Özlenen Rehber Dergisi

102.Sayı

Tefsir;istiaze (allah C.c 'A Sığınmak)

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 102. Sayı
فَاِذَا قَرَاْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
’Kur’an okuyacağın zaman hemen kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.’ (en-Nahl, 16/98)
Şeytan, mü’minin düşmanıdır. Rabbimiz Teâlâ: ’Muhakkak ki şeytan, size düşmandır, siz de onu düşman tutun. Muhakkak ki o, (kendisine tabi olan) taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.’ (el-Fâtır, 35/6) âyet-i kerimesinde bunu ümmet-i Muhammed’e bildirerek onu düşman bilmesini, ona itaat etmemesini, ondan korunmasını ve bu hususta gafillerden olmamasını emretmiştir.
Şeytan, mü’minin düşmanıdır, zira o, insanı sürekli olarak hayırlı işlerden alıkoymaya, çalışır. Kendisi gibi Allah’a asi olmaya çağırır, cehennem ehlinden olmasını ister. Zira o, Allah’ın huzurunda: ’Ve mutlaka onları (yani Âdem ve zürriyetini) saptıracağım ve mutlaka onları kuruntuya düşüreceğim…’ (en-Nisâ, 4/119), ’…yemin ederim ki onlar(ı saptırmak) için senin dosdoğru yolun üzerinde oturacağım. Sonra muhakkak ki, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.’ (el-A’râf, 7/16-17) diyerek kıyamete kadar insanoğlunu saptırmayı kendine vazife edinmiştir.
Câbir (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Muhakkak ki İblis, tahtını suyun üzerine koyar. Sonra çetelerini gönderir. Onların kendisine konum itibariyle en yakın olanı, (insanlar arasında) fitne (çıkarma) bakımından en büyük olanıdır…’ (Müslim, Sıfatu’l-Kıyâme Ve-’l-Cenneti Ve’n-Nâr, 16)
Düşmanı olan kimsenin ise düşmanına karşı önünde iki seçenek vardır:
1- Düşmanlığına karşılık ona karşı düşmanca davranmak.
2- İyilikte bulunmak, dediğini tutmak, yolundan gitmek vb. suretiyle düşmanlığını bertaraf ederek onu kendisine dost etmek.

Rabbimiz Teâlâ ’Muhakkak ki şeytan, size düşmandır, siz de onu düşman tutun.’ (el-Fâtır, 35/6) buyruğuyla insana, birinci seçeneği yani ona düşmanlık yapmayı emretmiş, ’Muhakkak ki o, (kendisine tabi olan) taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.’ (el-Fâtır, 35/6) ifadesiyle de diğer seçeneğin yani onu memnun ederek düşmanlığını bertaraf etmenin mümkün olmadığına işaret buyurmuştur.
Zira şeytan, iyilikten anlamaz. Âdem (a.s.)’dan beri insana karşı şiddetli bir düşmanlık ve kin beslemektedir. İnsanın helakini ister. Türlü hilelerle Âdem (a.s.) ve zevcesinin cennetten çıkarılmasına sebep olmuş, yalan yere yemin etmek suretiyle kendisine nasihat edenlerden olduğunu söylemiş ve Allah’ın yasakladığı işi yapmaya ve böylece asi olmaya sevk etmiştir. İnsanlığın atasına karşı muamelesi böyle olan şeytanın sair insanlara karşı tutumu farklı olmayacaktır.
Gayesi saptırmak ve hayırdan uzaklaştırmak olan şeytana karşı düşmanlıktan başka çaresi kalmayan insanın şunları yapması gerekir:
1- Şerrinden Allah (c.c.)’ya sığınmak.
2- İhlâs ve sabırla Allah’a ve Rasûlü’ne itaate devam etmek.
Şeytanın isteği, insanın Rabbi’ne ve Rasûlü’ne karşı itaatten vazgeçip asi olmasıdır. Onun bu isteğinin zıddına hareket ederek ihlâs, sabır, azimet ve sadakatle itaate sarılmak onun belini kırar, insan üzerindeki ümidini keser.
3- Her hal ve işinde Allah’ı dost bilip şeytan ve avenesinden yüz çevirmek.

