Özlenen Rehber Dergisi

138.Sayı

Hak Sevgisine Kavuşturan Kalbi Mertebeler

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 138. Sayı
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihi ve evlâdihi ve etbâıhî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhirati ve kezâlik ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn
Mürşit sevgisi hak bir sevgidir. Rahmetli Efendim hayatta iken böyle anlatıyordu: Babanı seversin, dedeni seversin, amcanı, kardeşini evladını seversin ama hiç birine olan sevgin sende Allah’a olan yakınlığını artırmaz. Hatta aşırı olursa Allah’a olan yakınlığının önünü kapatır, yakınlaştırmak şöyle dursun.
Cenâb-ı Hakk gayurdur. Allah kıskançtır. Bir kulunun kalbinde kendisinin sevgisinden daha ziyade bir sevginin olmasına asla müsaade etmez. Ama ne hikmettir ki ne akrabalığın var, ne memleketin aynı, Allah (c.c.) bir sebeple bir araya getirmiş, kalbe öyle bir sevgi verir ki; bu ne ana sevgisine benzer, ne baba sevgisine benzer, ne çocuk sevgisine benzer hepsinin üstüne çıkar. Diğer sevgiler kalbine sıkıntı verirken o bu sevgiyi büyütmeye bakar. Ama bu sevgiyle bir yandan da Allah’a olan sevgisi de artar. Peygamber Efendimize olan sevgi de artar. İşte bu sevgi burada itaat ister teslimiyet ister. O yüzden insan mürşidine itiraz yollu hiç bir ahlaka sahip olmamalı ki sevgisini zayi etmesin. İtiraz illeti sevgiyi de kırar. Ben severim ama kendi bildiğimden de şaşmam anlayışı sahibini orada bırakır. Orada kalır o.
Hazreti Pir (k.s.) öyle diyor: ’Sevgi şahit ister.’ Mecnuna şahide ne gerek ki. Zaten ne tarafından baksan mecnunda sevgisinden başka bir şey bulamazsın. Sen de kendine bakmalısın, bakalım ne bulacaksın?
Rahmetli Mübarek Efendi Hazretleriyle kardeşler sohbete gitmişler. Yaz günü ter içerisinde sohbetten çıkmışlar. Gece bekçisi karşılamış. ’Siz nereden geliyorsunuz böyle?’ Bu ne hal, havuza mı düştünüz? demiş onları tepeden tırnağa ter görünce. Bekçinin verdiği misale bak, siz havuza mı düştünüz demiş. Çünkü ancak havuza düşüp çıkan bir insanın elbisesinin her tarafı ıslanır. İşte bu durum, onun içine girip çıktığı yerin şahididir. Salikin kalbini bu şekilde bir sevgi sardığı zaman ne tarafından dokunsan o sevginin kokusunu alırsın, başka bir şey bulamazsın. Sürekli burada kalmak da salik için faydalı değildir. Sonra inkıtaa uğrar, önü kesik olur.
Bazen bir yerlere oturmaya giderdik, cemaatle alakası olmayan konu komşu, tanıdık, akraba bulunurdu. Öyle bir yapardım ki, sözü sağdan soldan döndürür ve Efendi Hazretlerine getirirdim, ondan sonra da Mübarek Efendimi anlatırdım. Onun dışında hiç bir şey konuşmaktan hoşnut olmazdım elhamdülillah. Mübarek Efendimi anlatacağım, onu konuşacağım, konuşandan da onu dinleyeceğim...
Biz mübarek Efendimi ne kadar severiz veya sevdiğimizi iddia ediyoruz ama hiç bir tanemiz gece sabaha kadar kabrinde beklemedik. Hac yolculuğu için çıktığımız kara yolunda Kerbela’da görmüştüm, Hüseyin Efendimizin kabr-i saadetinde, bir kişi kendini zincir ile türbeye bağlamış. Zincir ile kendini ayaklarından bağlamış. Elbette yanlış. Ama burada sevginin tesirine işaret etmek istiyorum. Biz onlar gibi yamayız, yamamalıyız ancak biz de sevgimizi hak olarak ortaya çıkarabilmemiz gerekir. Kalpler bu sevgilerle imar olur. Yalnız