Özlenen Rehber Dergisi

118.Sayı

Sahâbe'nin Kur'an ve Sünnet'e Bağlılığı

Harun APAYDIN Özlenen Rehber Dergisi 118. Sayı
Kur’ân’dan önce gönderilen ilahi kitaplar; Tevrat, Zebur ve İncil zamanla insanlar tarafından tahrif edilmiş, orijinalliklerini muhafaza edememişlerdir. Kur’an ise nazil olduğu şekliyle muhafaza edilerek, günümüze kadar intikal etmiştir.
Şüphesiz ki Kur’ân’ın ve vahyin gölgesinde sudur eden Hadis-i Şeriflerin günümüze kadar muhafaza edilip nakledilmesinde Sahâbe’nin çok önemli bir rolü vardır. Onların bu yönü, dine bağlı olup yaşantılarını ona göre tanzim edişlerinden kaynaklanan, kıyamete kadar kendilerine teşekkür etmeyi icap ettiren son derece büyük bir ehemmiyete haizdir.
Bizler de bu ayki makalemizde, bu yönlerine kaynaklık etmesi açısından Sahâbe’nin Kur’an ve Sünnet’e bağlılığını örneklerle sunmaya çalışacağız.
Sahâbe’nin Kur’ân’a Bağlılıkları:
Sahâbe, vahiy ile şahsiyet bulmuş bir nesildir. Onlar vahyin nüzulüne ve Efendimiz (s.a.v.)’in birçok mucizelerine şahit olmuşlardır.
Sahâbe, bu ümmetin yücelmesinin ardındaki sırrın ve Allah (c.c.)’ya ulaştıracak yegâne rehberin Kur’ân-ı Kerim olduğunu benimsemiş ve onu hayat nizamı olarak telakki etmişlerdir.
Sahâbe, zamanının şartlarına göre büyük bir hassasiyetle Kur’ân’ı, Peygamberimiz (s.a.v.)’in rehberliğinde hem ezberleyip hem de yazarak muhafaza altına almış ve O’nu bir harfi bile değişmeden sonraki nesillere intikal ettirmişlerdir.
Onlar, Kur’ân’ı yaşama ve yaşatma istikametinde tarihte eşi benzeri görülmemiş bir örnek sergilemişlerdir. Sahâbe’nin hayatındaki en önemli şey, Kur’ân’ın her âyetini öğrenmek ve O’nun gereğince yaşamak olmuştur.
Onların bu gayretinde Allah Rasûlü’nün, sözlü ve fiilî teşvikleri etkili olmuştur. O bir yandan: ’Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.’ (Buhârî, Tefsir, 21) buyurarak Kur’ân öğrenmeye teşvik ediyor, diğer yandan ondan uzak kalmanın nasıl bir mahrumiyet olduğunu nazara vererek: ’Hafızasında Kur’ân’dan hiç bir şey bulunmayan kişi harap olmuş bir ev gibidir.’ (Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân, 18) buyuruyordu. Bu nedenle Sahâbe, gelen vahyi hemen öğrenmek ve bu hususta hiçbir kimseden geri kalmamak için büyük gayret sarf etmişlerdir. Onlar içerisinde her hangi bir işle veya ticaretle meşgul olanlar, günlerinin geri kalan kısmını Allah Rasûlü’nün huzurunda geçirirlerdi. Ashâb-ı Kiram içerisinde, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ebû Hureyre (r.a.) gibi devamlı Rasûlullah Efendimizin huzurunda bulunanlar olduğu gibi, ticaretle meşgul olan, günlük ihtiyaçları için bağ-bahçede çalışan, evleri uzak olan kimseler de vardı ki, bu Sahâbe Efendilerimiz, Rasûllullah (s.a.v.)’in huzurunda devamlı bulunamıyorlardı. Bulunamadıkları zamana ait Rasûlullah Efendimize inen vahyi ve sözlerini öğrenmeye çok istekli oldukları için nöbet sistemini kurmuşlardı.