İnsanın velisi, dostu, yardımcısı Rabbi olan Allah’tır. O, ne güzel dost ve yardımcıdır. (Bkz., Âl-i İmrân, 3/150; el-Mâide, 5/55; el-Enfâl, 8/40; el-Hac, 22/78) O’nu bırakıp da düşmanı dost edinmesi insanın nefsine karşı işlediği büyük bir zulümdür. ’Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun zürriyetini mi dost ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için bir düşmandır. Zalimler için (bu) ne fena bir değişmedir!’ (el-Kehf, 18/50)
Varlığı ve düşman oluşu Allah (c.c.) –ki O’ndan daha doğru sözlü kim vardır (en-Nisâ, 4/87,122)- tarafından ifade edilen, göremediğimiz ama bizi gören (Bkz., el-A’râf, 7/27) bu çetin düşmana karşı dayanağımız Allah (c.c.)’ya sığınmak, O’na tevekkül etmektir. Cenâb-ı Hak bu sağlam sığınağı: ’Ve şayet seni şeytan tarafından bir vesvese dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki O, (her şeyi) hakkıyla işiten ve bilendir.’ (el-A’râf, 7/200) âyetiyle bildirmiştir.
Nakledildiğine göre seleften bir kimse öğrencisine: ’Şeytan sana hataları güzel gösterip onları işlemeye sevk ettiği zaman ne yaparsın?’ dedi. Öğrenci: ’Onunla mücadele ederim.’ dedi. ’Şayet bir daha denerse?’ deyince, öğrenci yine: ’Onunla mücadele ederim.’ dedi. ’Şayet bir daha denerse?’ deyince öğrenci yine aynı cevabı verdi. Bunun üzerine hocası: ’Bu böyle uzar gider. Şayet sen bir koyun sürüsünün yanından geçecek olsan ve onları koruyan köpek sana havlasa ve yoldan geçmeni engellese ne yaparsın?’ dedi. Öğrenci: ’Ona karşı direnir ve onunla tüm gayretimle mücadele ederim.’ dedi. Hocası: ’Bu çok vaktini alır. Fakat sen koyunların sahibinden yardım iste. O sana kâfi gelir.’ dedi. (Bkz., Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.9, s.423)
Şeytanın sahibi de, yaratıcısı da Allah’tır. Bu nedenle O’na sığınmak en akıllıca iştir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edilen bir hadiste Efendimiz (s.a.v.): ’Muhakkak ki Ademoğluna bir, şeytanın yaklaşması (vesvesesi); bir de, meleğin yaklaşması (ilhamı) vardır. Şeytanın yaklaşmasına gelince, o şerri vaat etmek (telkin etmek) ve hakkı yalanlamaktır. Meleğin yaklaşması ise, hayrı vaat etmek ve hakkı tasdik etmektir. Binaenaleyh her kim bunu (hayır ve hak telkinini) bulursa, bilsin ki bu Allah’tandır, hemen Allah’a hamt etsin. Her kim de diğerini (yani şer ve yalanlama telkinini) bulursa hemen kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın.’ buyurdu (ve) sonra: ’Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve sizlere çirkin şeyleri emreder.’ (el-Bakara, 2/268) (âyetini) okudu. (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3)
Şeytan ve avenesinin insanın kalbine nüfuz için kullandığı bir yol vardır ki buna hadiste ’lemmetün’ denmiştir. Bu kelime Arapçada inmek, yaklaşmak, değmek, isabet etmek manalarına gelir. Hadis-i şerifte melek için de bu kelime kullanılmıştır. Şeytanın ’lemme’sine ’vesvese’, meleğin ’lemme’sine ise ’ilham’ denir.
Peygamberimiz (s.a.v.) şeytanın vesvesesinin mahiyetini şöyle açıklamıştır:
1- Şerri; yani küfür, fısk-ı fucur ve zulmü emretmek, fısıldamak, işaret etmek, hatırlatmak, teşvik etmek
2- Hakkı tekzip; yani tevhit, nübüvvet, öldükten sonra dirilmek, cennet, cehennem, hesap gibi âhiretle ilgili hususları ve sair imanî meseleleri inkâr etmek, yalanlamak

Hadiste meleğin ilhamının mahiyeti ise şöyle ifade edilmiştir:
1- Hayrı; yani iman ve itaati hatırlatmak, işaret ve teşvik etmek
2- Hakkı tasdik; yani Allah’a, Peygamberine ve imana müteallik sair hususlara inanmak ve tasdik etmek.

