Özlenen Rehber Dergisi

137.Sayı

Güncel;soma (ölümün Acı Yüzü)

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 137. Sayı
Soma’da bir maden ocağı…
Alevleri sadece onu değil, 301 ocağı birden yaktı. Nice evlat, eş, ana-baba, kardeş ve vicdan sahibi her mü’minin yüreğine ateş düştü. Geride birçok hayat hikâyesi, acılar, pişmanlıklar ve ibretler bırakarak terütaze bedenler toprağa verildi.
Ölen mü’min kardeşlerimize rahmet, geride bıraktıklarına sabır ve metanet dileyerek bu hadisenin en gerçek yüzünü görmeye çalışıp, kulluğumuzun gereği olarak bir nebze olsun ibret çıkarmak istiyoruz ki, kanaatimizce Soma’daki faciadan alınacak ibretlerin başında ölüm hakikati gelmektedir.
En hakiki ibret; ölüm!

Berâ (r.a.)’den şöyle nakledilir: Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber bir ce¬nazede idik. (Rasûlullah) kabrin kenarına oturdu ve ağladı. (Öyle ağladı) ki toprak (gözyaşlarıy¬la) ıslandı. Sonra şöyle buyurdu: ’Ey kardeşlerim! İşte bunun benzeri (bir durum) için (kâmil iman, salih amel) hazırlayın.’ (İbn-i Mâce, Zühd, 19)
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), bir cenaze merasimine katılıyor, hislenerek ağlıyor ve ölünün bu durumundan, ölümden, kabirden ibret almalarını, sonrası için hazırlık yapmalarını Ashâbı’na tavsiye ediyor. Ammâr b. Yâsir (r.a.)’ın: ’Öğüt verici olarak ’ölüm’ yeter.’ (Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s.219) sözü de bu yönde bizlere bir hakikati ifade ediyor.
Evet! İnsanoğluna vaiz olarak ölüm kâfidir. Gerek ailesinde gerek çevresinde meydana gelen ölümler, aynı hakikatin bir gün kendi başına da geleceği, dünyanın ebedî olmadığı, uğrunda Allah’a ve Peygambere itaati zayi edecek, ömrü heba edecek kadar bir kıymet ifade etmediği gerçeğini haykırır durur.
Buna rağmen, dünyanın fani oluşu, kabir ve âhiret hayatının varlığıyla birlikte gafil olduğumuz hakikatlerin başında; ’ölüm’ gelir.
O ölüm ki, Rabbimiz Teâlâ’nın: ’Her canlı ölümü tadıcıdır.’ (Âl-i İmrân, 3/185) buyruğu üzere her canlıyı er geç bir gün mutlaka bulacak olan kaçılmaz gerçek. Nerede olursak olalım, bizi bulacak; ister yerde ister gökte, yer altında ya da yüksek ve sağlam binalar, sığınaklar içinde. (Bkz., en-Nisâ, 4/78)
Nitekim Soma’da da ölüm, -her ne sebeple olursa olsun- yerin yüzlerce metre altında geldi. Kurtulanlar, kendileri için tanınan ecel süresine kadar yaşamak üzere Hakk’ın izniyle kurtulduğu gibi, can verenler de ecelleri dolduğu, yaşam süreleri bittiği için yine Hakk’ın emriyle ebedî âleme intikal ettiler. Nitekim bir âyette bu hakikat şöyle ifade edilir:
’Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.’ (en-Nahl, 16/61)
Hatırlamak istemediğimiz; ölüm!

