Özlenen Rehber Dergisi

59.Sayı

Söyleşi...

(12. 10. 1994)

Kırıkkale Radyo Televizyonu’nda Abdullah Fârûkî el-Müceddidî (k.s.) ile Sohbet - VII

“İnsanların İyiliğine Sebep Olalım.”

—Peki, bir mürşid-i kâmil, talebesini imtihan edebilir mi?

—Şimdi Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara Sûresi’nde: “Allah kullarını mallarıyla, canlarıyla, nefisleriyle ve mallarının kesâdıyla imtihan eder.” (Kur’ân-ı Kerîm, 2/155) buyruluyor. Hatta bir başka âyet-i kerîmede: “Cenâb-ı Hakk senede bir veya iki sefer imtihan eder.” (Kur’ân-ı Kerîm, 9/126) deniliyor.

İmtihan yetkisi doğrudan doğruya Cenâb-ı Allah’a mahsustur. Yani kulu kulla imtihan etmek muhaldir. Nasıl imtihan edecek? Eğer şerîatın hâricinde bir şey teklîf etse zâten zâlim olur. Nasıl olur da şerîat hâricinde kulunu imtihan edecek; o talebe de ona uyarsa mûtî, uymazsa âsî olacak? Olur mu öyle şey, olmaz. Bu müessese doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a mahsustur. Bu husus halk arasında yanlış anlaşılıyor. İmtihanı ancak Allah yapar. Neden? Çünkü O Rabb’imizdir, biz O’nun kuluyuz. Yâni kulların Rabb’isi ancak imtihan yapar, yoksa kulun kulu imtihan etmesi söz konusu değildir. Peygamber de ümmetini imtihan edemez. Onlar da dahi öyle bir yetki yoktur. Ancak halkı Hakk’a daima dâvet, O’na yanaştırma vardır, yoksa onları imtihan etmek yoktur.


—Evet. Efendim günümüzde tasavvuf erbâbı arasında -üst düzeyde olmasa bile tâlipler arasında- bir çekişme var sanki. Bu soruyu geçen ayki programımızda Hilmi Kutlubay Efendi’ye de yönelttim, O da karşı çıktı buna. ‘Benim üstâdım iyi, seninki iyi değil, benim üstâdım uçar, seninki uçamaz!’ gibi birtakım sorunlar var. Yani kısır bir döngü var. Siz bu konuda ne diyeceksiniz?

—Evet, teşekkür ederim; Allah razı olsun. Bu yol tabî güzel bir yol, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yolu, Sahâbe’nin yolu... Cenâb-ı Hakk da buyurmuş: “Kim bir mesele hakkında ihtilâfa düşerse, Allah ve Rasûlü’ne havâle etsin.” (Kur’ân-ı Kerîm, 4/59) Orada çözülür. Aslında gâye Cenâb-ı Allah ve Allah’a kulluk olunca öteki çekişmeler, istemezlikler zâiddir ve bunlar câhillikten ileri geliyor. Çünkü Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor: “Eşiddâu ale’l-küffâri ruhâmâu beynehüm - Kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında çok merhametli/müşfiktirler.” (Kur’ân-ı Kerîm, 48/29) Bu kadar tevâzu yapın buyuruyor. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın biz mü’minler hakkındaki emr-i ilâhîsi... Tabî ki bu doğrultuda olmamız lâzımdır. Bir kişi diğer bir kişiye çekememezlik, haset yapıyorsa o kişinin zâfiyeti, nefsine zebûn olması yüzündendir. Yoksa Cenâb-ı Hakk’ı bilen, Peygamber’i bilen ve bu emirleri bilen hiç kendisini üstün görür mü başkasından? Cenâb-ı Hakk bir âyet-i kerîme meâlinde: “Nefsini övme, Allah senden daha iyi biliyor.” (Kur’ân-ı Kerîm, 53/30) buyuruyor. Allah korusun insan nefsini överse, gümbürtüye gider. Şöyle bir şey diyeyim: İnsan cephede düşman tarafından vurulsa şehîd olsa cennete gider; bu şekilde yani kibirlenip kendini üstün görerek nefis tarafından vurulursa, cehenneme gider. Allah korusun. O bakımdan bu durum bunların gerek bilgisizlikleri, gerekse de üstadlarını aşırı sevmelerinden de ileri gelir. Bu yanlıştır. Biz hiçbir kardeşimizden, kendimizi üstün görmemeliyiz. Hatta büyüklerimiz buyurmuşlardır ki: “Bir kimse kendi nefsini düşmanlarından da, kâfirlerden de aşağı görmezse bu yolda ilerleyemez.” Çünkü îman Cenâb-ı Hakk’ın insana vermiş olduğu bir ihsândır. Yâni Cenâb-ı Hakk yarın bu îmânı bizden alır ve bir kâfire verebilir, kâfirin inkârını da alıp bize verebilir... Onun için peki insan neye güvenip de kibirlilik yapacak? İnsan dâimâ başını eğmeli, Allah’a ve Rasûlullah’a itâat etmeli, bütün Müslümanlara karşı güler yüzlü olmalı, onların hizmetine koşmalıdır. Hattâ hadîs-i şerîf var. Rasûlullah (s.a.v.) buyuruyor ki: “Cenâb-ı Allah’ın kulları arasında en sevdiği kulu, insanlara hizmet edendir.” Ne oldu? Cenâb-ı Hakk iyiliği emrediyor ve dâimâ birbirinde yok olmayı emrediyor. Bunun tersini yapanlar ise tabî doğru yapmıyorlar. İnşâallah zamanla bu durumu anladıklarında bu hâllerinden tevbe ederler.

