Özlenen Rehber Dergisi

62.Sayı

Ebû Eyyûb El-ensarî (r.a.)

Nadir SÖNMEZ Özlenen Rehber Dergisi 62. Sayı
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî en-Neccârî (r.a.) aslen Medineli olup, burada yaşayan Hazrec Kabilesi’nin Neccaroğulları kolundandır. Asıl adı Halid, babasının adı Zeyd, annesinin adı ise Hind’dir. Hem baba, hem anne tarafından Hz. Peygamberle (s.a.v.) aynı soydan gelmektedir.

Ebû Eyyûb el-Ensari, Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretinden iki yıl kadar önce miladi 620 tarihinde hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte Müslüman oldu.

Medine’de İslamiyet’i ilk kabul edenlerden biridir. Onun teşvik ve daveti sayesinde ailesinin bütün fertleri, akrabaları ve dostları da Müslüman olmuşlardır.

Ebû Eyyûb el-Ensari hazretlerini İslam tarihinde meşhur sahabeler arasına sokan olay hepimizin bildiği üzere hicret esnasında yaşanmıştır. Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir ile Mekke’den Medine’ye hicret ederken Medine yakınlarındaki Kûba köyüne gelmiş orada bir hafta kaldıktan sonra Medine’ye yönelmişti. Medine’de herkes çok heyecanlıydı, o zamana kadar o topraklar üzerinde ondan daha hayırlısı bulunmamış, onun üzerinde yürümemişti. İşte bu bilinç içerisindeki Medine şehri ve Medineli Müslümanlar da o kutlu insana bağrını açmış heyecan, sevinç ve gönüllerindeki coşkuyla Efendimizi (s.a.v.) bekliyorlardı.

Medineli Müslümanların hepsinin gönlünden geçen Efendimizi (s.a.v.) kendi evinde misafir olması temennisiydi. İşte Ebû Eyyûb el-Ensari de Medine de akrabalarıyla beraber heyecan ve sevinçle Rasûlullah (s.a.v.)’in yolunu gözlüyordu. O da diğer Ashab-ı Güzin gibi Efendimizi (s.a.v.) misafir etmek için can atıyordu.

Vakit tamamdı! Medine şehrinin ufkunda Rasûlullah (s.a.v) görünmüştü Medine de heyecan doruktaydı. Ashab, ona olan hürmet ve sevgilerini izhar ediyorlardı.

Bu arada herkes Efendimizi (s.a.v.) misafir etmek için evlerine davet ediyorlardı. Allah Rasûlü (s.a.v.)’in, sahabesine olan sevgisi o kadar derindi ki hiç birinin gönlünü kırmak istemiyordu. Bunun için devesini işaret etti ve: “Onu bırakın, nereye çökerse ona en yakın evde misafir olalım” dedi. Kasva önce bir yerde çöktü daha sonra kalktı tekrar az ilerde çöktü ve orada kaldı. Oraya en yakın yer Ebû Eyyûb el-Ensari’nin evi idi.

Ebû Eyyûb bu olayı şöyle nakletmektedir: ’Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) evimizin alt katına yerleşmişti. Ben de üst kattaki odada idim. Bir gün yukarıdan yere bir miktar su dökülmüştü. Suyun tavandan sızarak Rasûlullah (s.a.v.)’in üzerine gelmemesi için suyu bir bez parçası ile kurutmaya çalıştık. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına inip dedim ki: ’Ya Rasûlallah, senin bulunduğun bir yerin üstünde bulunmak bize yakışmaz, yukarıdaki odaya teşrif etmez misiniz?’ Rasûlullah (s.a.v.), o günden sonra üst kata çıktı ve 7 ay orada misafir oldu. Yedi ay aynı çatı altında birlikte yaşama şerefini elde eden Ebû Eyyûb el-Ensari o mübarek nurla hemhâl olarak hayatını ona ittiba ile geçirdi. Öyle ki Rasûlullah (s.a.v.)’den duyduğu her sözü yerine getirmek, ondan gördüğü her davranışı hayatına tatbik etmek ve sünneti yaymayı kendine birinci vazife olarak gördü.

Ebû Eyyûb el-Ensari’nin sünnete olan arzu, iştiyak ve ittibasının anlaşılmasında şu misaller çok önemlidir:

Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahabeden Ukbe b. Amir’in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyararak; “Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını” söyledi. Namazları müstehab olan vakitlerde kıldırmayan Medine Valisi Mervan b. Hakem’e muhalefet ederek; “Rasûlullah (s.a.v.)’e uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını” açıkça söylerdi.

