlikte kullanılan bir diğer tabir de rıza kapısıdır. Rıza kapısı, tasavvuf yolu ve tarikat anlamlarına kullanılır. Bu yola girmek, yenmesi zor ve acı bir lokmaya benzetilmiştir. Buna da rıza lokması denilmiştir.(1)

Terim olarak ise rıza, hükm-ü ilâhî karşısında kulun itirazsız boyun eğmesi, her konuda kaderin akışına teslim olarak, her hâli güzel ve hoş karşılayıp Allah’ın rızasını başkasına şikâyetten vazgeçmesidir.(2)
İslâm’a göre insanın yaratılış sebebi Rabbine ibadet etmek, O’na kulluk borcunu yerine getirmektir. Kulluğun bir neticesi olan ’ubudiyet?, Allah Teâlâ’nın kazasına boyun kesmek, O’ndan razı olmaktır.

Ahlâk kavramlarının hepsi birbiri ile ilişkilidir. Birini izah edebilmek merdiven basamağı gibi ancak bir diğerini anlamaya bağlıdır. Rıza da böyledir. Şimdi konuyu biraz izah etmeye çalışalım.

Tevekkül, gassalin (yıkayıcı) önündeki ölü gibi kişinin kendisini Rabbine teslim edip ondan yardım dilemesi olarak tarif edilirken; sabır da bela ve musibetlere göğüs gerip itirazı terk etmek olarak tanımlanmaktadır. Rıza ise, tevekkül ve sabrı tamamlayan ruhî bir yükseliş ve tevekkülün nihaî mertebesidir. Hz. Ömer b. Hattab (r.a.), Ebu Musa Eşarî’ye (r.a.) yazdığı bir mektupta şöyle dediği rivâyet edilir: ’Şüphe yok ki hayrın tamamı rızadadır. Gücün yeterse rızadan ayrılma, aksi hâlde sabırlı ol.?(3) Allah’ın kazasına teslim olup, itirazı terk eden kimse rıza makamına yükseldiği zaman masiva ile ilgili her şeyin kaybından veya kazanılmasından dolayı, eylem ve sevinci terk eder. O, sadece yaşadığı müddetçe Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışır.(4)

Rıza iki aşamada gerçekleşir ve kemale erer. Yani rızanın iki boyutu vardır:
1. Kulun Allah’tan razı olması.
2. Allah’ın kuldan razı olması.
Bu iki rıza hâlinden birincisini gerçekleştiren nefse nefs-i râziyye, ikincisini gerçekleştiren nefse ise nefs-i merziyye denir. Bu hâllerin de sırasıyla yaşanması gerekmektedir. Zira önce kulun Rabbini bilmesi ve tanıması (marifet), en iyi rıza hâli yakalayabilmesi için kaderin üzücü tecellilerine, neşelendirici tecellileri kadar memnun olması gerekmektedir. Çünkü rıza acı bir şeydir. Acı şey tatlı görüldüğü zaman kanaat kadehinden yudum yudum içilir. Allah’ın kulundan razı olması ise bundan sonra gerçekleşmektedir. Nitekim Fecr sûresinde de önce râziyye, sonra merziyye zikredilmiştir. Süfyan es-Sevri’nin ’Allah’ım benden razı ol? diye yaptığı bir duaya Rabiatü’l-Adeviyye’nin ’Kendisisinden razı olmadığın bir Zât’tan senden razı olmasını istemeye utanmıyor musun??(5) diyerek karşılık vermesi de bu makamların sıralarının belli olması açısından önem arz etmektedir.
Rıza makamında bulunan bir salikin önce kendisinin Allah’tan razı olması gerekmektedir. Yani rıza makamının birinci boyutunun önce yaşanması icap eder. Ebu Ali Dekkak şöyle der: Bir talebe hocasına: ’Kul, Allah’ın kendisinden razı olduğunu kesinlikle bilebilir mi?? diye sordu. Hoca: ’Hayır! Bunu nasıl bilebilir ki, Allah’ın rızası bir gaybdır? diye cevap verdi. Talebe şöyle dedi: ’Hayır, bunu bilebilir.? Hoca ’Nasıl bilir? diye sorudu. Talebe cevap verdi: ’Kalbimi Allah Teâlâ’dan razı olmuş bulursam bilirim ki O da benden razıdır.? Bu izah karşısında Hoca: ’Çok güzel oğlum!? demekten kendini alamadı.

