Özlenen Rehber Dergisi

9.Sayı

Hazret-i Mevlânâ Muhammed Celaleddin-i Rumi

Erdal ÖZBAY Özlenen Rehber Dergisi 9. Sayı
Hz. Mevlânâ’nın asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. Mevlânâ ve Rûmî de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. ‘Efendimiz’ manasına gelen Mevlânâ ismi, Mevlânâ’yı sevenlerce kullanılmış; adeta adı yerine sembol olmu?tur. Hz. Mevlânâ’nın doğum yeri, bugünkü Afganistan’da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh’tir.

Babası, Sultânü’l-Ulema (Alimlerin Sultanı) ünvanı ile tanınmı?, Muhammed Bahaeddin Veled’tir. Kaynaklar babalarının nesebinin, anne cihetiyle on dördüncü göbekte Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in torunu Hz. Hüseyin’e (r.a); baba cihetiyle de onuncu göbekte Hz. Muhammed (s.a.v)’in seçilmi? dört dostundan ilki Hz. Ebu Bekir Sıddık’a (r.a) ula?tı?ını kaydediyorlar.

Ara?tırmacılar, Bahaeddin Veled’in Belh’ten göç etmesine sebep olarak, Mo?ol istilasını göstermektedirler. Sultânü’l-Ulema, Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönü?te Şam’a u?radı. Orada Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü’l Arabî ile görü?tü (1165-1240). Şeyh-i Ekber, Sultânü’l-Ulema’nın arkasında yürüyen Mevlânâ’ya bakarak: “Sübhânallah! Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor!” demi?tir.

Bahaeddin Veled, Mevlânâ’nın ilk mür?ididir. Yani Mevlânâ’ya Allah yolunu ö?retip, tasavvuf usulünce hakikatleri ve sırları gösteren tarikat ?eyhidir. Bahaeddin Veled, Selçukluların ba??ehri Konya’yı ?ereflendirip yerle?tikten kısa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat, sarayında Bahaeddin Veled’in ?erefine büyük bir toplantı tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevî terbiyesi altına girdi.

Hz. Mevlânâ, babasından sonra, Seyyid Burhâneddin ile bulu?uncaya kadar, bir yıl mür?itsiz kaldı. 1232’de babasının de?erli halifesi Seyyid Burhâneddin Konya’ya geldi. Mevlânâ onun manevî terbiyesi altına girdi. Seyyid Burhâneddin’i babasının yerine koydu ve gerçek bir mür?id bilerek gönülden, tam dokuz yıl ona hizmet etti. Seyyid Burhâneddin, daha sonra, Mevlânâ’dan izin alıp Kayseri’ye gitmi? ve orada ebedî aleme göçmü?tür. Türbesi Kayseri’dedir.

Mevlânâ, Seyyid Burhâneddin’in Konya’dan ayrılı?ından sonra, ir?ad (Allah yolunu gösterme) ve tedris makamına geçti. Mevlânâ, yüksek ilimlerde daha çok derinle?mek için, Seyyid Burhâneddin’in vefatı öncesi i?aretleriyle Halep’e gitti. Halep’teki tahsilini bitirdikten sonra Şam’a geçti. Burada, ilmî incelemeler yapmak için dört yıl kaldı. Bu zaman zarfında Şam’daki alimlerle tanı?ıp, onlarla sohbet etti. Eflâkî’ye göre Mevlânâ, Şam’da Şems-i Tebrîzî ile görü?mü?tür; fakat bu görü?me kısa bir müddettir ve ?öyle cereyan etmi?tir: Şems-i Tebrizi, bir gün halk arasında, Mevlânâ’nın elini yakalayıp öper ve ona:

“Dünyanın sarrafı beni anla!” diye hitap eder ve kaybolur. İ?te bu sohbet veya bir anlık görü?me tarihinden takriben sekiz sene sonra Şems, Konya’ya gelecek ve Mevlânâ ile içli dı?lı sohbet edecektir.” “Şems mi Mevlânâ’yı aradı; Mevlânâ mı Şems-i?” Sorusuna ?öyle cevap verebiliriz: Şems, Mevlânâ’yı Mevlânâ da Şems’i aramı?tır. Şems Mevlânâ’ya a?ık ve taliptir; Mevlânâ da Şems’e a?ık ve taliptir. Çünkü a?ık, aynı zamanda ma?uk; ma?uk aynı zamanda a?ıktır. Mevlânâ der ki:

“Dilberler (gönül alıp götüren, manevî güzeller), a?ıkları, canla ba?la ararlar... Bütün ma?uklar, a?ıklara avlanmı?lardır. Kimi a?ık görürsen bil ki ma?uktur. Çünkü o, a?ık olmakla beraber ma?uk tarafından sevildi?i cihetle ma?uktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.” Mevlânâ, manevî yolculu?unu, olgunlu?a ermesini, ?u sözünde toplamı?tır:

“Hamdım, pi?tim, yandım.” Hz. Şems’in Konya’dan ayrılı?ı, Şems ile bulu?an Mevlânâ, artık vaktini Şems’in sohbetine vermi?, Şems’in nurlarına gömülüp gitmi?, bamba?ka bir aleme girmi?ti. Şems’in cazibesinde yana yana dönüyor, ilahî a?kla kendinden geçercesine sema ediyordu. Bu iki ilahî dostun sohbetlerindeki mukaddes sırrı idrakten aciz olanlar, ileri geri konu?maya ba?ladılar. Neticede Şems, incindi ve Mevlânâ’nın yalvarmalarına ra?men, Konya’dan Şam’a gitti. Hz. Mevlânâ geri dönmesi için Hz. Şems’e mektup yazdı. Şems:

“Muhammedî tavırlı ve ahlaklı Mevlânâ’nın arzusu kafidir. Onun sözünden ve i?aretinden nasıl çıkılabilir?” diyerek, Mevlânâ’nın davetine icabet etti ve 1247’de, Sultan Veled’in kafilesiyle, Konya’ya döndü. Şems, 1247-1248 tarihinde, Konya’dan ansızın gidip kayboldu. Şems’in kaybolu?undan sonra Mevlânâ, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkında aslı esası olmayan bir haber bile verse ve Şems’i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarı?ını ve hırkasını vererek ?ükrânelerde bulunuyordu. Bir gün, bir adam, Şems-i Şam’da gördüm, diye haber verdi. Mevlânâ buna, tarif edilemeyecek ?ekilde sevindi ve o adama, üstünde nesi varsa ba?ı?ladı. Dostlarından birisi; bu adamın verdi?i haber yalandır, o Şems’i hiç görmemi?tir, dedi?inde Mevlânâ ?u cevabı vermi?tir:

“Evet, onun verdi?i bu yalan haber için üstümde neyim varsa verdim. E?er do?ru haber verseydi, canımı verirdim.” Mevlânâ, Şems’i çok aradı. Onun ayrılı?ıyla, gönülleri yakan, sızlatan, nice ?iirler söyledi. Onu aramak için iki kere Şam’a gitti. Yine Şems-i bulamadı.

Sultan Veled’in ifadesiyle Mevlânâ, Şam’da suret bakımından Tebrizli Şems-i bulamadı ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varlı?ında beliren Şems’i, kendinde gördü ve dedi ki:

“Beden bakımından ondan ayrıyım ama, bedensiz ve cansız ikimizde bir nuruz. Ey arayan ki?i! İster onu gör, ister beni. Ben oyum o da ben.” Mevlânâ, son Şam seyahatinde, mana yönünden Şems’i ay gibi kendinde gördükten sonra, onu aramaktan vazgeçti ve kendisine Şeyh Selahaddin’i dost ve hem dem olarak seçti. Mevlânâ, Şems’e duydu?u muhabbet ve gönül ba?lılı?ının aynısını Şeyh Selahaddin’e de gösterdi ve bu zat ile sükun buldu.

