Özlenen Rehber Dergisi

102.Sayı

Kadın ve Modern Dindarlık...

Ayşe YİĞİT Özlenen Rehber Dergisi 102. Sayı
Dindarlık aslı itibariyle dinin bütün kurallarına uymak, bireyin yaşamının her alanını dinin emir ve telkinleri doğrultusunda şekillendirmesi, hayatın bütününde temel zemin noktası olarak dini belirlemek gibi manaları ihtiva etmektedir. Toplum nazarında da dindarlık denilince dinine bağlı, dinin çerçevelerine riayet eden bir hayat tarzı gibi olgular şekillenmektedir.
Modernite ise; mevcut zamanın yeni şartları doğrultusunda, hiçbir kırmızıçizgisi olmadan, hayatı ve hayata dair var olan her şeyi yeniden ve köklü bir şekilde değiştirmenin adı olarak ifade edilebilir. Din kavramı ile modernite kavramı zeminde tamamen birbirlerine zıt iki olguyu tanımlamaktadır ki yukarıda da ifade edildiği gibi dinin sabiteleri, kırmızıçizgileri yanısıra modernitenin hiçbir sabitesi ve kırmızıçizgisi yoktur. Yaşanılan zaman neyi gerektiriyorsa modernite onu sahiplenmeyi, revaçta olanı almayı ister.
Modern olana ilgi, popüler olanı tercih insanın doğasında var olan olgulardan sayılabilir. Yani daha açık ifadelerle her insan yeni ve gelişmiş olana alaka gösterip, zaman zaman hayatının içerisinde bu yeni ve gelişmiş olana yer ayırır. Günlük yaşamla ilgili olarak bu mazur görülebilir belki ama ya dini hayat mevzu bahis olduğunda!...
Genel manada kadınlar en azından zahiren erkeklerden daha dindar, daha hizmetperver görülmektedir. Hayır ve yardım kuruluşlarında oynadıkları etkin ve pozitif rol, evlerde ya da değişik mekanlarda yaptıkları toplantılar sohbetler, mevlit, hatim gibi merasimlere olan katılımları bu tezimizi güçlendiren en önemli unsurlardandır.
Mesela idrak ettiğimiz ramazan ayında ellerinde Kur’ân-ı Kerimlerle camilere mukabeleye giden, teravih namazlarına erkeklere oranla daha fazla katılım gösteren, camilere erkeklerden daha önce ve sayıca daha fazla gelen kadınları hemen hepimiz görmüşüzdür. Yanlış anlaşılmasın bunlara birşey dediğimiz yok, olsun zaten, İslam’da fitne olmamak kaydıyla kadınların cami ve mescidlere gitmelerine müsaade ediyor. Burada benim asıl olarak dikkat çekmek istediğim manzara dindarlık olgumuzdaki değişmedir, modern dindarlıktır.
Mevzuyu anlaşılması sadedinde biraz daha açmakta fayda var. Şöyle ki; dindar olmak ya da dini yaşıyor olmak neyle ya da nelerle ölçülebilir. Ölçmek derken yani bir insana dinine bağlı, dindar diyebilmemiz için hiç değilse dikkat etmesi gereken temel ölçütler nelerdir. Camiye gitmesi, mevlit, hatim, mukabele tarzı merasimlere iştirak etmesi acaba bir insana dindar demek için kafi midir?
Ya da tersten söylemek gerekirse, fitne unsuru olma endişesi taşımadan okunan Kur’ân-ı Kerim hatimleri, tesettüre riayet etmeden gidilen camilerdeki teravih namazları, ihtilata riayet etmeyerek yapılan hizmetler acaba dinadarlık olgusu ile ne ölçüde uyuşmaktadır. Birey olarak dindarlık kavramı bizim zihin dünyamızda neyi resmetmekte ve gönüller ne tarz bir dindarlık olgusu dahilinde sürura (!) ermektedir? Kur’ân- ı Kerim hatimleri acaba sayıca çokluğuyla mı yoksa içeriği anlaşılarak okunduğunda ve okunanların yaşandığında mı hatim olma hüvviyetini üzerinde bulundurur. Hizmet sadedinde icra edilen bütün mesailer kendi iç dünyamıza aksetmedikçe, irşad, tebliğ tarzı sunumlar dini kendi gönül alemimizde razı olunacak şekilde olgunlaştırmadıkça acaba gerçekten hizmet, tebliğ ya da irşad olabilmekte midir? Kur’ân-ı Kerim’i okuma güzelliği onu yaşamakla perçinleşmedikçe bu işte bir noksanlık vardır, maksat hasıl olmuş denilemez. Tabi asıl maksat dini, muradullah dahilinde yaşama niyetiyse.