—İnşâallah diyoruz. Efendim, 1993 yılında bir vakıf kurdunuz. Vakfın adı Fârukiye İlim Araştırma, Yayma ve Yardımlaşma Vakfı... Kuruluş amacı neydi? Biraz bahseder misiniz?

—Vakıf senedimizde zâten yazılıdır. Oradan okursak daha güzel olur:

“Vakfın amacı:

Madde 3: Zâhirî ve bâtınî ilimler üzerinde çalışmak, gelişmelere katkı sağlama ve fertlerin bundan faydalanabilmesi için kültürel, ekonomik ve sosyal alanlarda çalışmalar yapmaktır.

a) Fertlerin dinî ve modern ilimlerdeki çalışmalarını desteklemek amacı ile kurslar, geziler, yarışmalar ve sportif faaliyetler düzenler.

b) İlmî, kültürel, sanat, edebiyat, dînî ve sportif amaçlı konferans, seminer, açık oturum, panel, kongre, sempozyum vb. ilmî toplantılar tertip eder. Bu tür toplantıları düzenleyenlere finans sağlar. Ayrıca bu sahalarda yapılacak ilmî toplantılara katılır.

c) Amacına uygun her sahada insanları bilinçlendirmek üzere her türlü basın ve yayın organları ile çalışır, gerekirse Vakıf adına gazete, dergi, radyo, TV gibi yayın organları kurar ve geliştirir.

d) Zâhirî ve bâtınî tüm ilimler üzerinde her türlü yayınları telif ve tercüme ettirir. Yayınlar ve dağıtımını yapar. İlim araştırma merkezleri, kütüphaneler, matbaalar ve yayınevleri kurar. Yapılan hizmetleri yaygınlaştırmak için yetkili makamların izni ile tüm yurtta ve yurt dışında temsilcilikler açar.

e) Yasal izinler dâhilinde amacını gerçekleştirmek üzere diğer ilmî kuruluşlar, sportif kurumlar, vakıf ve dernekler ile çeşitli kuruluşlar ile işbirliği yapar.

f) Amacına uygun konularda eğitim verebilen; Fakülte, Yüksekokul, İlk ve Orta Okul seviyesinde okullar açar. Buralarda okuyan öğrencilere kurslar, yurtlar açar. Bunları işletir veya kiraya verir.

g) Vakfın amacına uygun konularda eğitim gören yardıma muhtaç talebelere burs verir. Bunlara yurt bulur.

