İslâm dini insanların fıtratında mevcuttur. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi ırktan gelirse gelsin her yeni doğan kişi İslâm fıtratı üzere doğar. İnsanlar doğdukları andan itibaren İslâm inancına meyyal olmalarına rağmen dış etkenler onun üzerinde etkili olmaya başlar. Neticede insan, İslâm inancı üzere eğitilmezse ya yahudi, ya hıristiyan, yahut müşrik veya da İslâm dışı herhangi bir inanca sahip olabilmektedir. Yaratıcı katında İslâm haricindeki hiçbir inanç sistemi kabul görmemiş; makbul dinin ancak İslâm olduğu ısrarla vurgulanmıştır. Ebedi kurtuluş yurdu olan cennete de ancak İslâm inancıyla girilebileceği; İslâm’ın dışındaki bir inanç sahibinin ise yerinin cehennem olduğu bildirilmiştir.
İslâm dininden başka dinlerin sahiplerinin yeri ateş olduğuna göre ebedi kurtuluş ancak İslâm’dadır. O halde İslâm olmak yani müslüman olmak; başka bir ifadeyle mümin olmak lazımdır ki kurtulalım. Kaldı ki, kendisinin müslüman/mümin olduğunu ifade eden yetmiş üç fırkadan da yetmiş ikisinin ateşte, sadece bir tanesinin kurtuluşta olduğu haber verilmiştir. O halde, ebedi saadete kavuşmayı düşünen her akıllı kişinin, kurtuluşta olan o bir fırkanın içine girebilmenin gayreti, ümidi ve endişesi içinde olması gerektiği açıktır.
Kurtulan inancındaki doğruluktan, istikametten dolayı kurtulmakta; helak olan da inancındaki eğrilikten, noksanlıktan veya yanlışlıktan ötürü helak olmaktadır. Münciyatın da mühlikatın da temelinde inanç/itikat/îman yatmaktadır. O halde bizler bugün kendi îmanımızı sorgulamak durumundayız. Acaba, sahip olduğum îmanla mühlikat derekelerinde mi yoksa münciyat bahçelerinde mi dolaşıyorum?
Acaba “ben müslümanım elhamdülillah” veya “ben müminim” yahut “benim kalbim temiz kardeşim!” gibi, sözlü ifadesi çok kolay ama ispatı pek zor olan cümleleri tekrar etmek yeterli midir? Acaba müslüman/mümin kimliğimiz, Kur’an ve sünnetin öngördüğü müslüman/mümin modeliyle ne kadar uyuşuyor? Bu ve benzeri sorulara vereceğimiz cevaplar bizi tufandaki Hz. Nuh’un gemisi gibi sağlam bir îman gemisine bindirmesi lazımdır. Eğer bindirmiyorsa derhal bir gemiye binmemiz; yahut bindiğimiz halde gemide sorun varsa, gemi sulara gömülmeden gemideki kırığı-döküğü, deliği-gediği bir an evvel imar etmemiz gerekmektedir. Burada durup ciddi ciddi hasar-tespit çalışması ve neticesine göre onarım yapmamız elzem durumdadır. Aksi takdirde tufan sağlam gemiye binmeyen herkesi -peygamber evladı veya eşi bile olsa- helak edecek kadar etrafı sarmış durumdadır.
Fitne zamanı olarak da adlandırılan şu zamanda îmanı muhafaza etmek hakikaten çok zor. Evlerimiz, caddelerimiz, iş yerlerimiz, basın yayın organlarımız, etrafımızdaki insanlar, kısacası ferdi ve ictimai bütün hayat alanımız hemen hemen haramlarla kuşatılmış durumda. Müslümanlığın sadece adı kalmış. Müslümanlık anadan-atadan kalan bir miras gibi olmuş. Allah korkusu hiç hatıra bile gelmeden türlü türlü çirkeflikler işlenir olmuş. Ahlaksızlık ayyuka çıkmış. Gündelik haberlere şöyle bir göz attığımızda artık ‘bu gün şu güzellikler oldu, hayırlı işler meydana geldi diye değil de ekseriyetle bu gün falanca yerde şu suç yahut çirkinlik işlendi’ cinsinden ahbarı müşahede eder olduk. Gözünü açsan haram, kulağını açsan haram, elini uzatsan haram, adımını atsan haramla karşı karşıya kalınabilmekte. Kişiye îmanını, Allah ve Rasûl’ünü anımsatacak unsurlar ise yok denecek kadar az. Hele, görüldüklerinde Allah hatıra gelen Hak Dostları, kibrit-i ahmer (Arap edebiyatında “azın da azı”nı ifade eden bir ifadedir.) gibi...
Vaziyet gerçekten de korkunç boyutlarda. Etrafımızı ateş sarmış durumda. Bir kıvılcımın da bize isabeti an meselesi. Îman eldeki kor bir ateş gibi. Tutulsa el yanacak, bırakılsa sönecek! Sabah evden mümin çıkıp akşam eve îmansız dönen döneklerin haddi hesabı var mıdır, bilemiyorum. Kim bilir, öylelerinin, îmansızlığından kendilerinin bile haberi yoktur?! Yoksa, bizim de öyle bedbahtlıklar yaşadığımız oluyor mu? Allah muhafaza etsin! Kendimizi ne kadar kontrol ediyoruz?