Kalbinde meleğin ilhamını bulan kimse, bunun Allah’ın kendisine bahşettiği büyük bir nimeti olduğunu bilmeli ve bu nimete mukabil Allah’a hamt ve şükürde bulunmalıdır. Zira insana ulaşan her hayır kendi gayret ve çalışmasıyla meydana gelen bir netice değil, baştan sona Allah’tan gelen bir ihsandır. Bu nedenle kişi, kendisine ulaşan hayırları nefsinden bilmemelidir.
Hadiste zikredilen mahiyet üzere kalbinde şeytanın vesvesesini bulan kimse ise hemen kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmalıdır. Zira şeytanın şerrinden ancak Allah (c.c.) korur. O’ndan başka hiçbir varlık buna muktedir değildir.
Efendimiz (s.a.v.) daha sonra ’Şeytan, sizi fakirlik ile korkutur ve sizlere çirkin şeyler ile emreder.’ (el-Bakara, 2/268) âyetini okuyarak söylemiş olduğu şeye Cenâb-ı Hakk’ın buyruğundan delil getirmiştir. Şeytan, Allah yolunda malını harcamasın diye kişiyi fakir düşmekle korkutur. Ona ihtiyaçlarını, çoluk çocuğunu hatırlatır. Bu suretle onu zekâttan, sadakadan, Allah yolunda cihattan, sıla-i rahim vb. hayırlı işlerden alıkoymaya çalışır. Malın Allah yolunda sarf edilmesini istemez, bunu kerih gösterir. Hayırdan menetmeye çalıştığı gibi kişiye ’fahşâ’yı; yani cimriliği, masiyetleri ve Allah’a isyan yolunda mal harcamayı telkin eder.
Kalbi, hayra karşı tamamen kapanmayan bir kimse kalbine gelen havatırların hayır mı şer mi olduğunu kolaylıkla bilir ve ayırt edebilir. Ancak bazı havatırların, özellikle hayır suretinde telkin edilen şerlerin bilinmesi herkes için kolay ve mümkün olmaz. Bunu ayırt etmek ancak basiret nuruna sahip olan ve eşyaya bu nurla bakan muttaki kullar için kolay ve mümkündür. (Bkz., el-A’râf, 7/201)
Havatırların ayırt edilememesinin sebebi olarak dört şey zikredilmiştir:
1- Yakinin zayıflığı
2- Nefsin ahlak ve sıfatları hususundaki marifet ve bilginin az oluşu
3- Takva kaidelerini yıkmak suretiyle nefsin hevasına tabi olmak
4- Dünya sevgisi. Dünya malına, şan ve şöhretine karşı duyulan muhabbet. (Bkz., Münâvî, Feydu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, c.2, s.499, h.no:2384. Münâvî bunu Sühreverdî’ye atfederek zikretmiştir.)

Şeytan, âyet ve hadislerde haber verildiği üzere insanlara, hatta peygamberlere dahi (el-Hac, 22/52) çeşitli şekillerde vesvese vermeye çalışır. Onun her türlü vesvese ve hilesine karşı kulun en kuvvetli silahı istiâze yani Allah (c.c.)’a sığınmaktır.
* * *
Özellikle Kur’ân ile iştigal ederken şeytanın insana taarruzları daha da artar. İşte bu nedenle Allah Teâlâ, ’Kur’an okuyacağın zaman hemen kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.’ (en-Nahl, 16/98) buyurarak ’istiâze’de bulunmayı yani ’Eûzu billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm’ diyerek kovulmuş şeytandan Allah (c.c.)’ya sığınmayı emretmiştir.
İstiâze’nin manası:
İstiâze lügatte; kudret sahibi bir zata korkulan bir şeyden dolayı sığınmak ve korunma talep etmek anlamına gelir.
Istılahta ise; şeytanın ve her türlü şer sahibinin şerrinden korunmak amacıyla Allah’ın himayesini istemek, O’na sığınmak demektir.
Âyette hitap kimedir?
’Kur’an okuyacağın zaman’ ifadesinde hitap Efendimiz (s.a.v.)’e yöneliktir; ancak O’nun muazzez şahsında bütün mü’minler kastedilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla Peygamberimiz (s.a.v.), şeytanın vesvesesinden korunmuştur.
