Özlenen Rehber Dergisi

160.Sayı

Rububiyyet Tecellilerinde Ubudiyyet Yansımaları Nafile İbadetler

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 160. Sayı
Allah (c.c.) bize ubudiyyetin yansımalarını farklı farklı şekillerde rububiyyet sofralarının çeşitliliğine göre kılmıştır.
İbadetlerden her bir ibadetin neticeleri, faydaları vardır. Örneğin orucun, gece namazının, zikrin, Kur’an tilâvetinin faydaları vardır. Bu ve benzeri bütün ibadetlerin bir neticesi ve faydası vardır. Bütün bunlar, Allah için ubudiyyet (kulluk) mefhumunun etrafında döner. Bu ibadetlerin eserleri de amel edenin üzerinde zuhur eder, gerçekleşir.
Meseleye genel bir bakış açısıyla bakarsak: ’Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden (amellerden) bana daha sevgili olan hiç bir şeyle (amelle) yaklaşamaz.’ Fakat Allah (c.c.) kullarına nafileler hususunda bir genişlik vermiştir. Nitekim hadis-i kutside şöyle buyrulur: ’Kulum bana, nafile (ibadet)lerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim. Onu sevdiğim zaman ise, onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden (bir şey) isterse mutlaka ona veririm. Şayet bana sığınırsa mutlaka onu korurum.’1
Nafile ameller, Hz. Allah’a yakınlık sebeplerinden biridir. Allah katında nasipdar olmanın sebeplerindendir. Buna şu cümleden daha kuvvetli delalet eden bir cümle yoktur: ’Kulum bana, nafile (ibadet)lerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim.’ Yani bu şu demektir: Allah’ın hususi muhabbeti o kula vacip olur.
Şayet: ’Allah’ın sevgisi insanın bütün amellerinden daha öncedir. Yani öncesine geçmiştir. Allah’ın sevgisi ezelidir. Bu ilahi sevginin insanın kesbi ve ihtiyarı içerisinde olan bir amele terettüp etmesi nasıl mümkün olur?’ diye bir soru ile karşılaşırsak; buna şu şekilde cevap veririz:
Muhabbet, Allah’ın dilediğine has kıldığı bir nimettir. Bunu da ezelde o kula inayeti ve dilemesi üzere has kılmıştır. Dolayısıyla bir kulun bu sevgiyi amelinin bir neticesi olarak kazanması mümkün değildir. Bilakis Allah’ın muhabbeti bütün amellerin önüne geçmiştir. Yani kul yokken, ameli yokken, Allah’ın hususi muhabbeti kullarından dilediklerine vacip olmuştur. Fakat Allah (c.c.), muhabbetinin eserlerini kulun üzerinde izhar etmeyi dilerse, sevginin sebeplerini yerine getirmeğe kulu muvaffak kılar. Öyleyse ilahi muhabbet öncedir. Fakat kulun üzerinde o sevginin eserinin zuhuru sebeplere dayalıdır.
Peki kul, Allah’ın kendisini sevdiğini ne zaman bilir?
Cevap: Allah, kulu kendi hizmetinde (kulunu, Allah’a ait hakları yerine getirmesi üzere) ikame ediyorsa, onu seviyor demektir. Kapısında ikâme ediyorsa, onu salih ameller işlemeye muvaffak kılıyorsa, yani Allah’ın rahmet esintilerine maruz kalacağı sebeplere tutunabiliyorsa, Allah (c.c.) o kulu seviyor demektir.
Allah (c.c.) bir şeyi dilerse, sebepleri de ona uygun olarak hazırlar. Söyleyen ne güzel söylemiş; ’Eğer seni bir şeyle/bir emirle seçerse inayet eliyle sana sebepleri hazırlar. Ta ki Allah’ın senin hakkındaki dilemesine ulaşırsın.’
Bu mana şu ayet-i kerimenin delalet ettiklerindendir. ’De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.’2
Bu ayet-i kerimeyi düşünen bir kimse: ’Burada, Allah’ın sevgisi, Peygambere ittibaya terettüp etmektedir. Yani Allah Rasûlü’ne ittiba, ilahi sevginin meydana gelmesinde, devam etmesinde ve tamamlanmasında bir illettir.’ şeklinde bir tasavvura ulaşabilir.