Ahir zamanda, her zamankinden daha fazla daldığımız dünya meşguliyetleri, geçici hevesler bizi, ölüm hakikatini ve sonrasında karşılaşacağımız; kabir ve âhiret âlemini düşünmekten alıkoymakta. Çoğumuz ya korktuğundan ya rahatını bozduğundan ya da nefsine ağır geldiğinden dolayı hatırlamak şöyle dursun adını dahi duymak istememekte. Ölüm denince, çoğumuz, çoğu kez; ’Bırak şu uğursuzu anmayı. Rahatımızı bozma, neşemizi kaçırma!’ diye mukabele etmekte.
Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.): ’Lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çokça hatırlayınız.’ (Nesâî, Cenâiz, 3) buyurmuş, ölümü çokça hatırlayarak, kalben çok zikredip nefsimize telkin ederek rahatımızı bozmamızı, neşemizi kaçırmamızı emretmiştir.
Şüphesiz lezzetleri bulandıran, insanı dünyadan soğutup âhirete yönelten, itaate yönelten, masiyetten uzaklaştıran her şey kurtuluş sebeplerindendir. Zira cehennem, Efendimiz (s.a.v.)’in buyurduğu gibi; ’nefsin hoşuna giden şeylerle kuşatılmıştır.’ (Bkz., Buhârî, Rikâk 28) İşte ölümü hatırlamak da, bir bıçak gibi zevk¬leri kesip neşeye son verir. Bir deprem gibi şehvet binasını yerle bir eder. Kibri kazır, ucbu bitirir. Eldeki nimetlerden soğuttuğu gibi ileriye dönük hesapları da bozar.
Ölümü, âhireti hatırlatan kabirler!
Hadislerinde:
’Kabirleri ziyaret edin. Zira o, (yani kabirleri ziyaret);
ölümü hatırlatır.’ (Müslim, Cenâiz, 36)
’…size ahireti hatırlatır.’ (İbn-i Mâce, Cenâiz, 47)
’…dünyadan uzaklaştırır (vazgeçirir) ve âhireti hatırlatır.’ (İbn-i Mâce, Cenâiz, 47)
’…kalbi inceltir, gözü yaşartır ve âhireti hatır¬latır…’ (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Cenâiz, c.1, s.526, h.no:1394)
buyuran Peygamberimiz (s.a.v.), cenaze merasimlerine iştirak eder, Müslüman kabirlerini ziyaret ederdi.
Berâ (r.a.)’den şöyle nakledilir: Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber bir ce¬nazede idik. (Rasûlullah) kabrin kenarına oturdu ve ağladı. (Öyle ağladı) ki toprak (gözyaşlarıy¬la) ıslandı. Sonra şöyle buyurdu: ’Ey kardeşlerim! İşte bunun benzeri (bir durum) için (kâmil iman, salih amel) hazırlayın.’ (İbn-i Mâce, Zühd, 19)
O’nun bu hali bizlere, ölümü hatırlatan işlerle irtibatlı olmamız gerektiğini ihtar etmektedir.
(Hâmid) el-Leffâf (rh.a.) şöyle demiştir: ’Ölümü çokça hatırlayan kimseye, üç şey ikram edilir:
1- Tevbede acele etmek
2- Kalbin kanaatkâr olması
3- Ve kullukta canlılık, (zindelik).
Ölümü unutan kimse ise üç şeyle cezalandırılır:
1- Tevbeyi ertelemek (sonraya bırakmak)
2- (Geçimden) yeteri miktara rıza göstermemek
3- Ve kullukta tembellik.’ (Kurtubî, et-Tezkiratu Bi-Ahvali’l-Mevtâ Ve Umûri’l-Âhirati, c.1, s.126, Mektebetu Dâri’l-Minhâc, Riyad, h.1425)

Şu halde ölümü hatırlamak, her yönden fazilet ve hayır, unutmak ise her yönden şer ve felakettir.
Mesela; darda, sıkıntıda olan kimse ölümü düşünür, nefsine bu sıkıntı halinin bir gün biteceğini telkin eder, sabreder ve huzur bulur. Nimet içinde olan kimse ise, ölümü hatırlar, bir gün bu nimetlerin elinden çıkacağını düşünür, şükreder, şımarmaz.
Ölüm vakti gizlenmiştir!
Ölüm, genç-yaşlı ayırt etmez. Cenâb-ı Hak, kıyamet saatini gizlediği gibi ölüm zamanını ve yerini de gizlemiştir. (Bkz., Lokmân, 31/34) Ki insan, her daim ayık olsun, ölümü, kabri, hesabı, haşri, cennet ve cehennemi hatırından çıkarmasın. Azrail’in soluğunu her an ve her yerde ensesinde hissetsin.
Ölümden gaflet!

Ne var ki insan, cenazeler görüp mezarlıkları ziyaret etse de, evladını yetim, hanımını dul, malını miras kılacak ölümü kendine bir türlü yakıştırmıyor. Ömrünü, dünyevî hazlar uğrunda harcayıp tevbe ve kulluktan uzak kalıyor. İnsanın bu durumu, Kur’ân’da şöyle vasfedilir:
’Çoklukla övünmek sizi oyaladı.’ (et-Tekâsür, 102/1) Mal, evlât, makam vb. sahip olduğunuz nimetlerle övünme, bunlarla alakadar ol¬ma sizi meşgul etti. Öyle ki Allah’ı zikirden, ibadetten ve âhiret için çalışmaktan geri kaldınız.
Siz bu gaflet halindeyken ’Nihayet (ölüm sizi yakaladı), kabirlere vardınız.’ (et-Tekâsür, 102/2)
Ölümden ibret almak!

Aile, akraba ve çevremizde hemen her gün meydana gelen hastalık, musibet ve ölümler, gafletten uyanıp halimizi düzeltmemize vesile olmalıdır. Kul, etrafında cereyan eden hadiselere duyarsız kalmamalıdır. Zira Cenâb-ı Hak: ’Ey basiret sahipleri ibret alın.’ (el-Haşr, 59/2) buyuruyor.
İbret almak, meydana gelen hadisenin bir benzerinin başımıza gelebileceğini düşünmek, kendimizi musibetzedenin yerine koyarak öğüt almaktır.
Ölüm bizleri ansızın yakalamadan, vaktimizin, sağlığımızın, imanımızın kıymetini bilip kulluğa sarılalım. Can çekilirken, amel def¬terleri dağıtılırken, hesap anında, cehenneme girerken ve oraya girdikten sonra Rabbimizin şu âyetinde haber verdiği sözleri söyleyip de pişmanlık duyacağımız bir hale düşmeden kendimize gelelim:
’Nihayet onlardan birine ölüm gelince der ki: ’Yâ Rabbi! Beni geri gönderiniz ki, terk ettiğim (dünyada, zayi ettiğim ömrüm mukabilinde) salih bir amel yapayım!’ (el-Mu’minûn, 23/99-100)
Rabbim, Soma’da ve dünyanın muhtelif bölgelerinde ölen ya da şehit olan mü’minlere ve tüm geçmişlerimize rahmet etsin, affı ve cennetiyle nimetlendirsin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.