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.) bir gece onun yanından çıktı. (Âişe) şöyle dedi: ’Onu kıskandım. (Bir müddet sonra) geldi ve yaptığımı gördü de ’Sana ne oldu ey Âişe! (Yoksa) kıskandın mı?’ buyurdu. Bunun üzerine (ben): ’(Evet!) Benim gibi (seven) biri, senin gibi (bir Peygamberi) nasıl kıskanmaz.’ dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Muhakkak ki sana şeytanın mı geldi?’ buyurdu.’ (Âişe) şöyle dedi: ’Yâ Rasûlallah! Benimle beraber şeytan mı var?’ dedim. ’Evet!’ buyurdu. ’Her insanla birlikte de (mi şeytan) vardır?’ dedim. ’Evet!’ buyurdu. ’Seninle de mi yâ Rasûlallah?’ dedim. ’Evet! Fakat Rabbim ona karşı bana yardım etti, nihayet Müslüman (teslim) oldu, (onun şerrinden emin oldum).’ buyurdu. (Müslim, Sıfatu’l-Kıyâme Ve-’l-Cenneti Ve’n-Nâr, 16)
Efendimiz (s.a.v.) şeytanın şerrinden emin olduğuna göre istiâzeye en çok muhtaç olan bizleriz.
Cenâb-ı Hakk’ın onu muhatap alarak ümmetine emir veya nehiylerde bulunması birçok âyette varit olan bir durumdur. Bu, padişahın askerlere duyurmak istediği emri onların kumandanına hitaben vermesi gibidir. Bu, emrin insanlar üzerindeki tesirini artırır.
İstiâze ne zaman getirilir:
Kur’an tilaveti sırasında istiâzenin ne zaman getirileceği hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir:
1- فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ ifadesindeki ’fâ’ harfi ’fâ-i ta’kibiyye’ olup ’peşi sıra, ardından, peşinden, hemen’ manalarını ifade eder. Bu nedenle bazı âlimler âyetin zahirine tutunarak istiâzenin Kur’ân tilavetinin hemen ardından getirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Dayandıkları aklî delil ise şudur:
’Kur’an okuyan kimse, büyük bir mükâfata müstahak olur. Şayet okuyuşunun akabinde istiâze getirmezse kalbine vesvese gelir, gurur, kibir ve riyaya düşebilir. Bu ise kıraatin ecrini yok eder. Ancak Kur’an okuyan kişi kıraatini müteakip istiâze getirirse bu yanlış hisler ve vesveseler bertaraf olur ve ecri heba olmaktan kurtulur.’
2- Cumhur-u ulemâ (âlimlerin çoğunluğu) ise istiâzenin Kur’an okunacağı zaman kıraatten önce getirilmesi gerektiği görüşündedir. Âyetin zahiri her ne kadar ’Kur’an okuduktan hemen sonra istiâze getir’ manasına gelirse de burada mecaz vardır, yani âyetin zahirî manası kastedilmemiştir. Şu halde âyetin manası: ’Kur’ân okumak istediğinde, Kur’an okuyacağın zaman’ şeklindedir. Bu tıpkı: ’…Ve onlardan lüzumlu bir şey soracağınız (isteyeceğiniz) zaman da onlardan bir perde ardından sorun (isteyin)…’ (el-Ahzâb, 33/53) âyetinde olduğu gibidir. Buna göre mana: ’Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarından gerekli bir şey sorduğunuzda veya istediğinizde’ şeklinde olmayıp ’sorduğunuz veya isteyeceğiniz zaman’ şeklindedir. (Benzer âyetler için bkz., el-En’am, 6/152; el-Mâide, 5/6; Mücadele, 58/12)
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre de Nebi (s.a.v.) kıraatten önce istiâze getirmiştir. (Bkz., Ebû Dâvûd, Salât, 122)
3- Fahreddin Râzî (rh.a.) ise bu mevzuda üçüncü bir ihtimal olduğunu söylemiş ve bu ihtimalin; istiâzeyi Kur’ân tilavetinden hem önce hem de sonra getirmek olduğunu ifade etmiştir. Böylece her iki görüş birleştirilmiş olur.
Şeytan kelimesinin manası:
Arapçada ’şeytan’ kelimesi; ip, uzak, dibi oldukça derin kuyu manalarına gelen شَطَنَ ’şe-ta-ne’ kökünden türemiştir.
Şeytan’a bu ismin verilmesi Cenâb-ı Hak’tan, rahmetten, hayır ve haktan uzaklığı ve isyanından dolayıdır.