Biz ise şöyle diyoruz: Allah’ın kula olan sevgisi, kulun Allah’a olan sevgisinden öncedir. Allah Azîmüşşan bunu ayet-i kerimesinde şöyle tekit etmiştir: ’Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.’3
Bir kul Mevla’sını ancak, Mevla’sının sevgisinin kendisinin üzerindeki eserinden dolayı sever. Dolayısıyla Allah’ın kula olan sevgisi, kulun Allah’ı sevmesinin bir eseri olması mümkün değildir. İlahi Şân, sevgisinin müktesep olmasından münezzehtir. Bilakis sevgi Allah (c.c.) ile kaimdir.
Fakat biz şunu biliyoruz ki, bu sevginin eserleri, kulun o sevginin sebeplerini yerine getirmesiyle kulda zuhur eder. Ayette geçen ’Bana tabi olun’ sebeptir. Muhabbetin tamam olduğu manasına gelmez. Sadece muhabbetin kulun üzerinde zuhur etmesinin sebebidir ittiba.
Bu sevginin kulun üzerinde zuhur etmesinin sebeplerine gelince:
Allah’ın kulunu muvaffak kılması, o kula icabetle yönelmesi, kulunu uzaklık ve kopukluk sebeplerinden koruması. İşte bütün bu şeyler Allah’ın inayetinin bu kula tekaddüm ettiğine delalet eder. Dolayısıyla ibadet ve taatlardan biriyle iştigal etmek, Allah’ın kulu üzerine inayetinin bir delilidir. Şayet Allah’ın kula olan inayeti olmasa o kulu ihmal eder, onu muvaffak kılmaz. Öyleyse tevfik, Allah’ın kula yönelmesinin ve kabulünün alametlerindendir. Bundan dolayı Rasûlulah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: ’Muhakkak ki zamanınızın günleri içerisinde Rabbinizin, (zatına yaklaştıran) tecellileri(, bağışları, rahmet esintileri) vardır. Şu halde kendinizi ona arzedin. Umulur ki size o (tecelli)lerden bir tecelli isabet eder de ondan sonra ebediyen şaki (bedbaht, mahrum, mutsuz) olmazsınız.’4
Bu rahmet esintilerine yönelmek, ancak rahmetin sebeplerinden bir sebeple olur. Çünkü Allah’ın en büyük olan rızasına ancak rızasının zuhur yerlerini aramakla ulaşılır. Allah’ın sevgisinin masiyetle açılması mümkün değildir.
Allah (c.c.), Sahabe-i Kiram’dan daha onları yaratmadan önce razı oldu. Çünkü onlara olan muhabbeti tekaddüm etmişti. Şu delille ki; Allah (c.c.) onları daha yaratmadan önce övdü. Onları sadece Kur’ân’da övmedi. Tevrat ve İncil’de de övdü.
’Muhammed Allah’ın rasulüdür. Onun maiyyetinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (ve metîn), kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû’ ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onlar Allah’tan (dâima) fazl (-u kerem) ve rıza isterler. Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. İşte onların Tevrât’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini yarıp çıkarmış, gitgide onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, sakları üzerine doğrulup kalkmış bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. (Ashab hakkındaki bu teşbîh) onunla kâfirleri öfkelendirmek için(dir)…’5
’Bu onların Tevrat’taki ve İncil’deki misali’ demesi, inayetin daha onlar yaratılmadan tekaddüm ettiğine delildir. Hatta onlar henüz zikredilmeyen bir şey değilken bile. Bu şuna delalet eder: Allah (c.c.) onları ezelde tekaddüm eden inayetinin bir eseri olarak hidayete erdirdi ve gönüllerini İslam’a inşirah etti. Dolayısıyla onlar İslam’a kendilerinden olan bir teveccühle ve ihtiyarlarıyla değil, ancak Allah’ın dilemesinin onların dilemesinin önüne geçtiği için hidayete erdiler. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: ’Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.’6
Özetle şöyle diyebiliriz: muhakkak ki Allah’ın kula olan sevgisi, kuldan olan bir sebepten kaynaklanmasa bile bu sevginin kulun üzerinde zuhurunun sebeplerine dayalıdır. Şayet bu böyle olmazsa, Allah’ın emrettiklerinin ve nehyettiklerinin hikmeti ortaya çıkmaz. Mükellefiyetlerle irtibatlı olan hikmetler vardır. Amele karşı cezanın terettüp etmesi için bir sebep lazımdır. Yani biz inayete bakıp da bize meşru kıldığı ibadetlerdeki hikmete iltifat etmezsek Allah’ın peygamberler göndermesindeki, kitaplar indirmesindeki hikmetini işlevsiz/geçersiz kılmış oluruz.