Ara-sıra kalbimizi yoklamak gerekmez mi sizce, îmanım duruyor mu diye?! Bize yüklü bir miktar para emanet edilse ve bizim onu üzerimizde taşımamız gerekse ve de işimiz icabı insanların yoğun olduğu yerlerde bulunmamız icab etse, acaba kaç defa o parayı çaktırmadan kontrol ederiz, bir düşünelim?.. Îmanımızın para kadar kıymeti yok mu! Haşa ve Kella!... O halde...?!
Ebedi saadetimizin teminatı olan îmanımızı kontrol edebilmemiz için neler yapacağız? Yapacağımız şey bellidir: Şarî-i Hakim’in ve Elçisi’nin (a.s.) emrettiklerini yerine getirmek ve yasakladıklarından kaçınmak... Allah’ın emirlerinde îmana; yasaklarında ise küfre açılan bir kapı vardır. “Emirleri îmanın; yasakları küfrün kendisidir” demiyoruz ama emirle îman; yasakla küfür arasında sıkı bir yakınlık ve ilişki olduğunu kimse inkar edemez. Allah’ın emrettikleriyle meşgul olmak asli olarak müminlerin; yasakladıklarıyla meşgul olmak ise asli olarak kafirlerin vasfıdır. “Namaz kılmayan kafir olur mu?” sorusuna Hz. Mevlânâ’nın: “Namaz kılmayan kafir olmaz; ama kafirler de namaz kılmaz!” şeklindeki veciz cevabını burada dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Allah ve Rasûlü’nün emrettiği bütün emirlerin ifasında îmanı, kemalâta götüren bir yönü; terkinde ise îmanı zaafa götüren bir yönü vardır. Mesela, namazın ifasında ‘kulun Rabbine en yakın olma, uruç etme, Rabbiyle konuşma vb.’ gibi îmanî hisleri coşturan haller mevcutken; terkinde ise ‘şeytanın cennetten kovulması, dininin direğinin yıkılması, kişiyle küfür arasındaki perdeyi kaldırması vb.’ gibi îmanı tahribata uğratarak küfür çukuruna doğru bir adım daha yaklaştıran durumlar söz konusudur. Diğer bütün emr-i ilâhîlerin ifasıyla îmana ve terkiyle küfre açılan yönlerinin bulunduğuna bu perspektiften bakabiliriz.
Kısacası, îmanın muhafazası için salih amel şarttır. Evet, ehli sünnete göre amel îmandan bir cüz değildir. Çünkü îman bir bütündür, parçalanamaz. Hiçbir ameli olmayanın da îmanı makbuldür. Fakat amelsiz îmanın durumu -itikat imamız İmam Maturudi’nin temsiliyle- fanussuz yanmaya çalışan kandil gibidir. Fanusu olmayan îmanın küfür rüzgarları karşısında sönmesi ihtimali her zamankinden daha fazladır.
Salih amellerle iştigalin îman açısından koruyuculuğu günümüzde kendini daha da çok hissettiriyor. Îmanı hatırlatan olguların dibe vurduğu, küfrü çağrıştıran fısk u fücûratın ise her yeri tufan gibi kuşattığı şu isyan u nisyan ortamında salih amellere olan ihtiyacımız her zamankinden daha fazla olduğu gün gibi açıktır.
Sabah akşam küfür sularında boğulma tehlikesine karşı bizler de sürekli teyakkuz halinde olmalı, sabah akşam Rabbimizi bol bol zikretmeli, ‘Lâ ilâhe illallah’ diyerek îmanlarımızı yenilemeliyiz. “Beşer şaşar” icabı işlediğimiz salih amel harici eylemlerimize tevbe-istiğfar etmeliyiz. Unutmayalım ki mümin, hiç günah işlemez diye bir inancımız yok. Peygamberlerden başka hiçbir kimse masum/günahsız değildir. Gerçek îman ehlinin vasfı Kur’ânî ifadeyle, çirkin bir hayasızlık işlediği veya nefsine zulmettiği zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma istemesidir. (Âl-i İmran, 3/135)
Son bir uyarı! Allah için bunu lütfen yapalım! Kur’ân-ı Kerim okuyalım! Hadis-i Şerif okuyalım! Âyet-i celilerde ve Hadis-i Şerifler’de îman ehlinin vasıflarının anlatıldığı yerleri dikkatlice okuyarak kendi îmanımızı sorgulayalım. Kendi müslüman/mümin kimliğimizi Kur’ân’a ve Sünnet’e bakarak yeniden gözden geçirelim. Mesela, -misal açısından- Kur’ân’da îman ehlinin kimliğini ifade etmesi açısından güzel bir bölüm: Rabbimiz Mü’minûn sûresinde şöyle buyuruyor:
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
1. Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;
2. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler;
3. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
4. Onlar ki, zekâtı verirler;
5. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar;
6. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.
7. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.
8. Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler;
9. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.
10. İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır;
11. (Evet) Firdevs’e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.
Tufan İçinde Îmanımızı Sorgulamak
Özlenen Rehber Dergisi 47. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.