Dindarlık dini yaşıyor görünmek demek değildir, bizatihi dinin aslını yaşamaktır. Bu noktada dinin bütün emirlerine sahip çıkmak, bireyin hayatının her alanına dini emir ve telkinleri müdahele edici unsur olarak görmesi elzem olan durumdur. Camide, ramazan ayında, Cuma gününde, kandil gecelerinde ya da cenazelerde dini vasıfları, ritüelleri hatırlayıp, sokakta, evde, iş yerinde, okulda, düğünde din adına hiçbir mevcut durumu hatıra getirmemek, kimse kusura bakmasın dindarlık değil, dindarlık adı altında simsarlıktır. Kur’an okumak ihtiva ettiği mevzulara vakıf olmayı, bilip, gerektiği şekilde yerine getirmeyi gerekli kılar. Bir yandan Kur’an okuyup diğer yandanda tesettürsüz, helal haram sınırları aşılarak yaşanan hayat Kur’ân’ı anlamak, okuduğunun gereğini yerine getirmek demek değildir. Dindarlık da yine aynı şekilde gönülleri teskin etmek için dinin bazı emirlerini yapıp, büyük çoğunluğunu es geçmek demek değildir.
Bu noktada en fazla aşındırdığımız konu tesettür olsa gerek. Tesettürde ölçü bütün vücudu kapatması, dar olup vücut hatlarını belli etmemesi, şeffaf olup içeriyi göstermemesidir. Hatta takva sadedinde buna dikkat çekici renk, desen ve şekilleri de ekleyebiliriz. Çünkü söz konusu olan husus dindarlıktır. Bugün yaşadığımız dünyada maalesef elinden Kur’ân-ı Kerimi düşürmeyen, hayatını hizmet, tebliğ gibi unsurlara adayan hamiyetperver hanımlarımız dahi tesettürün bu boyutuna dikkat etmemektedirler. Yaptıkları işle, yaşadıkları hayat örtüşmemekte, özellikle din adına bunu yaparlarken kendilerinin dinin emirlerinden bîhaber oldukları gerçeği ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Burada kimsenin dindarlığı şöyle ya da böyledir demiyoruz. Olması gerek ile mevcut durumun arasındaki makasın her iki ucunun ne denli açık olduğu gerçeğini dillendiriyoruz o kadar.
Söz buraya gelmişken ’kalp temizliği’ hususunada değinmek gerek. Özellikle mevzu tesettür veya ihtilat olduğunda itiraz edilen nokta ’benim kalbim temiz’ cümlesinde saklıdır. Burası ayrı bir makale konusu olabilecek önem ve ebatta olmakla birlikte şunları söyleyerek zihinlerde oluşabilecek itirazların önüne geçmekte fayda var. Allah Rasulü (s.a.s.) Efendimizin Ümmü Mektum (r.a.)’un Hane-i saadete girmek istediklerinde Hz. Âişe (r.anha) annemize söylediği ’o seni görmüyor belki ama sen onu görüyorsun ey Âişe’ ikazını acaba modern düşünce hangi temizlikle, ya da hangi kirlilikle izah edebilir.