Peki bu ibadetler, taatlar ve nafilelerin eserleri var mı yok mu?
Elbette var. Bu amellerin neticeleri inkâr edilemez. Vakitlerini oyun ve eğlence ile boşa geçiren bir insanla, vakitlerinin çoğunu ibadetle ve Allah’a yönelme ile geçiren bir insanı eşit tutamayız. Allah’a yönelmenin mutlaka insanın hayatında bir tesirinin olması gerekir. Ve insanın sülûkunde, Allah’a seyrinde tesiri olması gerekir. Tıpkı insanın iştigal ettiği amelin, inayetin takaddümünün bir neticesi olduğu gibi.
Allah (c.c.) bir kulunu severse, onu istimal eder/kullanır. Peki, nasıl kullanır?
Cevap: Bu hayatta onu debelenmeye terk etmez. Rabbi ile arasına perdeler girmeden ve engeller onu sarmadan önce, Allah (c.c.) inayeti ile kulunu kuşatır ve onu korumaya alır. Hayatın darbeleri onu kuşatmadan inayeti ile onu bezer. İşte kulunu istimal/kullanmasının manası budur. Böylelikle onu hizmette ikame eder.
Hizmetin manası nedir? Rabbimiz (haşa) hizmete mi muhtaç?
Elbette ki hayır. Bundan murat şudur; Allah’ın (c.c.) kulunun üzerinde olan hakları vardır. Kul bu hakların bazısını yerine getirmesiyle Allah (c.c.) onu hizmette ikame eder. Allah’ın hakları ise kullarının üzerinde çoktur. Bu haklar o kadar çoktur ki bütün çaba ve gayretler ona ulaşmadan, o hakkı yerine getirmeden inkıtaya uğrar. Kulun, Allah’ın en az bile rububiyyet hakkını yerine getirmesi mümkün değildir. Buna rağmen Allah (c.c.) kuldan az olanı da kabul ediyor. Salih amellerin azını kabul ederken, masiyetlerden de birçoğunu bağışlıyor. Hatta büyük günahların çoğunu dahi affediyor. ’Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünün sırtında hiçbir canlı bırakmazdı.’7
Öyleyse Allah’ın (c.c.) kulunu muvaffak kılmasının sebebi nedir?
Cevap: Kulun devamlı rabbi ile meşgul olması, O’na yönelmesi, bütün dertlerini, O’nun kapısına koyması, sadece O’na boyun büküp itaat etmesi, sadece O’ndan talep etmesi, O’ndan gayrı hiç kimseye yaranmaya çalışmaması ki, kulun bütün işin, emrin küçüğünün-büyüğünün, incesinin-kalınının, başının-sonunun hepsinin Allah’a (c.c.) ait olduğunu bilmesi ve kâinatta hiçbir zerrenin O’nun ilmi ve iradesi olmaksızın hareket etmeyeceğini bilmesi sebebiyledir.
İşte bu hakikati bilen bir kul, bundan dolayı Allah’ın (c.c.) gayrisine bağlanmayı bir aldanma olarak görür. Bu aldanma, insanı helake/mahrumiyete ve bağın kesilmesine götürür, sürükler. Senin sığınman O’ndan gayrisine ise, O’nun kapısından başka bir kapıya boynunu büktün ise, O’ndan gayrısından yardım istedin ise, hayrı O’nun kapısında değil de mahlûkatın (yaranmaya çalıştığın kulların) kapısında gördün ise, işte hiç şüphe yok ki, bu hal sahibine dünya ve ahirette zayi olmayı haykırır. Bu halden Allah’a (c.c.) sığınırız.
Şu hakikati unutmayalım ki, Allah (c.c.) kimi severse onu kendisiyle meşgul eder. Hasenî (Ehlibeyt) ve ariflerden olan eş-Şeyh Abdülmelik hazretleri ne güzel söylemiş:
Kim Sen’den istedi de mahrum ettin?
Kim Sana bağlanıp tutundu da onu kopardın, terk ettin?
Kim kendini sana teslim etti de Sen onu bıraktın?
Rububiyetin şânı böyle değildir. Büyük günah işlese de, asi olsa da Allah (c.c.) kendisine yöneleni reddetmez.