Hz. Ömer (r.a.)’den gelen bir rivayet Sahâbe’nin Rasûlullah (s.a.v.)’i günlük meşguliyetlerine rağmen devamlı surette takip edebilmek için nasıl gayretkâr olup tedbir aldıklarını göstermektedir. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Ensâr’dan bir komşum ile beraber Benî Umeyye b. Zeyd yurdunda oturuyordum. Bu yurt Medine’nin Avâlî denilen yüksek semtindedir. (Bir şey öğrenmek ümidiyle) Rasûlullah’ın yanına nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahy ve saireye dair ne duyarsam haberini komşuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı…’ (Buhârî, İlm, 27)
Yazı bilmeyen yahut yazı malzemesini temin etme imkânına sahip olmayanlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in namaz, sohbet veya başka vesilelerle okuduğu Kur’ân-ı Kerim’i bizzat kendisinden dinleyerek ezberlemeye gayret ediyorlardı. Onların nazarında her yeni nazil olan âyet, gökten inen semavi bir sofra gibiydi. Onlar, nazil olan âyetlerin ilâhî cazibesine kapılarak kendinden geçmiş, bütün himmetini O’nu öğrenmeye, öğrendiklerini yaşamaya ve insanlara tebliğ etmeğe teksif etmişlerdi. Âyetleri ezberlemede, ezberden okumada ve manalarını anlamada adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.
Ashâb-ı Kiram, Allah Rasûlü’nün tebliğ ettiği vahyi hemen hayata geçiriyorlardı. Öyle ki bir âyet kendilerine tebliğ edilip okunduğunda her en halde olursa olsunlar, kendi hallerinden ve bildiklerinden sıyrılıp Kur’ân’ın hükmüne tabi oluyorlardı. Onların bu hususiyetlerini, şu misal zannedersem yeterince güzel ifade etmektedir:
İbn-i Abbâs (r.anhümâ) şöyle demiştir: Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe, Medine’ye geldi ve kardeşi oğlu Hur b. Kays’ın yanına inip misafir oldu. Hur b. Kays ise Ömer b. el-Hattâb’ın kendisine yaklaştırmakta olduğu kimselerden idi. Genç, ihtiyar birtakım kurrâ ve fakîhler Ömer’in meclislerinin sahipleri ve onun müşaveresinde hazır bulunan kimselerdi (Ömer, mühim âmme işlerini bunlara danışır, müşavere ederdi). Uyeyne, kardeşinin oğlu Hur b. Kays’a: ’Ey kardeşimin oğlu! Senin şu Emîru’l-Mü’minîn’in yanında yüksek bir mevkiin var. Benim için huzuruna girmeye izin isteyiver.’ dedi. O da: ’Ben senin için Halife’nin yanına girme izni isteyeceğim.’ dedi. İbn-i Abbâs dedi ki: Akabinde Hur, Uyeyne için izin istedi, Ömer de ona izin verdi. Uyeyne, Ömer’in yanına girince, ona hitaben: ’Hiyy (yani şu bir felâkettir) ey Hattâb oğlu! Vallahi sen bize ne bol atıyye verirsin, ne de aramızda adaletle hükmedersin!’ dedi. Ömer bu sözlerden öfkelendi de Uyeyne’nin üzerine yürümeye kastetti. Heybetli Halîfe bu bedevi zorbayı döveceği sırada, kardeşi oğlu Hur b. Kays müdahale ederek: ’Yâ Emîra’l-Mü’minîn! Şübhesiz Yüce Allah, Peygamber’ine: ’Halkın kusurlarını affet, marûf ile emreyle ve cahillerden yüz çevir.’ buyurdu. Ve şüphesiz bu Uyeyne de o cahillerdendir.’ dedi. İbn-i Abbâs dedi ki: ’Hur b. Kays bu âyeti okuyunca, o haşmetli Halîfe, olduğu yerde çakılmış gibi irkildi. Vallahi bir adım ileri gitmedi. Esasen Ömer, Allah Kitâbı’nın huzurunda (okunduğu yerde) durup kalırdı, (yani hükmünü çiğnemezdi).’ (Buhârî, Tefsr Sûreti’l-A’râf, 7/5)
Sahâbe’nin Sünnet’e Bağlılıkları:

Ashâb-ı Kiram, Efendimiz (s.a.v.)’i takip etmişler, sünnetine harfiyen uymaya özel gayret sarf etmişler, hiçbir şeyi sünnete tercih etmemişler, bu hususta asla taviz vermemişler, arzularını sünnete göre düzenlemişler, bildikleri sünnetleri mutlaka yaşamışlardır.
