İnsanoğlu, kelimelerle inancını belirleyip ifade eder. Buyüzden kelimelerin ve anlamlarının bozulması fikir, inanç ve amellerin bozulmasını neticelendirir.(Bakara 2/75; Maide 5/13)
Dildeki tahrifat, dindeki tahrifatın en önemli sebeplerinden birisidir.Mesela şehid, din, ibadet, zulüm, adalet gibi nice Kur’anî içerikli kelimeler, Kuran’ınİslami terim anlam ve içeriğinden soyutlanmış, tahrife uğramış, anlam kargaşasının kurbanları olmuştur. Müslüman, dinine olduğu gibi, diline de sahip çıkmalıdır; hele dil aracı ile din tahrip ve tahrif ediliyorsa…(Ahmed Kalkan, Müslümanın Akaidi Rağbet yayınları, s 143)
İLAH
İlah kelimesi sözlükte ’tapınmak, kulluk etmek’ anlamına gelen ulûhet (ilâhet, ulûhiyyet), ’hayret etmek, gönülden bağlanıp sığınmak’ manalarına gelir. (Lisânü’l-ʿArab, ’elh’ md.;Tâcü’l-ʿarûs, ’elh’ md.)
İmâm İsfehânî ’İlah’ lafzını şöyle ifâde etmiştir: ’İlâh lafzı, her türlü ma’bûd (kendisine ibâdet edilen şey) için kullanılan bir isimdir.’ (el-İsfehânî, Müfredât: 82.)
İlâh’ın Kuran’daiki manası vardır. Birincisi, hak olsun batıl olsun, bütün insanların kendisine ibadet ettikleri ma’bud;ikincisi, gerçek ibadete layık olan, âlemlerin Rabbi olan Allah.(Ahmed Kalkan, a.g.e, s 148)
RABB
Sözlükte ’bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek’ mânasındaki rab (rabb) kelimesi mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır. Âlimler rab isminin ’sahip’ ve ’ıslah edici’ manaları üzerinde durmuş, kelimenin ’sahip’ anlamında insanlara da nispet edilebileceğini, ancak bu durumda sınırlı ve nisbî bir anlam taşıdığının belirtilebilmesi için ’rabbü’d-dâr’ (evin sahibi) gibi tamlama halinde kullanılması gerektiğini belirtmişlerdir. (Bekir Topaloğlu, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C.34, 372,373)
EHL-I SÜNNET VE’L-CEMÂAT
Rasulullah (s.a.s.) ile ashabıncemaatininakaid sahasında takipettikleri yolu (sünneti) izleyenlerdir. Müellif Sâbûnî, ’Ehl-i sünnet’ terimiyle Selefiyye (Ehl-i sünnet-i hâssa), Eş’ariyye ve Mâtürîdiyyeyi kasdeder.
Abdülkadir el-Bağdadîye göre Ehl-i sünneti şu sekiz zümre teşkil eder:
1) Ehlibid’atın hatalarını irtikâbetmeyen kelâm âlimleri,
2) SevrîEvzâıDâvûd-i zahirî dâhil büyük fakihler ve mensupları,
3) Muhaddisler,
4) Ehli bidate meyletmeyen Sarf-Nahiv, lügat ve edebiyat âlimleri,
5) Ehlisünnetten ayrılmayan kıraat imamları ile müfessirler,
6) Müteşerrifsufiyye,
7) Ehlisünnet yolundan ayrılmayanMüslümanmücahitler,
8) Ehlisünnetakidesinin yayıl¬dığı memleket ahalisi.(el-Fark, s. 313-318). Ehli sünnetin ittifak ettiği Akaid meselelerini Eş’arî 32 maddede (Makaaiât, s. 277-284), İsferâyînî47 maddede (et-Tabsîr, s. 91-113), Bağdadîde 15 maddede (el-Fark, s. 323-324) toplamıştır. (Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 184.)