Nitekim rahmetli üstadımız Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri de ’Allah’a giden yolların kapıları? isimli sohbetinde sekizinci kapı olarak rıza makamını sayar ve Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şu hadisini zikrederdi: ’Müftüler fetva verse de sen kendi kalbine danış.? Sen Allah’tan razı isen Allah da senden razıdır.(6)

Bu hâli yakalamanın en güzel yolunu ise Ebu Süleyman Darani şöyle ifade etmektedir: ’Kul, nefsanî arzularından sıyrılınca Rabbinden razı olur.? Sülemi de şu nasihatte bulunur: ’Rıza mertebesine ulaşmak isteyenler, Allah’ın içerisine rızasını koyduğu hususlara sımsıkı yapışsınlar.?(7)

Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda ’Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.?(8) âyetinde, önce Allah’ın kuldan razı olduğu belirtilirken; ’Ey itmi’nana ermiş nefis, dön Rabbine; sen O’ndan, O senden razı olarak.?(9) âyetinde ise kulun Allah’tan rızası öne geçirilmiştir. Ebu Nasr Serrac, Ebu Süleyman Darani’den naklettiği şu sözle bu konuya açıklık getirir: Allah Teâlâ’yı razı kılan veya gazaplandıran kulların amelleri değildir. Aksine Allah Teâlâ, bir kavimden razı olur ve onları razı olacağı amellerde kullanır. Bir kavme de gadap eder ve onları da gadap edeceği kimselerin işlerinde kullanır. Yani Allah Teâlâ, ezeli ilmiyle her şeyi bildiğinden rızanın başı da sonu da Allah’tır.(10)

Abdül Vâhid b. Zeyd şöyle demiştir: ’Rıza, Allah’ın en muazzam kapısı ve dünyanın cennetidir. Bilinsin ki, Allah Teâlâ kulundan razı olmadıkça, kulun O’ndan razı olması mümkün değildir.(11) Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ’Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır?(12) Bu âyeti kerime ile ilgili olarak Sehl b.Abdullah Tüsteri ise şunları söyler: ’Rıza, rıdvana bitişince itmi’nana bitişmiş olur. Rıza kuldan, rıdvan Allah’tandır. Yani kulun rızası Allah’ın rızasına bitişince itmi’nan gerçekleşmiş olur. Sükûn ve huzur hâli ortaya çıkar. Fevkalade güzel bir neticeye ulaşan bu kimselere ne mutlu!?

Bu söz şu manaya da gelebilir: Dünyada hükmünü icra eden ilâhî iradeye kulun razı olması, ezeldeki takdir gereğince kulun ahirette rıdvana ve ilâhî rızaya nail olmasına sebep olur. Yani Allah ezelde kulundan razı olursa, kulu dünyada O’nun rızasına uygun şekilde hareket eder. Böyle olunca da ahirette ilâhî rızaya mazhar olur.(13)