Cinlerin, insanların ve hayvanların itaat etmeyip isyankâr olanlarına, ahlâkı çirkin olup hemcinslerinin ahlaklarından uzak olanlarına da ’şeytan’ denir. Nitekim bir âyet-i kerimede ’Ve böyle her peygamber için insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık…’ (el-En’âm, 6/112) buyrularak cin ve insan cinsinden şeytanlar olduğu ifade edilmiştir.
Cin ve insan şeytanlarından maksat; cin ve insanların azgınları ve Hakk’a asi olanlarıdır. Eğer şeytan her yolu dener ve bir mü’mine tesir edemezse onu saptırmak için insan cinsinden olan şeytanlara başvurur. Mü’mini hayırdan uzaklaştırsın, dalalete düşürsün diye, insanların azgın ve sapkınlarını onun üzerine salar. Hadis-i şeriflerde de buna işaret vardır.
Ebû Zer (r.a)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Mescide girdim, Rasûlullah (s.a.v.) oradaydı. Geldim ve yanına oturdum. ’Ey Ebâ Zer! İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden Allah’a sığın’ buyurdu. ’İnsan(lar)ın da şeytanları var mı?’ dedim. ’Evet!’ buyurdu. (Nesâî, İstiâze, 48)
Hayvanların asi olanlarına da şeytan adı verilir. Hz. Ömer (r.a.) Şam’a yaptığı yolculuk esnasında kendisine getirilen bir kadana (bir cins at) binmiş, at çalımlı ve mağrur bir şekilde yürüyüp de uslanmayınca ondan inerek: ’Beni ancak bir şeytanın üzerine bindirdiniz. Kendimi bed görünceye kadar ondan inmedim. Bana bineğimi getirin.’ demiştir. (Bk.z., İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvera, c.3, s.822; İbn-i Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.1, s.109)
Racîm kelimesinin manası:
Bu kelime; hayırdan uzaklaştırılmış, hakir düşürülmüş, taşlanmış, kovulmuş, sövülmüş manalarına gelir ki bu manaların hepsi şeytan hakkında hak ve doğrudur.
Kur’an okurken istiâze getirmenin mana ve faydası:
Her şeyden önce istiâze getiren kimse, Cenâb-ı Hakk’ın ve Rasûlü’nün bu hususta varit olan emir ve tavsiyelerine uyarak Allah’a ve Rasûlüne itaat etmiş olur. Sair emirlere uymak ve nehiylerden uzak durmakta olduğu gibi bu hususta da en büyük fayda budur.
Diğer faydalarına gelince:
Allah (c.c.)’nun kelamını okuyup da ondan hakkıyla istifade edebilmek için kalbin; hastalıklardan, her türlü yanlış düşünce ve fikirlerden uzak, tertemiz bir halde olması gerekir. Şeytan ise diğer hayırlarda olduğu gibi vesveseleriyle bir kimsenin Kur’ân’dan hakkıyla istifadesini engellemeye, şayet buna muktedir olamazsa en aza indirmeye çalışır.
Önce kişiyi tilavetten alıkoymaya çalışır.
Alıkoyamazsa Kur’an tilavetinden ayırmaya çalışır.
Bunda muvaffak olamazsa okuduğu âyetlerin manasını hakikati üzere anlamasına, hidayetinden istifade etmesine mani olur.
Yanlış fikir ve düşüncelere sevk eder. Kalp ve zihnini bulandırır.
Riyaya, ucba, kibre sevk eder.
Türlü hileleriyle ihlâs ve samimiyetini kırmaya çalışarak Kur’ân’ın sahibi olan Allah (c.c.)’ya bütün benliğiyle yönelmesine mani olur.
İşte kişi, istiâze getirmekle Kur’ân’ın hidayetinden ve Allah’ın huzurundan istifadesine engel olan her şeyden kalbini temizlemiş; ezeli düşmanının vesvese ve iğvalarına karşı en sağlam sığınağa, Yaratan’ına, O’nun kuvvet ve kudretine, hıfz u emanına sığınmış olur.
Namazda, Allah’ın huzurunda durulduğunda da şeytan, kişinin kalp huzurunu ve huşusunu bozarak, vesvese vererek, kıraati ve namaz erkânını karıştırarak namazı hakkıyla eda etmesine, ondan lezzet almasına mani olmaya çalışır. Bu nedenle namazda da istiâze getirmenin büyük önemi vardır.
