Özlenen Rehber Dergisi

82.Sayı

Görenlerin Gözüyle Abdullah Fârukî El-müceddidî (k.s)

Recep Faruk KARABAL Özlenen Rehber Dergisi 82. Sayı
GÖRENLERİN GÖZÜYLE
ABDULLAH FÂRUKÎ el-MÜCEDDİDÎ


Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretlerinin vuslatının onuncu sene-i devriyesindeyiz. Yine Aralık ayı geldi. Kendisini tanıyanların dilinden, sevgisine tutunanların da gönlünden hiç eksik olmayan hasreti daha da aşikâr oldu.
Abdullah Fâruki el-Müceddidî Hazretleri, kendisini az ya da çok tanımış hemen herkeste derin tesirler bırakan bir Allah dostuydu. Allah dostu olmanın vasıfları simâsından, giyim kuşamına, gülmesinden ağlamasına, sükûtundan sohbetine, kısacası tüm hal ve hareketlerine öylesine işlemişti ki, onu ilk kez gören ve hiç tanımayan birinin bile aklına hemen Allah Teâlâ hazretleri gelirdi.
Efendi Hazretlerinin önemli hususiyetlerinden biri; prensipli, plânlı, programlı bir hayat yaşamasıydı. Kendisini ilk tanıyanlarda önce bu yaşam tarzı dikkati çekiyordu. Namaz vakitleri onun günlük programının mihenk taşları idi. Her işini namaza göre ayarlamayı kendisine değişmez bir düstur edinmişti. Özel otoyla seyahat etme imkânlarının bulunmadığı günlerde bile, bineceği otobüsün saatlerini hiçbir vakit namazı kaçırmamaya, hatta mümkünse cemaate katılmaya göre ayarlardı. İşyerinde bile namazlarını vakit girer girmez cemaatle kılardı. Namaza durunca dükkânın kapısı kilitlenir, kapıya ’namazdayız, lütfen bekleyin’ yazılı tabela asılırdı. Günlük yaptığı sünnet ve nafile ibadetleri de hiçbir zaman aksatmaz, seyahate de çıksa, misafiri de gelse bu programından taviz vermezdi. Yanında bulunan insanlar da bu sayede namazın ehemmiyetini, günlük hayattaki pek çok sünneti görerek ve hissederek öğrenirlerdi.
Efendi Hazretleri haram işlerden şiddetle sakınırdı. Haramın işlendiği bir ortamda bulunmaz, bulunduğu ortamda haram olan bir iş yapılmaya başlanırsa, engel olabiliyorsa engeller, yoksa o ortamı terk ederdi. Bir düğün sırasında hanımların balkon ve pencerelere çıktığını fark edince, mikrofonu alıp sert bir ses tonuyla: ’Hanımların içeri girmeleri gerektiğini, yoksa düğün evinden ayrılacağını.’ söylemesi ve yine seyahat sırasında, içkisiz olan bir lokantada, müşterilerden birinin yanında getirdiği içkiyi açması üzerine, yemeğini yemeden hesabı ödeyip çıkması bu prensibinin örnekleridir.
Efendi Hazretleri insanlarla ilişkilerinde son derece içten, sıcakkanlı ve sevecendi. Çoğunlukla bir kez gördüğü insanı uzun zaman da geçse unutmaz ve şaşılacak şekilde ismiyle hitap ederdi. Maddi manevi sıkıntısı olanların sıkıntılarını dinler, halletmek için elinden geleni yapardı. Günlük programına sıkı sıkıya bağlı ve çok da meşgul olmasına rağmen, müşkülü olanlara özel zaman ayırır, herkesle tek tek ilgilenirdi. Hiçbir zaman ulaşılmaz olmadı. Çok uzun süre aramamış, yanına gelip gitmemiş insanlar bile, ’Bunca zaman aramadım, nasıl konuşurum’ diye sıkılırken, Efendi Hazretleri sanki daha dün görüşmüşler gibi yakın davranır, insanı hiç mahcup etmezdi. Yakın ve sıcak ilgisi, onu tanıyan herkese Efendi Hazretlerinin kendisini çok sevdiğini düşündürürdü.
Efendi Hazretleri, ’Allah güzeldir, güzeli sever’ hadisini sık sık tekrarlar, her işini Allah’ın seveceği güzellikte yapmaya özen gösterirdi. Giyim kuşamına, saçının sakalının bakımına çok dikkat eder, talebelerinin de böyle olması için gayret sarf ederdi. Bunu teşvik etmek için sohbetlerde sünnete ve sohbet adabına uygun giyinenleri ön taraf alırdı. Bir gün Efendi Hazretlerinin yakinen tanıdığı bir büyüğümüz sohbete biraz eskimiş cübbesiyle gelince ona tebessüm de ederek ’Senin yeni cübben de yok mu? Haydi, sana ceza bakayım, nasılsa evin yakın, yeni cübbeni giy de gel’ demişti. Ardından da Kur’ân-ı Kerim’de mescidlere giderken en güzel elbiselerin giyilmesinin emredildiğini, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin de ’Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmeyi sever.’ buyurduğunu ifade etmişti.
Efendi Hazretlerinin işyeri de, yaptığı işi ne kadar güzel ve temiz yaptığının göstergesiydi. Hırdavat ve inşaat malzemelerinin ticaretini yapmasına rağmen işyeri bir eczane kadar temiz ve düzenliydi. Dükkânın içerisinde: ’Şu da burada durmasa, şurası biraz gözü tırmalıyor!’ denebilecek bir kusur bulmak imkânsız denecek kadar zordu. Raflarda duran boya kutularına varıncaya kadar tüm malzemelerin düzenli olarak tozu alınır, içeri girer girmez ortamın nezih havası insanı sarardı.
Efendi Hazretlerini tanıyınca ilk göze çarpan özelliklerinden birisi de yanına ne durumda ve ne için gelinirse gelinsin, insanın ondan ayrılmayı istememesiydi. Gönlünde darlıkla gelen ferahlıkla gider, müşkülü olan müşkülünü halleder, sorusu olan çoğu zaman sormadan cevabını alır, ama herkes Allah’a itaat şevki ve kararlılığı ile yanından ayrılırdı.
Böyle büyük bir Allah dostunu ve yolunu tanıtan Rabbimize hamdediyor, vuslatının onuncu sene-i devriyesinde de Rahmetli Efendimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.


Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.