Öyleyse kula düşün önce kulluk görevini yerine getirerek Rabbini bilmesi ve O’ndan razı olmasıdır.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: ’(Paraya ve dünyaya mahkûm olanlar değil) Allah’ın Rab olduğuna razı olanlar imanın lezzetini tatmış olurlar.?(14)
Bir başka hadis-i şerifte rıza makamını yakalayabilen kulların cennetteki durumları şu şekilde anlatılmaktadır: Cabir (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet eder: ’Cennet ehli cennette meclis kurup oturdukları bir sırada birden cennetin kapısından bir nur parlar. Başlarını kaldırdıkları vakit Rablerinin kendilerini seyretmekte olduklarını görürler. Hakk Teâlâ: ’Ey cennet ehli, dileyin benden dilediğinizi!? der. Cennettekiler: ’Bizden razı olmanı dileriz? derler. Hakk Teâlâ buyurur: ’Cennete rızam sayesinde girdiniz. Ben size ikramda bulunacağım. Şimdi bunun zamanıdır. Ben’den başka şeyler dileyin.? Cennettekiler: ’Bunun fazlasını diliyoruz? derler. Bunun üzerine yularları yeşil zümrütten olan kırmızı yakuttan yaratılmış soylu binekler getirilir. Bunlara binerek giderler. Bu binekler görebildikleri son noktaya kadar giderler. Hakk Sübhanehü ve Teâlâ, üzerinde meyve olan ağaçlara, bunlara yaklaşması için emir verir. Ahu gözlü genç kızlar, huriler gelirler ve derler ki: ’Biz solmak bilmeyen ter ü taze kızlarız, devamlıyız, ölmeyiz, iman ve kerem sahibi bir zümrenin eşleriyiz.? Hakk Sübhanehü ve Teâlâ emreder, tüpler içinde keskin kokulu misk getirilir. Üzerlerini bir koku bürür. Buna müsire (saçılan) adı verilir. Böylece yola devam eder ve Adn cennetine ulaşırlar. And cenneti, cennetin ortası ve en iyi yerdir. Melekler derler ki: ’Rabbimiz buraya bir insan topluluğu geldi.? Hakk Teâlâ buyurur: ’Doğru sözlü sadıklar hoş geldiler, itaatlılar safa geldiler.? Sonra Allah ile aralarındaki hicap (perde) kalkar, Aziz ve Celil olan Allah’ı temaşa etmeye başlarlar. Rahman olan Allah’ın nurundan istifade ederler. O kadar ki biri diğerini görmez hâle gelir (kendilerinden geçerler. Hakk Teâlâ meleklere) der ki: ’Bunların armağanlarını vererek köşklere götürünüz. Köşklerine dönen bu zümre ancak o zaman yekdiğerini görürler.(15) Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: ’Rahmeti ve mağfireti çok olan Rablerinden bir ikram ve konukluk?(16) âyeti bu hususa işaret etmektedir.

Rıza makamının yaşanmasına en güzel örneklerini yine Sahâbeyi Güzîn Efendilerimizin hayatlarında bulmaktayız. Urvetü’bnü Zübeyr (r.a.)’ın bir kolunun kesildiği ve bir evladını da kaybettiği rivayet edilir. Fakat bu iki hadise aynı günde olmuştur. Arkadaşları geçmiş olsuna geldikleri zaman o, rıza hâlinde Allah’a şöyle şükretmiştir: Ey Allah’ım! Hamd Sana aittir. Benim yedi evladım vardı birini aldım, altı kaldı. İki kolum, iki ayağım vardı birini aldın, üçünü bıraktın.?(17)

