Özlenen Rehber Dergisi

137.Sayı

Ramazan'ın Gelişine Sevinmek ve Selef'in Kulluk Heyecanı

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 137. Sayı
Mü’min, kalbini Allah’a ve O’nun kulluğuna bağlayan, tüm işlerini bunu merkeze alarak tanzim eden, kalbi ancak ibadetle huzur ve neşe bulan kimsedir.
Peygamberimiz (s.a.v.), Arş’ının gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı o zorlu hesap gününde, Arş’ın gölgesi altında yer alacak yedi zümreden birinin de: ’kalbi mescitlere bağlı kimse’ olduğunu haber vermiştir. (Bkz., Buhârî, Ezân, 36)
’Kalbi mescitlere bağlı olanlar’, öyle kimselerdir ki, namaz hiç bir zaman akıllarından çıkmaz. Bir namazı kıldıktan, Rablerinin huzurunda durduktan sonra ’ilâhî huzura tekrar ne zaman çıkacağız?’ derdiyle bir sonraki namaz vaktini gözetler dururlar.
Mü’min, tek derdi Allah olan, O’nun yakınlık ve rızasına kavuşmak olan kimsedir. Bunun için o, Allah (c.c.) ile ünsiyetini artırmak maksadıyla vakitleri bir bir takip eder ve Rabbinin, zatına kulluk için kendisine bahşettiği fırsatları birer ganimet bilir.
Peygamberimiz (s.a.v.), bir hadislerinde bu yüce halin sahiplerini överek: ’Allah’ın kullarının en hayırlıları, güneşi, ayı, yıldızları ve gölgeleri Allah Azze ve Celle’nin zikri için gözetenlerdir.’ (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, Salât 25, c.1, s.558, h.no:1781) buyurmuş, onları ’en hayırlı kullar’ olarak vasfetmiştir.
Evet, Allah’a kulluk şerefine ermiş ve bu kullar içerisinde en hayırlı olma vasfını kazanmış o salihler, tıpkı bir avcının avını gözetlediği gibi ibadet ve zikir için Rablerinin tayin ettiği vakitleri gözetlerler.
Efendimiz (s.a.v.): ’Yâ Bilâl! Namaz için kamet getir de bizi o (namazla) rahatlat.’ buyurur, (Ebû Dâvûd, Edeb, 86) bununla, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna varmanın ve O’na münacatta bu¬lunmanın manevi zevkini tadarak dünya sıkıntılarından kurtulmayı, manen rahata kavuşmayı murat ederdi. Namaz, O’nun gözünün nuru idi. (Bkz., Nesâî, İşratu’n-Nisâ, 1) Bir sıkıntı, mühim bir durumla karşı karşıya kaldığı, üzüp kederlendiği zaman rahatı namaz kılmakta bulurdu. (Bkz., Ebû Dâvûd, Salât, 312)
Peygamberimizi her hallerinde takip etmeye çalışan salihlerin durumu da böyledir. Onların rahatı, Rablerinin huzuruna durdukları, dua, zikir ve tesbihatla Yüce Zatına yöneldikleri anlardadır.
Cenâb-ı Hakk’ın zatına ibadet ve zikir için tahsis ettiği, kullarına bir rahmet olarak bahşettiği zaman dilimlerinden birisi de Ramazan ayıdır. Ona kavuşmak, her mü’minin özlemidir. Mü’min, ona iştiyak duyar. Bunun içindir ki Efendimiz (s.a.v.)’in, Recep ayı girdiği zaman:
’Allah’ım! Recep ve Şa’ban (ayın)da bize bereket ver ve bizi Ramazan (ayın)a ulaştır.’ diye dua ettiği rivayet edilmiştir. (Bezzâr, Müsned –el-Bahru’z-Zehhâr-, c.13, s.117, h.no:6496)