Bir gün Ebû Eyyûb’u Efendimizin (s.a.v.) kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervan, bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb: ’Ben bu mezar taşına değil, Rasûlullah (s.a.v.)’e geldim. Onun, ’din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum’ diye cevap verdi.

Ebû Eyyûb el-Ensari, Rasûlullah (s.a.v.)’den 200’e yakın hadis-i şerif rivayet etmiştir. Hadis rivayeti konusunda son derece titiz davranmıştır. “Her kim bu dünyada bir müminin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun kusurunu örter.“ Hadis-i şerifi hakkındaki tereddütlerini gidermek için deve üzerinde Mısır’a gidip Ukbe Bin Amir (r.a.) ile görüşüp teyit aldıktan sonra tekrar Medine’ye dönmüştür.

Ebû Eyyûb el-Ensari’nin ifk hadisesinde eşiyle aralarındaki aşağıda belirteceğimiz konuşmaları Allah Tealâ tarafından vahiyle desteklenmiştir.

Hz. Aişe’ye iftira edildiği ifk hadisesinde hanımı Ümmü Eyyûb bu konudaki fikrini sormuş; Hz. Halid (r.a.): “Bu apaçık bir iftiradır.“ demiş bir müddet sonra diğer mü’minlere ikaz anlamında Rabb’imiz tarafından ayeti kerime olarak nazil olmuştur. “Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın müminlerin kendilerinden hüsnü zanda bulunup da bu apaçık bir iftiradır. Demeleri gerekmez miydi?” (Nûr Suresi) indirilmiştir.

Yukarıda belirttiğimiz üzere Ebû Eyyûb el-Ensari, Allah’ın kitabında yazılı her emri ve Rasûlullah (s.a.v.)’den duyduğu her sözü yerine getirmek için can atardı. Yaşlılık hastalık gibi durumlar bile onu alıkoyamazdı.

Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb ’Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.’ (el-Bakara, 2/195) mealindeki ayette sözü edilen tehlikeyi, savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Efendimiz (s.a.v.) ile bütün gazalara katılmıştı. Ondan sonra da cihad maksadıyla yılda en az bir defa sefere katılır ve herkesi buna teşvik ederdi. Katıldığı en son sefer, hicri 49 veya 52 yılında Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen İstanbul kuşatmasıdır.

Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardı: “İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emir, ne güzel askerdir.” Bu methedilen askerler arasında olmak isteyen Müslümanlar akın akın İstanbul fethine koşmaktaydılar. O sırada Ebû Eyyûb el-Ensari rahatsızdı ve yaşı da 80’i geçmişti. Cihad haberleri duyulunca heyecanla doğruldu, İstanbul gazasını işitince gözleri parladı hazırlıklara başladı. 80 yaşını geçmiş olan Ebû Eyyûb el-Ensari İslam ordusuyla İstanbul önlerine gelmişlerdi. Cennet mekân mübarek mihmandar kalın surlar dibinde vefat etmek üzeredir. Güçlükle konuşmaktadır: “Mücahitlere selam söyleyiniz. Onlara Rasûl-i Kibriya Efendimizden duyduğum şu mübarek sözleri bildiriniz: ‘Her kim Allah’a şirk koşmadan ruhunu teslim ederse Cenab-ı Hak onu cennetine koyar.’ Son bir gayretle etrafındaki askerlere; “sizlere vasiyetim olsun, öldükten sonra naşımı burada bırakmayın. Gazilerin gidebildikleri en uzak yere götürün! Bizans topraklarının İstanbul’a en yakın noktasına defnedin. Zira Efendimiz (s.a.v.) Konstantiniye’de kalenin yanında racül-i salih defnolunacaktır“ buyurmuştu.

Ertesi gün büyük sahabe, hadis katibi, bütün seferlere katılan, onun yanı başında soluk alan soluk vermekten çekinen, sabahlara kadar o rahat uyusun diye nöbetçilik yapan vefa insanı, peygamber aşığı mübarek insan Ebu Eyyub el Ensari Hazretleri kelime-i şahadetle tertemiz ruhunu sahibine iade etmiştir. Sevgilisi Rasûlullah (s.a.v.)’e kavuşmuş ve vasiyeti aynen yerine getirilerek İstanbul surlarına en yakın nokta olan bu gün de medfun bulunduğu yere defnedilmiştir.