Bütün bu yazılanlar nihayetinde varılan nokta şudur ki; Suya sabuna dokunmadan temizlik olmaz. Dindarlık dediğimiz kavram, dinin her emrini yerine getirip, Murad-ı İlahi ekseninde bir dini ve dünyevi hayat yaşamaktan başka birşey değildir. Bunun da ölçüsü başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere, Sünnet, Sahabe, Ehl-i Beyt ve İslam büyüklerinin hayatlarından kesitlerdir. Dindarlık takvalı olmaktır. Takva ise dini Efendimiz (s.a.s.)’in yaşadığı ve yaşanmasını istediği doğrultuda yaşamaktır. Sünnet’e uygun bir hayat takvaya en uygun olandır. Sünnete riayet etmeksizin yaşanmaya çalışılan dini hayat ise bırakın dindarlığı tam aksine hurafeler ve bidatler yurdudur ki dindarlıkla, takvayla uzaktan yakından ilgisi ve alakası yoktur.
Dinin kırmızçizgileri vardır. Modernitede ise tam tersine sabit değer, olgu gibi sayabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Moderniteye göre her şey değişebilir. Zamanın yeni şart ve olguları, içerisinde dinin de olduğu, bireyi ilgilendiren bütün herşeyi değiştirebilir. Bu modernitenin temel misyonudur. Bu misyon dahilinde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki modernite eşittir değişim.
Şimdi burası önemli; modernitenin vazgeçilmezi olan değişim iddia edildiği gibi acaba dini hayatımızın içerisine girmiş mi? Yani başlıkta da söylediğimiz gibi bu modern dindarlık kavramı ne, neyi ifade ediyor?
Şöyle söyleyelim, bugün müslümanlar nazarında, kadim zamanlarla mukayeseli olarak, tesettür noktasında mesela, köklü bir değişim var mı yok mu? Şöyle somutlaştıralım soruyu: Şehirlerde özellikle çarşaflı ya da değişik tarzda tesettür kıyafetleriyle toplu taşıma araçlarına binen bayanlar hem de müslüman olduğunu bildiğimiz insanlar tarafından yadırganmıyor mu? Ya da değişik bakışların tesiri altında kalmıyor mu? Veya şöyle diyelim: Bayanların büyük çoğunluğu bile dinin emrettiği tesettürü aşırılık, çağ dışılık diye nitelendirmiyor mu?
İhtilat, haram helal hassasiyeti raflarda tozlanmaya mahkum edilen kitaplardaki ütopya (?) misali bir varsayım gibi değil mi? İşte bütün bunlara verilebilecek cevap şayet ’evet’ ise, modern dindarlık dediğimiz husus ucundan köşesinden bizim de hayatımıza girmiş, dini algılamamızı tesiri altına almış demektir. Yani yaşanılan yüzyılın hastalığı sayılabilecek, biraz dindar biraz modern, biraz müslüman biraz çağdaş bir olgu bizim gönül dünyamızı da tesiri altına almış demektir. Geçmiş olsun.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; gönlü tatmin etmek ya da -haşa- Allah’ı gücendirmemek için belirli zaman ve mekanlarda kulluğu hatıra getirip, diğer zamanlarda kul hakkı, komşuluk, tesettür, namaz, zekat, merhamet, faiz, gıybet, dedikodu, iftira, yalan, sui zan gibi onlarca hasleti göz ardı etmek, günün toplamda bir saatini namaza ayırıp kalan yirmiüç saatte kulluğu ya da ümmetliği hiç hatıra getirmemek modern dindarlığın en belirgin vasfıdır. Namaz kılan ama emr-i bi’l ma’ruf ve nehy’i ani’l münker yapmayan, gece ibadetini aksatmayan ama komşuluk hakkına riayet etmeyen, sohbet meclisleri gezen, ilim ve takva’ya (?) çalışan ama tesettüre, ihtilata riayet etmeyen bir dindarlık modern dindarlıktır. Olanla olması gereken arasındaki fark modern dindarlıktır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • SİNAN ÖZCAN

    Allah c.c. bizleri affetsin. Günümüz insanlarının en büyük sıkıntısı budur. Benim kalbim temiz diyerek nefsimize uyor ve kendimizi kandırıyoruz. Allah c.c. bizi işitip şaşıranlardan eylemesin.

1 kişi yorum yazdı.