Bu duayla, salih amellerin işleneceği, kat kat ecrin alınacağı zamana, Ramazan ayına kadar yaşamak dilenmektedir. Nitekim salihler, en son amellerinin, en faziletli ameller olmasını arzu ederler, hac ya da Ramazan orucundan sonra ölmeyi ve bu şekilde affa nail olmayı temenni ederlerdi. (Bkz., İbn-i Receb el-Hanbelî, Letâifu’l-Meârif Fîmâ Li-Mevâsimi’l-Âmi Mine’l-Vezâif, s.234, Dâru İbn-i Kesîr, Dimeşk, 1999)
Efendimiz (s.a.v.)’in: ’(Ramazan hilali)ni görünce oruç tutun ve (Şevval hilali)ni görünce bayram edin.’ (Buhârî, Savm, 11) buyruğu, fıkhî bir hükmü ifade etmekle kalmıyor, aynı zamanda ümmetin onun gelişini dört gözle beklemesi gerektiğini de ifade ediyor. Dağlara, tepelere, yüksek yerlere çıkıp hilali gözetlemek... Tıpkı çok sevdiği birini karşılamak için yollara dökülen âşık gibi… Tıpkı yıllardır ayrı kaldığı çok sevdiği birini bekleyen gibi…
Peygamberimiz (s.a.v.) ve Ashâb-ı Kirâm (r.anhüm), hiçbir zaman hiçbir ibadeti, alışılagelmiş bir adet olarak telakki etmemiştir. Onlar, her bir ibadeti kulluk şuuruyla ayrı bir heyecanla yerine getirir; namazı, orucu, kurbanı, umre ve haccı Allah’ın bir emrini yerine getirmenin vakar ve sevinci, O’nun rıza ve yakınlığına kavuşabilmenin coşkusuyla eda ederlerdi. Çünkü kulluk, kalıptan ziyade kalbin işidir. Kulluk, ihsan şuuruna vasıl olmaktır. İhsan ise; ’Allah’a sanki onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da muhakkak O, seni görüyor.’ (Buhârî, Îmân, 37)
Bugün biz mü’minlere de düşen, içine düştüğümüz gaflet ve durağanlıktan sıyrılıp bu güzel dini kendilerinden miras aldığımız selefimizin iştiyak ve heyecanına bürünmektir.
Bu iştiyak öyle olmalı ki, geceleri uykumuzu kaçırıp Rabbimizin huzuruna çıkarmalı ve: ’Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit ile Rablerine dua ederler.’ (es-Secde, 32/16) âyetine muhatap kılmalı. Bu heyecan bizi öyle sarmalı ki, Ehl-i Beyt’in büyüğü, İmam Zeynelabidin hazretleri gibi her abdest aldığımızda yüzümüz sararmalı, vücudumuz titremeli.
Sevinmeliyiz. Çünkü Allah ve Rasûlü’nün itibar ettiği büyük bir ayın gölgesi üzerimize düştü. Bu ay, gecesi ve gündüzü hayırlarla dopdolu, oruç ayı, namaz ayı, Kur’an ayı, infak ayı, zikir ayı, içerisinde Kadir Gecesini barındıran Ramazan ayıdır.
Efendimiz (s.a.v.) onun gelişini ashabına müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur: ’Size Ramazan (ayı) geldi. (O) mübarek bir aydır. Allah Azze ve Celle size, o (ay)ın orucunu farz kıldı. O (ay)da sema kapıları açılır ve o (ay)da Cehennem kapıları kapanır. O (ay)da şeytanların azgınları zincire vurulur. Allah için o (ay)da, bin aydan daha hayırlı bir gece (yani Kadir gecesi) vardır. Her kim o (gece)nin hayrından mahrum bırakılırsa, (hayrın tümünden) mahrum bırakılmıştır.’ (Nesâî, Sıyâm, 5)
Allah’ım! Bizleri bu ayın ve Kadir gecesinin hayrından mahrum bırakma! Bu ayın ve gecenin hayrından tam manasıyla istifade edenlerden eyle!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.