Zamanla Ebû Eyyûb el-Ensari’nin kabri şerifinin İstanbul surları dibindeki yerini belirten işaret kaybolmuştu. 800 yıl kabri şerifi gizli kalan mübarek sahabenin kabri İstanbul’un fethinden sonra bulunarak bu günkü türbesi yaptırılmıştır. Kabri şeriflerinin bulunuşu ile ilgili şöyle rivayet edilir: Ebû Eyyûb el-Ensari’nin vefatından yaklaşık olarak 800 sene sonra, 1453 yılının bahar aylarında Fatih Sultan Mehmed Topkapı önlerine otağ kurup İstanbul’u kuşattı. Sultan, kendisinden önce Ebû Eyyûb el-Ensari Hazretleri’nin de İstanbul’u fethetmeye geldiğini, burada olduğunu biliyordu. Hatta kabrinin yerini merak ediyor, ancak kuşatma ile ilgilendiği için araştırma fırsatı bulamıyordu. Fethin gerçekleşmesinden hemen sonra durumu hocası Akşemseddin Hazretleri’ne (ö.1459) açtı ve Ebû Eyyûb el-Ensari’nin kabrinin nerede olabileceğini sordu. Akşemseddin parmağını uzatarak bugün kabrin bulunduğu Eyüp semtini işaret etti. Birlikte işaret edilen yere geldiler. Ebû Eyyûb el-Ensari Hazretleri’nin kabrinin bulunduğu nokta Akşemseddin tarafından keşf ve ilham yoluyla tayin ve tespit edilmiştir.. Bu arada kabrin baş ve ayakuçlarına Akşemseddin Hazretleri tarafından iki çınar fidanı dikilerek kabrin yeri belirlendi.

Akşemseddin’in yaptığı bu tespitin doğru olup olmadığı Fatih Sultan Mehmed dâhil birçok kimse için merak konusu olmuştu. Sultan, bu noktadaki merakını gidermek için bir gece kabrin yerini gösteren çınar fidanlarını yerinden söktürüp kıble tarafında farklı bir yere diktirdi. Sonra da kabrin üzerine türbe yaptıracağını söyleyerek son kez geri gelip kontrol etmesi için Akşemseddin’e haber gönderdi. Akşemseddin Hazretleri buraya gelir gelmez çınar fidanlarının dikili olduğu yerle hiç ilgilenmeden doğrudan önceden tayin ve tespit ettiği yere gidip aynı noktayı işaret etti. Böylece kabrin orada olduğuna kesin olarak hükmedilerek üzerine türbe yapıldı.

Fatih Sultan Mehmed’in, kabrin baş ve ayak uçlarından söküp kıble tarafına diktirdiği iki çınar fidanı aynen yerinde kaldı. Bugün Eyüp Sultan Camii’nin iç avlusunda bulunan demir parmaklığın ortasındaki çınarın Akşemseddin Hazretleri tarafından dikilip yeri değiştirilen iki çınardan biri olduğu söylenir. Diğerinin de 1910–1915 yıllarına kadar ayakta kaldığı, ancak yaşlılığı sebebiyle kuruduğu ve yıkıldığı söylenmektedir.

İstanbul’un manevî fatihi Ebû Eyyûb el-Ensari’nin yapılan türbesi Osmanlı döneminden itibaren tüm Müslümanların ziyaret ettiği en önemli mekânlardan olmuştur. Rasûlullah Efendimizi evinde misafir eden Allah ve Rasûlullah (s.a.v.) aşığı sahabe efendimiz bu gün İstanbul’umuzun manevî anahtarlarındandır. Bu yüzden Osmanlı döneminde Eyüp ilçesi Mekke, Medine gibi kutsal kabul edilirdi. Meselâ, Alman kralı Kaiser Wilhelm İstanbul’a geldiğinde Eyüp’ü gezmek istedi. Fakat Wilhelm gayrimüslim olduğu için Eyüp’e girmesine müsaade edilmedi. Bunun üzerine Wilhelm, Abdulhamid’den rica etti. Abdulhamid de aynı hassasiyeti belirtince, Wilhelm dedi ki: “Yâhû bu ülkenin hükümdarı siz değil misiniz?” Abdulhamid de: “Evet. Bu ülkenin hükümdarı benim ama, Eyüp bölgesinin hükümdarı Eyyûb Camii’nin imamıdır. Ondan izin almak lâzım” dedi. Yani Eyüp bölgesi, sırf o mübarek sahabe efendimize duyulan hürmetten dolayı Mekke, Medine gibi kabul ediliyor ve padişahlar bile oraya gittikleri zaman atlarından iniyorlardı.
Allahım bizleri şefaatlerine nail eylesin. Amin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • ismail

    BU YAZI ÇOK GÜZEL FAKAT KONUSU(KEMALAT YILDIZLARI) ANLAMI ANLAYAMADIM.AÇIKLANMASINI RİCA EDİYORUM TEŞEKKÜRLER...

1 kişi yorum yazdı.