Aynı zat bir başka sözünde şöyle dedi: ’İnsanlar kire bulanmış olandan uzak dururlar. Fakat Allah (c.c.) günah kirlerine bulananlardan uzak durmaz. Bilakis onlara rahmeti ile yönelir. O kul Allah’a (c.c.) yalvarırsa, yakarırsa, nida ederse, ’yâ Rabbi!’ derse veya Allah’tan (c.c.) mağfireti dilerse Allah (c.c.) hiçbir insanı ve asiyi reddetmez.’
Bu hayatta nice ayağı tökezleyenler oldu. Günah işlemek suretiyle nice ayakları kayanlar oldu. Fakat bu haldeki kul Allah’a (c.c.) yönelirse, Allah’ı (c.c.) kendini karşılar olarak bulur. Yani kul Allah’ı (c.c.) kendisine karşı nasıl bulur! Mağfiretiyle, affıyla ve ihsanıyla bulur. Buna ise Rabbine sadık olarak yönelmesi ve tövbesindeki ihlâsıyla ulaşır. Allah (c.c.) cömertlerin cömertidir. Allah (c.c.) ile kullar arasında hiç kıyaslama olur mu!
Allah’ın kuluna yönelmesinde hiçbir hikmet olmasa bile ’Kulunu kendisine güzel bir şekilde döndürmesi’ hikmet olarak yeterli olurdu.
Sana hayatın içerisinde verdiği bela ve musibetlerde yukarıda dediğimiz bu hikmet olsaydı bile bu yeterdi. Nitekim nice bela vardır ki, içinde atâ gizlidir. Allah’a güzel bir şekilde rücû etmenden daha güzel atâ ne olabilir ki! ’O (Rabbin) ki seni yarattı, seni insan olarak şekillendirdi ve seni dengeledi, terkibini de dilediği gibi yaptı.’8
Seni âlemin içerisindeki mahlûkat cinslerinden seçip, seni risaletlerin konusu kıldı. Peygamberleri senin için gönderdi. Kur’ân-ı Kerim’de muttaki kullarına vaadinde hep seni kastetti.
Senin Mevla’nın yanındaki kıymetin ne ile olur?
Şayet O’nu bilirsen, O’nun şanını yüceltirsen, bütün gayretinle O’na yönelirsen, her şeyinle O’nun kapısında durursan, nefsini O’nun kapısının eşiklerine atarsan, Mevla’nın yanında kıymetin olur. Allah (c.c.) bir saili/yakaranı reddetmekten beridir. Çünkü O (c.c.) cömerttir.
Öyleyse bu ibadetler, taatlar, nafileler, ister Recep ayında, ister Şaban ayında, ister Ramazan ayında, isterse de diğer günlerde eda ettiklerimiz, Allah’ın (c.c.) amele takaddüm eden sevgisinin kulunun üzerinde geniş şekilde bir izharıdır. Bütün günler Allah’ın (c.c.) günleridir. Fakat Efendimiz (s.a.v.) yukarıda ismi zikredilen günlerde ve bazı zaman dilimlerinde taatı ziyadeleştirmiştir. Bu günlerin Allah’ın (c.c.) katında bir hususiyeti olmasaydı, Efendimizin (s.a.v.) bu günlerde taatını çoğaltmasının bir manası olmazdı. Mesela bu günlerde oruç tutmak bidat değildir. Çünkü Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu günlerde oruç tutmuştur. Müslümanlar da bu aylarda ibadet ve taatla daha ziyade meşgul olmuşlardır. Örneğin Peygamber efendimiz (s.a.v.) amellerin Şaban ayında hz. Allah’a (c.c.) arz olduğunu haber vermiştir. Ve kendisinin de oruçlu iken amellerinin Allah’a (c.c.) yükseltilmesini sevdiğini haber vermiştir.9
Yeri gelmişken şunu da bilmek gerekir. Şaban ayında amellerin yükseltilmesinin manası zahiri anlamda yükseltilmesi demek değildir. Yükseltilmesinden maksat amellerin kabul edilmesidir. Yani Şaban ayı amellerin senelik olarak kabul edildiği bir aydır. Rasûlullah (s.a.v.) efendimizin ’Ben de amelimin oruçlu iken yükseltilmesini isterim’ kavlinden kastedilen mana şudur: ’Ben de amelimin oruçlu iken kabul edilmesini isterim.’
Bu aylarda yapılacak ameller belirli bir ibadetle sınırlı değildir. Bilakis ibadetlerde çeşitlilik vardır. Oruç, gece namazı, tesbih, tahmid, tehlil, tekbir, istiğfar, salavat, Kur’an tilavetidir ki o da zikirlerin en büyüğüdür.