Ebû’l-A’lâ’dan rivayet edildiğine göre; Osman b. Ebi’l-Âs Nebi (s.a.v.)’e geldi ve: ’Yâ Rasûlallah! Muhakkak ki şeytan, benimle namazımın ve kıraatimin arasına girdi, onu bana karıştırıyor.’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Bu kendisine ’Hınzeb’ denilen bir şeytandır. Onu hissettiğin zaman ondan Allah’a sığın ve sol tarafına üç (defa) tükür.’ buyurdu. (Osman): ’Bunu yaptım, akabinde Allah onu benden giderdi.’ dedi. (Müslim, Selâm, 25)
İstiâzenin hükmü:
İstiâze, Kur’ân-ı Hakîm’de zikredilmektedir. Ancak müstakil bir âyet olmadığı hususunda âlimlerin icmâ’ı vardır.
Atâ (rh.a.), âyetin zahirine tutunarak namazda ya da namaz dışında Kur’an okurken istiâze getirmenin farz olduğunu söylemiştir.
Cumhur-u ulemaya göre ise namazın dışında Kur’an tilavet edileceği zaman istiâze getirmek menduptur. Her ne kadar âyette emir varsa da istiâze getirmek vacipten menduba dönmüştür. Zira Efendimiz (s.a.v.) bir bedeviye namazı tarif ederken istiâzeyi söylememiştir. Kendisinin de zaman zaman istiâzeyi terk ettiği vaki olmuştur.
Namaz içinde ise;
Hanefî mezhebine göre sadece birinci rekâtta istiâze getirmek sünnettir.
İmam Ebû Hanife ve İmam Muhammed’e göre sadece birinci rekâtta imam ve yalnız başına namaz kılan kimse için istiâze sünnettir. Zira onlara göre istiâze kıraat içindir. Ebû Yûsuf’a göre ise, birinci rekâtta hem imam, hem cemaat, hem de yalnız başına namaz kılan kimse için istiâze sünnettir. Zira ona göre istiâze kıraatin değil namazın sünnetidir.
Hanbelî ve Şafiî mezheplerine göre, her bir rekâtın başında kıraatten önce gizlice istiâze getirmek sünnettir. Her rekâtta tekrarlanır.
Malikîlere göre ise istiâze getirmek mekruhtur. Ancak teravih namazı bundan müstesnadır.
Sair hallerde istiâze:
Kur’an tilaveti gibi mutlak hayır olan bir işe başlarken şeytanın şerrinden Allah’a sığınmanın gerekli oluşu, sair amellere başlarken de istiâze getirmenin önemine işaret olarak kâfidir. Kızgınlık hali buna bir misaldir.
Süleyman b. Surad (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.) ile beraber oturuyordum. O sırada iki adam sövüşüyorlardı. O ikisinden biri(nin) yüzü kızardı ve şah damarları şişti. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): ’Muhakkak ki ben bir kelime biliyorum, şayet (bu kimse) onu söylese, (nefsinde) bulduğu şey (yani öfke hali) kendisinden gider. Şayet ’Eûzu billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm’ dese (nefsinde) bulduğu şey (yani öfke hali) kendisinden gider.’ buyurdu. (Sahâbîler) o kişiye: ’Muhakkak ki Nebi (s.a.v.): ’Şeytandan Allah’a sığın!’ buyurdu.’ dediler. (O kimse): ’Bende delilik mi var?’ dedi. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 11)
Şiddetli gazap (kızgınlık) hali şeytanın tesiriyle meydana geldiği için kızan kimse dengesini kaybeder. Haddi aşmaya, batıl şeyler söylemeye ve çirkin işler yapmaya başlar. Bu nedenle Efendimiz (s.a.v.) kızan kimsenin istiâze getirmesini tavsiye etmiş, bu takdirde kendisinde bulduğu şiddetli gazap ve çirkin hallerin gideceğini haber vermiştir.
Başta Kütüb-i Sitte olmak üzere hadis eserlerinde istiâze için ’Deavât/dualar’ başlığı altında özel baplar ayrılmıştır. Özellikle İmam Nesâî (rh.a.), Sünen’inde baştan sona müstakil bir bölümü istiâze için hasretmiştir. Bu durum bize istiâze’nin mü’minin hayatında ne kadar önemli bir yer teşkil ettiği ifade etmektedir.
İstiâze sigaları:
Kur’an okumadan evvel getirilecek istiâze sığasıyla ilgili olarak farklı rivayetler gelmiştir.
1- أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) kıraatten önce ’Eûzu billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm’ derdi. (Abdurrazzâk, Musannef, c.2, s.86, h.no:2589)
Cumhurun tercih ettiği ve âyet-i kerimeye en uygun istiâze lafzı budur. Hanefî mezhebinde zahir görüş de budur. Şemsu’l-Eimme de bunu tercih etmiştir. Kıraat imamlarından Ebû Amr, Âsım ve İbn-i Kesîr de bunu tercih etmiştir.
2- أَعُوذُ بِاللّٰهِ السَّم۪يعِ الْعَل۪يمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
Ma’kıl b. Yesâr (r.a.)’dan, Nebi (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ’Her kim sabaha erdiğinde üç defa ’Eûzû billâhissemîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm/Kovulmuş şeytanın (şerrinden) hakkıyla bilen ve işiten Allah’a sığınırım’ der ve Haşr sûresinin sonundan üç ayet okursa, Allah o kimseye, akşama erinceye kadar kendisine dua ve istiğfar eden yetmiş bin melek vekil eder. Eğer o gün ölürse şehit olarak ölür. Her kim de akşama erdiğinde bunları derse (sabaha erinceye kadar) aynı durumdadır.’ (Tirmizî, Fezâilu’l-Kur’ân, 22)
3- أَعُوذُ بِاللّٰهِ السَّم۪يعِ الْعَل۪يمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ مِنْ هَمْزِه۪ وَنَفْخِه۪ وَنَفْثِه۪
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) gece (teheccüd için) kalktığı zaman tekbir alır sonra: ’Sübhâneka’l-lâhümme ve bi-hamdike, ve tebârake’s-müke, ve teâlâ ceddüke, ve lâ ilâhe ğayruke’ der, sonra üç (defa): ’Lâ ilâhe illallâh’ der, sonra üç (defa): ’Allâhu ekberu kebîran’ der, (sonra da): ’Eûzu billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîmi, min hemzihî ve nefhihî ve nefsihî Kovulmuş şeytandan, onun vesvesesinden, üfürmesinden (kibrinden) ve üflemesinden (sihrinden, şiirinden) (her şeyi hakkıyla) işiten ve bilen Allah’a sığınırım’ der, sonra kıraatte bulunurdu.’ (Ebû Dâvûd, Salât, 122)
4- أَسْتَع۪يذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
Kıraat imamlarından Hamza ise âyetteki lafza daha uygun olduğu gerekçesiyle ’Esteîzu billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm’ lafzını tercih etmiştir.
İstiâzede kalbin gafil olmaması
İstiâzeden maksadın hâsıl olması için şu hususlara dikkat etmelidir:
1- Kulun kendisinin son derece aciz, Allah Teâlâ’nın ise sonsuz derecede kudret ve kuvvet sahibi olduğunu bilmesi, buna iman etmesi.
2- İstiâzenin manasının; ’aciz varlık olan insanın sonsuz kudret sahibi Allah’a şeytanın her türlü şerrinden sığınma ve korunma talebi’ olduğunu bilmesi
3- Şeytanın şerrinden yegâne koruyacak olanın ancak Allah Teâlâ olduğunu bilmesi, O’na tevekkül ve yakininin tam olması
4- İstiâze esnasında kalbin bu manaları idrak edecek ayıklığa sahip olması
5- Kalbin bunları düşünürken zahirin de Allah’a itaat üzere olması, haramlarla meşgul olmaması
gerekir.

Bunlardan uzak, sadece lisanla terennüm edilen bir istiâze hakiki faydayı temin etmeyecek, şeytanın vesvese ve iğvasına mani olmayacaktır. Buna: ’Ve şayet seni şeytan tarafından bir vesvese dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki O, (her şeyi) hakkıyla işiten ve bilendir.’ (el-A’râf, 7/200) âyetindeki ’semî’ ve âlîm’ kelimeleri de işaret etmektedir. Buna göre sanki: ’Dilinle istiâze getir, ben bunu işitirim. İstiâze getirirken akıl ve kalbin de ayık olsun. Ben her şeyi hakkıyla bilirim.’ denmektedir. (Bkz., F. Râzî, ilgili âyetin tefsiri)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • enes hibe

    enfes bir yazı emeğiniz için çok teşekkür ediyoruz.

1 kişi yorum yazdı.