FIRKA-İ NÂCİYE
’Fırka’ sözcüğü ayırmak, bölmek, açıklayıp hükme bağlamak anlamına gelen ’fark’ kökünden türemiştir. Kavram olarak ’fırka’, İslam tarihinde kendilerine mahsus siyasi ve itikadi görüşleri bulunan guruplara ve akımlara verilen bir isimdir.
İslam tarihinde amelde, itikat ve siyaset sahasında ortaya çıkmış düşünce okullarına, gruplara genelde mezhep adı verilmektedir. Kelâm ve Mezhepler tarihinde ise ’mezhep’ kavramı daha çok itikat konusunda ortaya çıkmış topluluklar için kullanılır. (Ahmed Kalkan, a.g.e., s. 155)
’Fırka-i Naciye’, kurtulan fırka, umduğuna kavuşan, Cehennem azabından uzaklaşan grup demektir. Kavram olarak, Kur’an ve Sünnet’in hükümlerini kabul ederek, Peygamberimizin ve sahabelerinin yolunu izleyen kimseler hakkında kullanılmıştır.
Kurtulan Fırka Nâciye (Grup) Hangisidir?
İslam ümmeti de çeşitli sebeplerden dolayı birçok fırkaya ayrılacaklar. Bunların bir tanesi hariç diğerleri tehlikededir.
Kuran’a, Hz Peygamberin ve O’nun temiz sahabelerinin yoluna uymadıkları, kendi akıllarına göre bir din uydurdukları, çeşitli gayri müslim unsurları örnek alıp onları taklit ettikleri sürece fırkalaşma olacak, dinde bölünmeler durmayacaktır.
İslam’ı Kuran’da anlatıldığı, Peygamberimizin tebliğ ettiği ve yaşadığı, sahabelerin ve doğru yolda olan selefin (sahabeyi izleyen ilk nesillerin) uyguladığı gibi anlayıp-yaşayanlar; İslam’a samimiyetle bağlananlar, ihlasla amel işleyenler, İslam’ı kendine değil de fikrini, davranışlarını, ahlâkını, sistemini, düzenini, dünya görüşünü, hükümlerini ona uygun hale getirmeye çalışanlar fırka-i naciyedir. İslam’ınbir kısmını alıp bir kısmını terkedenler, onu kendi pozisyonuna uyduranlar ya da kendi konumunu desteklemek için ondan yararlananlar, onu bir kavmin, bir bölgenin ya da geçmiş zamanların hayat düzeni sananlar, onu bir ilâhí hayat programı değil de bir ahlâk ve kültür sayanlar, ona inandığını iddia ettiği halde, hayata yön veren bütün hükümleri başka kaynaktan alanlar kurtulmuş fırka, kurtulmuş kimse olamazlar.(Ahmed Kalkan, a.g.e., s. 157)
EHL-İ KIBLE
Kâbe’ye müteveccihen namaz kıl¬manın farzıyyetini kabul edenlerdir. Bu ifadeye Ehl-i sünnetten başka İslâm dairesinin dışına çıkmamış Ehli bidat de dâhildir, (bk. Ehli millet. Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: s. 184.)
İRTİDAT
Reddetmek, geri çevirmek gibi manalara gelir. Istılahta, iman ettikten sonra, İslam’dan dönmeye verilen isimdir. İslam dinini terkedip başka bir dine geçmeye veya eski inancına dönmeye irtidat; bunu yapan kimseye de ’mürted’ denir.