İbadetler, Allah’ın (c.c.) hakkını yerine getirmede bıkkınlık olmasın diye çeşitli çeşitli kılınmıştır.
Allah (c.c.) seni yakınlık örtüsü üzerinde dolaştırıyor ki, sen yalnızca bir ibadetle meşgul olup bıkmayasın diye. Farzları yapacaksın. Nafilelere gelince, Mevla’mız onları çeşitli kıldı ki seni biraz oruç tutanların içerisinde, biraz gece namazı kılanların içerisinde, biraz Kur’an okuyanların arasında, tesbih edenlerin, temcid edenlerin, takdis edenlerin, istiğfar edenlerin arasında görsün.
Bak Mevla’mız ne buyuruyor: ’Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.’10
Bütün bunlar hizmetin çeşitleri değil mi! Peki sen niçin kendini kitleyip kapatıyorsun. Ve bir ibadetle uğraşıyorsun. İblis de gelip seninle dalga geçiyor, aldatıyor. İblis niye böyle yapıyor? Çünkü İblis her amelin senin üzerinde bir semeresi ve neticesi olacağını biliyor. O seni bütün bu semerelerden mahrum etmek istiyor.
Şunu da unutmayalım ki, yerine getirmesi çok kolay olan ameller var. Bunlar insana hiç meşakkat vermeyen amellerdir. Fakat bu amellere verilen ecir insanın tasavvurunun üzerindedir. Örneğin ’Dile hafif, mizanda ağır, Rahmân’a sevgili iki kelime vardır (ki bunlar); ’Subhânallâh ve bi-hamdihî, subhânallâhi’l-azîm/Allah’ı hamdiyle tespih (her türlü noksanlıktan tenzih) ederim! Yüce olan Allah’ı tespih (her türlü noksanlıktan tenzih) ederim.’dir.’11
Biz bu amellerin kolay oluşuna değil, maksuda ve neticesine bakarız. Mübarek gün ve geceler de fırsattır. Bakınız Kadir gecesi bir gecedir, ama ihya edebilen için seksen yıllık kulluğa bedeldir. Bu ise bizim için bir rahmet değil midir! Biz ömrümüzün seksen yıl sürebileceğini biliyor muyuz! İşte bu mübarek günlerde bize geçmişi de telafi etme imkânı verilmiş oluyor.
Allah’ın (c.c.) bugün seni yaşatması senin için bir fırsattır. Eğer yaşıyorsan bir fırsat değil, birçok fırsatlar vardır. Senin yerine getirebileceğin birçok ameller var ki, Allah (c.c.) Habibi’nin lisanı üzere onları sana mendup kıldı. Mesela, kardeşinin yüzüne tebessümün sadakadır, yol göstermek sadakadır, tökezleyeni kaldırmak sadakadır, yolda eziyet veren bir şeyi kaldırmak, mazluma yardım, emri bil maruf nehyi anil münker, gözü harama kapatmak sadakadır. Yapmasa bile bir hayra vesile olmak onu yapmak gibidir. Bu saydıklarımız birçok fırsatlardan az bir kısmıdır.
O zaman sen bu mübarek gün ve gecelerde oruç tutanlardan olsan, gece ibadeti yapanlardan olsan, Allah’ı (c.c.) çokça zikredenlerden, O’nun kapısında bekleyenlerden, sabredenlerden, razı olanlardan, tevekkül edenlerden, tesbih edenlerden olsan mı daha iyidir, yoksa bütün bu hayırlara bidat diyenlere kulak verip, mahrum olanlardan olmak mı senin için daha iyidir!
Dersen ki; niye bu günler ve bu aylar?
Çünkü Allah (c.c.) rahmetini dilediğine ve dilediği şekilde has kılar.
’Allah rahmetini ancak dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sahibidir.’12

(Endnotes)
1 Buhârî, Rikâk 38.
2 Âl-i İmrân, 3/31.
3 el-Mâide, 5/54.
4 Taberânî, Kebîr, c.19, s.233, h.no:519, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire.
5 el-Feth, 48/29.
6 et-Tekvîr, 81/29.
7 el-Fâtır, 35/45.
8 el-İnfitâr, 82/7-8.
9 Bkz., Nesâî, Sıyâm, 70.
10 et-Tevbe, 9/112.
11 Buhârî, el-Eymân ve’n-Nuzur, 19.
12 el-Bakara, 2/105.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.