h) Tüm dünyada yardıma muhtaç insanlara insanlık vazifelerini yerine getirmek amacı ile imkânları nispetinde yardım gönderir. Muhtaç insanlara doğum, ölüm, hastalık ve her türlü ihtiyaçlara katkı sağlar.

i) Sportif, sosyal, dinî, ekonomik ve kültürel alanlarda ilim adamı yetişmesi ve uzmanlaşmak için ihtisas konuları ve dil kursları açar. Yurt içi ve yurt dışında ilmî araştırma ve incelemeler yaptırır. Seyahatler düzenler.

j) Vakfın mal varlığını artırmak amacı ile iktisadî ve ticarî işletmeler açar. Ortaklıklar kurar. Döviz ve hisse senedi alır, satar.

k) Vakfa yapılacak her türlü aynî, nakdî ve şartlı yardım ve bağışları kabul eder. Amaçlarına uygun şekilde değerlendirir. Bunlar için ayrı ayrı hesaplar açabilir.

l) Vakfa gerekli olan gayrimenkulleri ve otomobilleri alır, satar veya kiraya verebilir. Bunun yanında lüzumu hâlinde, Vakfın amacına uygun sahalarda hizmet veren diğer kurum ve kuruluşlara da ücretli veya ücretsiz tahsis edebilir.”

Bu okuduğumuz maddelere göre Vakfımız, hizmetini sürdürmektedir İnşâallah. Şimdi İnşâallah Vakfımızın bülteni olarak Özlenen Fark dergisini çıkardık. Yurdun her tarafından telefonlar geliyor; bazıları okumuşlar, istiyorlar. İnşâallah her ay böyle bir sayı çıkartacağız.

—İlk sayı değil mi Efendim?

—İlk sayı Efendim... İkincisi hazırlanıyor, hemen çıkacak İnşâallah, size de göndereceğiz.

—Elimdeki dergi Farukiye Vakfı’nın çıkarmaya başladığı Özlenen Fark dergisinin ilk sayısı. Biz de sevgili seyircilerimize diyoruz ki, Özlenen Fark’ı fark ediniz. İnşâallah bundan sonra dergilerin tirajı artacak ve her yerde Özlenen Fark okunacak...

Programımız burada sona eriyor. Buraya gelip bizleri ve tüm Kırıkkalelileri aydınlattığınız için sizlere teşekkür ediyoruz. İnşâallah yine bir başka programda yine sizlerle birlikte olalım diyoruz.

—İnşâallah. Ben de ayriyeten tekrar ediyorum: Siz de böyle güzel bir kuruluş, bir TV bina ettiğiniz için Müslümanlara ve insanlığa hizmet ettiğiniz için size ve tüm eleman kardeşlerimize hâssaten çok teşekkür ediyorum. Bütün kardeşlerimize bir de ufak bir mesajımı iletmek istiyorum:

Müslüman kardeşlerim!

Bilhassa tasavvufta esas alınacak olan; Cenâb-ı Hakk’ın emirleri ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetleridir. Diğerlerine kulak asmamalı, diğer sözler insana hayır getirmez. Ancak Allah ve Rasûlullah’ın ve O’nun çizgisinde olan insanların faydası vardır. Diğerleri Allah ve Rasûlü’ne uymuyorsa onların sözlerinden insana zarar gelir ve bütün vaktini de boşa harcamış olur. Yani bütün gayretimiz Allah ve Rasûlullah’ın yolunda, O’nun dînini O’nun emrettiği şekilde, O’nun târif ettiği şekilde, eğer yaşarsak hem Allah’ın nezdinde kendimiz bahtiyar bir kul, hem de insanların iyiliğine sebep olmuş oluruz. Ben bu arada selâmların en güzeliyle tekrar selâmlıyorum:
Ve’s-selâmu alâ men ittebea’l-hüdâ. Selâm Allah’a tâbî olanlara olsun. Kim ki Allah’a ve Rasûlullah’a tâbî olursa kurtuluşa erecek onlardır. Cenâb-ı Allah’ın selâm ve rahmeti onun ve hepimizin üzerine olsun İnşâallah.

Teşekkür ediyorum.

—Biz teşekkür ediyoruz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.