TÂĞUT
Tâğut, kelime olarak haddi aşan, azan, hakikatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı gibi anlamlara gelir. Istılahta ise Allah’a isyan eden anlamında kullanılır. Allah’ın indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık tağuttur. Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması farketmez. Kur’an-ı Kerim’de: "Andolsun ki, biz her kavme; ’Allah’a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının’ diye (tebligat yapması için) bir peygamber gönderdik."(Nahl, 16/36) (Ahmed Kalkan, a.g.e., s. 174)
Tâğut, Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır. Şeytana da bu yüzden tağut denmiştir. Tağut, hakka, hakikate ve imana karşı gelen, Allah’ın kulları için çizdiği nizamı ve sınırları aşan herşeyi ifade eder. Tağut, bir şahıs olabileceği gibi, Allah nizamından alınmamış her türlü sistem, Allah’a bağlanmayan her çeşit fikir, düşünce, âdet ve alışkanlık da olabilir. (Ahmed Kalkan, a.g.e., s. 174)
FÂSIK
İlâhî emirlerin dışına çıkan, büyük günah işle¬yen veya küçük günahları devamlı irtikâp eden Müslümana verilen addır. (Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 186.)
ZINDIK
Âlemin kadim olduğunu ileri süren, Allah’ı yahut Allah’ın birliğini ve ahireti inkâr ettiği halde inanmış gibi görünen kimseleri ifade eden bir terim.
Müslümanlığın doğu ülkelerine yayılması neticesinde Arapça’ya geçen kelime zındık şeklinde telaffuz edilmiş, çoğulu zenâdıka, masdarı zendeka olarak tesbit edilmiştir. Kelime önceleri Maniheistler’i nitelerken daha sonra çeşitli mânalarda yorumlanmıştır.(Lisânü’l-ʿArab, ’zndḳ’ md.) Arapça sözlüklerde zindîkın aslının ’zendigiray’ (âlemin ebedîliğine inanan kimse) olduğu, ’zind’ biçiminde de kullanıldığı, kelime Mecûsî Mani’ye ait kitabın ismi iken zamanla zindî ve zindîkın ortaya çıktığı,(Tâcü’l-ʿarûs, ’znd’ md.)zindîkın ’senevî’ yahut ’düalist’ anlamına geldiği, nur ve zulmet inançlarını benimseyip Allah’a ve âhiret gününe inanmayan kimseleri ifade ettiği belirtilmektedir (Lane, III, 1258; krş. Mes’ûdî, I, 250-251)
Çağdaş müelliflerin yaptığı sınıflandırma ise şöyledir:
1. Zındık, zahiren İslam’a bağlanmış görünmekle birlikte nur ve zulmet gibi birbirine zıt iki prensibe dayanan Maniheizm’e, Mezdekiyye ve Mecûsîliğe mensup olan kimsedir; Abbasîler döneminde kelime bu anlamda kullanılmıştır.
2. Müslümanlığını ortaya koyup küfrünü gizleyen kişidir. Bunlar İslâm’ın ilk döneminde daha çok münafık diye anılmıştır.
3. Hiçbir şekilde inanmayan kimseleri niteler.
4. Küfrünü açıklamamakla birlikte dinî konularda lâubali davranan kişidir.(ÂtıfŞükrîEbûAvz, s. 111-112)
Bu tanımlamalara göre zındık açıkça veya gizli biçimde İslâmiyet’le ilgisini kesip küfrü benimsemiştir. İslâm’dan açıkça ayrılanlar ise mürtet olarak nitelendirilir. Genelde zındık kelimesinin ilk defa 124 (742) yılında idam edilen Ca’d b. Dirhem için kullanıldığı ifade edilir. İslâm tarihinde zındıklardan en çok bilinen isim Kur’an’a nazire yazmaya kalkışan İran asıllı mütercim, edip ve kâtip İbnü’l-Mukaffa’dır. İbnü’l-Mu’tez, Abbâsî Halifesi Mehdî döneminde şair Beşşâr b. Bürd ile şair ve edip Sâlih b. Abdülkuddûs de zındıklıkla itham edilip öldürülmüşlerdir. (TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 44. cild, sayfa 390-391)
AKAİD’LE İLGİLİ KAVRAMLAR
Özlenen Rehber Dergisi 171. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.