kardeşlerim burada şunu da söyleyeyim: Sevgiler de kemal bulur.. Fena fi’ş-şeyh, fena fi’r-rasul vardır. Bu ikisi arasındaki mesele, ilişki söylemek istediğimi daha iyi anlatır. Fena fi’ş-şeyh hâli nedir? Artık mürşidin sevgisi şu kalbi, varlığı, ruhu, aklı öyle bir kavrar ki, sen ortadan kalkarsın. Sana ait olan her şey ortadan kalkar. İş, çoluk çocuk, dünya, hiç bir şey gözüne gelmez. Kalbin gıdası bu sevgiden başka bir şey değildir. İnsanın adeta hayatının merkezi haline gelir. Ama kalp burada ikmal olduğu zaman bu sefer akacak mecra arar çünkü daha fazlasını taşıyamaz. Buradan öteye akacak mecra arar. Orada mürşidin nazarıyla, Cenâb-ı Hakk’ın lutfuyla fena fi’ş-şeyh’den fena fi’r-rasul kabına dökülür sevgisi. Bu sefer de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hatırından hiç çıkmaz, hatta öyle olur ki insanın gözünün önünden hiç gitmez. Hani Hz. Ebu Bekir Efendimiz anlatıyor ya, ihtiyacını gideremeden ağlayarak geri içeriye giriyor.
- Ne oldu ya Ebâ Bekir?
- ’Ya Rasûlallah ihtiyacıma gitmiştim, fakat mübarek cemaliniz gözümün önünden gitmedi, utandım da geri geldim ya Rasûlallah.’ Ta bu kadar insanın hayatını sarar. Sonra fena fi’r-rasulde bu sevgi kuvvet bulur, oraya akar ama bu sefer mürşide olan sevgi perdelenmeye başlar. Saliki bir dert tutar. Öyle bir sıkıntı alır ki, zanneder ki mürşidinin sevgisini kaybediyor, o zamana kadar kendisine hayat membaı olmuş sevgi elinden gidiyor. Mürşidiyle bağı kesiliyor. Sanki mürşidi tarafından kalbinden çıkarılmış gibi başka bir tarafa itiliyor. Buralar ıstırap dolu günlerdir. Bu aynı senin bağrından bir parçanın sökülüp alınmasına benzer. Buraları tarif etmek de çok zordur… Ve salik için çok sıkıntılı günlerdir buralar. Bastığı yeri bilemez, hiç bir yere sığamaz, hiç bir şey gönlüne derman olmaz. Önceden gördüğü zaman ferahladığı, yaptığı zaman ferahlık bulduğu şeyler artık gönlüne ferahlık vermez….
Buraları nasıl anlatayım ki, buraları yaşamayınca, buraların hallerini bilmek çok zor. Burayı böyle yaşayabilmek için önce sevebilmek lazımdır. Sevemeyen insan ayrılmanın ne olduğunu bilemez.
Hazreti Ömer’e o sevgi söyletmiştir ’Kim Muhammed öldü derse, kılıcımla kellesini vururum’ sözünü. O sevginin kuvvetinden böyle söylemiş oldu. Ama aynı sevginin kuvveti Ebu Bekir Efendimize de: ’Kim Allah’a tapıyorsa Allah bakidir, kim Muhammed’e tapıyorsa Muhammed ölmüştür’ sözünü söyletmiştir. Aynı sevginin hâli birine onu söyletmiş, birine bunu söyletmiştir.
Ebu Bekir efendimize, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) vefat ettikten sonra demişler ki: ’Ey Allah Rasulünün halifesi, bu Üsame’yi vazifeden alsan, o henüz savaş tecrübesi olmayan yirmi yaşında bir genç, ordunun içinde Halid bin Velid var, Hz. Ali var, Hz. Ömer var, bu sahabelerden, tecrübeli komutanlardan birini koysak demişler. Hz. Sıddık-ı Ekber ’Almam’ diyor. Rasûlullah’ın tayin ettiği bir komutanı asla görevden almam. İlk işi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) neyi nasıl bıraktıysa onu öylece muhafaza etmek olmuştur. Ama bütün varlığıyla da Peygamber Efendimizin bıraktıklarına, yoluna, şeriatına, sünnetine, ahlakına her şeyine kâmilen talip olmuşlar ve muhafaza etmişler elhamdülillah.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.