Ashâb-ı Kiram, İslâm’a uygun yaşamada sünnete muhtaç olduklarını ve Kur’ân-ı Kerim’in Sünnet’siz olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Onlar, Kur’ân’ı anlamada, davranışlarının dine uygun olup olmadığının belirlenmesinde, ihtilaf ettikleri konuların çözümünde çareyi hep Sünnet’te bulmuşlardır.
Bu nedenle onlar, Efendimiz (s.a.v.)’i her anını takip etmişlerdir. O’nun yaptığı her fiili gözlemlemişler, O (s.a.v.) ise bir gün bile bu durumdan şikâyetçi olmamıştır. Hayatının bütün yönlerine bizzat ulaşmaya gayret etmişler, eğer buna imkân bulamazlarsa, vazgeçmeyip Sünnet’e şahit olanlardan öğrenmeye çalışmışlardır.
Sahâbîler, sıkıntı sayılabilecek durumlara aldırış etmeden Sünnet’e ittiba etmelerine dair bazı misaller zikretmek istiyoruz:
Usâme b. Zeyd, yolculukta dahi pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardı. Hizmetçisi, ona yaşlandığını ve eski kuvvetini kaybettiği halde niye oruç tutmaya devam ettiğini sorunca Usâme: ’Rasûlullah (s.a.v.) pazartesi ve perşembe günleri oruç tutar ve: ’Ameller, Allah’a pazartesi ve perşembe günleri arz olunur.’ buyururdu.’ (Tirmizî, Savm, 44) demiş, yaşlılığını dikkate almadan bu sünnete bağlılığını sürdürmüştür. Nebi (s.a.v.), bir a’rabiye: ’Her nerede bir müşrik kabrine uğrarsan onu (cehennem) ateş(iy)le müjdele!’ buyurdu. A’rabî daha sonra Müslüman oldu ve şöyle dedi: ’Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.), beni yorucu bir işle mükellef kıldı. Bir kâfir kabrine uğradığımda mutlaka onu (cehennem) ateş(iy)le müjdeledim.’ (İbni Mâce, Cenâiz, 48)
A’rabînin Hz. Peygamber’in sözünü aynen, eksiksiz yerine getirmesi, onun bu durumdan şikâyetçi olmadığını, ’yorucu bir iş’ ifadesiyle sadece görevinin ağırlığını belirttiğini göstermektedir. Bu sözler, aynı zamanda sahâbîlerin uygulama açısından sünneti farz gibi algıladıklarının kendi ağızlarından güzel bir ifadesidir.
Zeyneb (r.anhâ) dedi ki: Peygamber (s.a.v.)’in hanımı Ümmü Habibe’nin babası Ebû Sûfyân b. Harb vefat ettiğinde Ümmü Habibe’nin yanına girdim. Sarımtırak rengi olan veya başka bir koku getirterek bir genç kıza sürdü, eline bulaşan kokuyu yanaklarına sürdü ve dedi ki: ’Vallahi güzel kokuya ihtiyacım yok, fakat Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim şöyle buyurmuştu: ’Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının bir ölüye üç günden fazla matem tutması caiz değildir. Ancak kocası için dört ay on gün matem tutabilir ve süslenemez.’ (Muvattâ, Talâk, 35)
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.): ’Ben, Medine’yi, İbrahim’in Mekke’yi harem kıldığı gibi harem kıldım!’ (Buhârî, Buyû’, 53) buyurduğu için elinde kuş olan birini görse kuşu onun elinden alıp salardı.
Mâlik b. Hubeyre eş-Şâmi, cenaze namazı kılacak cemaat azsa onları üç safa ayırır, sonra cenaze namazı kıldırır ve Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu derdi: ’Müslümanların üç saf olup bir cenazeye namaz kılmaları, ölünün mağfiretini vacip kılar.’ (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 43)
Sünnete şahit olduklarında veya sonra öğrendiklerinde hemen uyma konusunda Sahâbelerdeki tereddütsüzlük, emrin veya nehyin üzerinde düşünmeden, anında sünnetle amel şeklinde hem de süratle harekete dönüşürdü.
Allah bizlere de Sahâbe-i Kirâm’ın Sünnet-i Rasûlullah’a uymadaki gayret ve hassasiyetlerini nasip etsin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.