Rıza kavramı, tasavvufta değişik şekillerde tanımlanmış ve her bir sûfî kendi hâline ve meşrebine göre anlatmaya çalışmışlardır. Cüneyd-i Bağdadî, irade açısından bakarak ’Rıza, kulun kendi iradesini ortadan kaldırmasıdır? yani külli iradeye teslim olması, kâr zarar peşinde koşmayıp mâsivâya bağlanmamasıdır derken; Ebu Süleyman Darani: ’Hakk Teâlâ beni ateşe atsa buna razı olurdum. (Zira bilirim ki Allah bana en uygun ve en faydalı olanı yapar.) der. el-Kannâd başa gelen bela ve musibetler açısından bakarak: ’Rıza, kaderin acı tecellileri karşısında kalbin huzur ve sükûn hâlinde bulunmasıdır? demiştir. Ruveym b. Ahmed Bağdadi de yine kişiye isabet eden belalar açısından bir tanım yapar ve kişinin bundan memnun olması gerektiğini vurgular. ’Rıza, kendisine isabet eden belalardan dolayı kişinin haz duymasıdır? yani kulun Allah’ın takdirini sevinçle karşılamasıdır der. Rabiatü’l-Adeviyye’ye: ’Kul, ne zaman rıza mertebesine ulaşır?? diye sorulunca şu cevabı vermiştir: ’Allah’ın nimeti kadar musibeti de kendisini memnun edince.? İbn Atâ ise her şeyi Allah’tan bilme ve başa gelenden dolayı şikâyetçi olmama açısından değerlendirmiş ve ’Rıza, Hakk’ın ezeli tercihini gören salikin, O’nun kendisi hakkındaki tercihinin kendisi için yaptığı tercihten daha iyi olduğunu kavrayarak kızmayı ve şikâyeti bırakmasıdır?(18) diye tanımlamıştır. Ebu Ali Dekkak da kader ve kazaya îman açısından değerlendirerek ’Rıza, Hakk’ın hüküm ve kazasına itiraz etmemektir? der.(19) İmam Ahmed b. Hanbel de benzer bir tanım yapar. ’Rıza, Allah’ın umûruna teslim olmaktır.? Ayrıca Allah Teâlâ Hz. Mûsâ (a.s.)’a: ’Ey İmran oğlu, hiç şüphen olmasın ki rızam, kazama razı olmandadır.? diye vahyettiği bildirilmektedir.(20) Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de bir beyitlerinde bunu şu şekilde vurgulamışlardır:

Hoştur bana Sen’den gelen,
Ya gonca gül yahut diken,
Ya hil’at ü yahut kefen,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.

Görülüyor ki rıza da esas olan kazaya teslimiyettir. Muhammed b. Hafif de rızayı kazaya teslimiyet açısından ele alarak ikiye ayırır. Allah ile rıza. Allah’tan rıza. Allah ile rıza, O’nun iradesine razı olmaktır. Allah’tan rıza ise hüküm (kaza) etmekte olduğu hususlara razı olmaktır.(21)

Rıza, tasavvufta bir makam olarak görülmüş ve tasavvuf makamlarının en üstünü olarak kabul edilerek ve buna ’Rıdvanullah? denilmiştir. Müslümanların aralarında birbirlerine ’Allah senden razı olsun? diye dua etmeleri de bundandır. Rıza hâlindeki veya makamındaki kul ’Kahrın da hoş, lutfun da hoş? demekten kendini alamaz ve Hakk’ın hiçbir tecellisinden şikâyetçi olmaz.(22)
Bazı mutasavvıflar rızanın makam mı yoksa hâl mi olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunlar Irak ve Horasan mutasavvıfları olarak bilenir. Horasanlılar (melameti),(23) rızanın tevekkülün sonu ve makam olduğunu, kulun kendi çabasıyla elde edildiğini söylerler. Irak mutasavvıfları ise rızanın yaşanılan bir hâl olduğunu, kesbî (kazanılan) değil vehbî (verilen, bağışlanan) olduğunu öne sürerler. Aslında ayrı ayrı itibarlarla bu iki düşünce herhangi bir zıtlık görünmemektedir. Çünkü rıza, başlangıçta kulun gayretini bağlı olarak kesbi bir biçimde elde edildiğinden makamdır. Rızanın sonu ve ileri derecesi ise vehbi olup hâller cümlesindendir.(24)

Sevgi, rıza makamı içinde önemli bir basamaktır. Bütün güzel ahlâklar arasında olduğu gibi rıza ile sevgi arasında da bir ilişki vardır. Çünkü seven, sevdiğinin yaptıklarından hoşlanır ve razı olur. Seven sevdiğinden gelen acıyı duymaz. Nitekim Yusuf (a.s.)’a bakan ve onun güzelliğini gören Mısır kadınları, ellerini kestiklerinin farkına bile varmamışlardır.(25) Öyleyse seven, acı duyduğu hâlde sevgisi sebebiyle bu acıya katlanıp rıza gösterebilir. Hakk sevgisiyle dolu bir gönle sahip olan sâlik ise kaza-i ilâhî karşısında asla sarsılmamalıdır. Ömer b. Osman Mekkî’ye göre muhabbet (sevgi), rızanın içinde mutâlâ edilmelidir. Zira muhabbet sadece rıza ile gerçekleşir. Rızasız muhabbet olmayacağı gibi muhabbetsiz rıza da olmaz.(26)

Rıza ahlâkının zühd ahlâkı ile bir karşılaştırmasını Fudayl b. İyad, Bişri Hafi’ye şu şekilde yapmıştır: ’Rıza, dünya sevgilerinden el-etek çekmek demek olan zühdden daha faziletlidir. Çünkü rıza mertebesinde bulunan kimse, derecesinin üstünde bir şey temenni etmez.?