Mevlânâ, Allah’ın cemal tecellileri içinde ruhen manevî bir alemde ya?adı?ından, müridlerinin ir?adıyla bizzat u?ra?mamı? ve onların ir?ad ve terbiyesine, en seçkin, en ehil dostlarından birini tayin etmi?tir. İ?te Şeyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin etti?i dostudur. Mevlânâ, Şeyh Selahaddin’den sonra kendisine hem dem ve halife olarak Çelebi Hüsameddin’i seçti ve dostlarına ?öyle dedi:

“Ona ba? e?in, önünde acizcesine kanatlarınızı yere gerin! Bütün buyruklarını yerine getirin; sevgisini canınızın ta içine ekin. O rahmet madenidir, Allah nurudur.” Mevlânâ’nın bu buyru?u üzerine, bütün dostlar ona itaat ettiler. Sultan Veled’in diliyle: “Bütün dostlar, onun lütuf suyuna testi kesildiler. Şems’e ve Şeyh Selahaddin’e yapmı? oldukları a?a?ılık hareketlerden kurtulmu?lar, edeplenmi?lerdi. Haset etmeden çelebi Hüsameddin’e itaat ettiler.”

Mesnevî-yi Ma’nevî’nin Yazılı?ı:

Eflâkî, Mesnevî’nin yazılıp tamamlanmasını anlattı?ı bahiste diyor ki: “Mevlânâ Hazretleri, asîl ki?ilerin sultanı, Çelebi Hüsameddin’in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevî-yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, ak?amdan ba?layarak gün a?arıncaya kadar birbiri arkasından söyler, yazdırırdı.

Çelebi Hüsameddin de bunu süratle yazar ve yazdıktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlânâ’ya okurdu. Cilt tamamlanınca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapıp tekrar okurdu.” Bu ?ekilde dikkatlice 1259- 1261 yılları arasında yazılmaya ba?lanılan Mesnevî, 1264- 1268 yılları arasında sona erdi.

Bu müddet zarfında bahtsızların fitne ve hücumundan uzak, huzur ve sürur içinde ya?adı. Dostları onun cemalinin nuruna pervane olmu?lardı. Mevlânâ, artık son anlarını ya?adı?ını, özledi?i ebedî cemâl alemine kavu?aca?ını anlamı?tı. Ansızın hastalanıp yata?a dü?tü. Mevlânâ’nın hastalık haberi Konya’da yayıldı?ı zaman ahali, ?ifalar dilemeye, gönlünü, duasını almaya geliyorlardı. Şeyh Sadrettin (?- 1274) de talebeleriyle birlikte Mevlânâ’ya geçmi? olsun demeye geldi ve çok üzüldü?ünü beyan edip:

“Allah yakın zamanda ?ifalar versin. Hastalık ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canısınız, in?aallah yakın zamanda tam bir sıhhate kavu?ursunuz.” diye temennide bulundu. Bunun üzerine Mevlânâ: “Bundan sonra Allah sizlere ?ifa versin. A?ıkın ma?ukuna kavu?masını nurun nura ula?masını istemiyor musunuz.?” dedi.

Şeyh Sadrettin, yanındakilerle birlikte a?layarak kalkıp gitti. Mevlânâ, dostlarına ve aile efradına, bu dünyadan göçece?ine üzülmemelerini söylüyordu; fakat onlar, bedenen de olsa, bu ayrılı?ı kabullenemiyorlar, a?layıp inliyorlardı. Mevlânâ’nın hanımı Mevlânâ’ya hitaben:

“Ey Alemin nuru, ey ademin canı! Bizi bırakıp nereye gideceksin?” diyerek a?lıyor ve ilave ediyordu. “Hüdavendigar Hazretleri’nin dünyayı hakikat ve manalarla doldurması için üç yüz veya dört yüz yıllık ömrünün olması lazımdı.” Mevlânâ’da cevaben: “Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ve ne de Nemrud’uz, bizim toprak alemiyle ne i?imiz var. Bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasıl olur? Ben insanlara faydam dokunsun diye dünya zindanında kalmı?ım; yoksa hapishane nerede ben nerede? Kimin malını çalmı?ım? Yakında Allah’ın sevgili dostunun, Hz. Muhammed (s.a.v)’in yanına dönece?imiz umulur.” dedi.

Şeb-i Arus-u Mevlânâ:

İrfan ve sevgi güne?i Mevlânâ, 5 Cemaziu’l-âhir, 672 (17 Aralık, 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlaklı?ı ile, bütün güzellikleriye gülerek ebediyet aleminin semasına do?du. Mevleviler, o geceye Şeb-i Arus derler.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.