İnsanı rızaya alıştırıp hazırlayan yollar ise ikidir:

1. Dünyalık istifademiz için rıza gösterdiklerimiz. Mesela tedavi olmak için ilacın acılığına ve ameliyatın zorluğuna nasıl katlanıyorsak, gelecekteki istifadelerimiz için kendimizi kazaya rızaya da alıştırmalıyız.

2. Sevgilinin rızasını alıp gönlünü hoş etmek için razı olduklarımız. Onun istediği güçlüklere isteyerek göğüs gereriz.

Nefis terbiyesi yolu ile ahlâkî kemâlâtı yakalama yolunu tutan bazı tarikatlarda rıza makamı yukarıda da geçtiği üzere radiyye ve merdiyye şeklinde altıncı ve yedinci mertebe olarak sıralanmaktadır. Örnek olması açısından Mevlevîlik tarikatına baktığımızda rıza makamını bu tarikatta şu şekilde anlaşılmaktadır: Rıza kelimesinin ebced hesabıyla değeri bin birdir. Mevlevî tarikatında çile hanelerde çekilen çilenin gün sayısı da bin bir olarak belirlenmiştir.(27)
Rıza hakkında şunu asla unutmamak gerekir ki, bu makamda kula gerekli olan rıza göstermekle memur olduğu kazaya rıza olmaktır. Allah’ın kaza ve kaderi olan her şey razı olunması caiz veya vacip olan cinsten değildir. Günahlar ve Müslümanlara eza veren hususlar böyle değildir. Bunlara rıza gösterilmez.(28)
Cenâb-ı Hakk, en güzel şekilde kendisinden razı olan ve razı olunan kullarından eylesin inşallah. Amin?

Kaynakça
1. Uludağ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 435.
2. Yılmaz H. Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 185.
3. Kuşeyrî, Risale, 339.
4. Eraydın Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, 180.
5. Kelabazî, Taarruf, 153.
6. El-Müceddidî Abdullah Farukî, Tasavvufî Sohbetler, Çorum.
7. Kuşeyrî, a.g.e., 337.
8. el-Beyyine, 96/8.
9. el-Fecr, 89/27-28.
10. Serrac, Luma, 80-81.
11. Kuşeyri, a.g.e.,336.
12. el-Mâide, 5/119.
13. Kelabazi, ag.e., 153.
14. Nesaî, Sehv 62; Ahmed, I/308.
15. Hadis için bkz. Tirmizî, Sıtaf’ü Ehli’l-Cenne, 11-15.
16. Fussilet, 41/32.
17. A. Kadir İsa, Hakâik Ani’t-Tasavvuf, 197.
18. Serrac, ag.e., 80.
19. Kuşeyri, a.g.e., 336.
20. Kuşeyri,a.g.e., 337.
21. Kuşeyri,a.g.e., 337.
22. Kuşeyri, a.g.e., 421; Hucviri, Keşfu’l-Mahcub, 219; Gazalî, İhya, III/333.
23. Bayramiyye Tarikatı’nın bir kolu.
24. Yılmaz, a.g.e., 187.
25. Bkz. Yusuf, 12/50.
26. Sülemi, Tabakat, 204.
27. Uludağ, a.g.e., 436.
28. Kuşeyri, a.g.e., 336.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • bir okuyucu

    Allah razı olsun bilgilendirmeye devam ediniz.' hiç bir şey karşılıksız kalmaz'

1 kişi yorum yazdı.