Özlenen Rehber Dergisi

140.Sayı

Aşk Yolunda

İsmail TORAMAN Özlenen Rehber Dergisi 140. Sayı
Sözlükte; aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi (TDK) olarak geçen aşk, tehlikelerle örülmüş, tarifi pek mümkün olmayan bir yoldur. Bundan dolayıdır ki aşk yolunun yolcusunun gözü kara olmalıdır. Bir an bile tereddüt etmeden kendini ateşlere atan pervane misali, kendini aşka adamalıdır.
İlk önce bir duygudur aşk, aşkın bir duygudur. Bir defa müptela olan kimsede başka hiçbir duygudan iz bırakmayan silici bir duygudur. Bir derttir aşk, hem de yanında diğer bütün dertlerin bir hiç olduğu en büyük bir derttir. Bu derde duçar olan kimse, ilginçtir ki derdiyle mutludur, hâlinden son derece memnundur. Aşk derdiyle hoş olma hâlini, kadim âşıkların hayatlarında da rahatlıkla görebiliriz. Onlar aşk derdini kendilerine dert edinmemişlerdir ve bu derdin tedavisini de istememişlerdir. Dizginlenmesi mümkün olmayan bir duygudur aşk. Zaten âşık olan kişi de bu duygusunu dizginlemek istemez. Âşık olan kimseyi sükûnete erdirecek olan yegâne kişi maşuktur. Bu sebepten onun için ulaşılması çok güç olan sevgiliden gayrısı önemini yitirmiştir.
Aşk, ancak içine düşenlerin anlayabildiği fakat onların da tarif etmekte bir hayli zorlandıkları gizemli bir duygudur. Nitekim bunu Mevlana hazretlerinin şu cevabından da rahatlıkla anlayabiliyoruz. Mevlana Hazretleri kendisine ’Aşk nedir?’ diye soran birisine, ’Ben ol da bil!’ diye cevap vermiştir. Görüldüğü gibi bu özel duyguyu yaşamak ne kadar zorsa, onu tarif etmekte o kadar zordur.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) irtihalinden sonra ortaya çıkan tasavvufi akımlar, Efendimiz (s.a.v.)’den aldıkları ilhamla insanları, tarif etmesi dahi neredeyse imkânsız olan hakiki aşk yoluna davet eden birer mektep olmuşlardır. Bu mekteplerde aşk, tarif edilmekten daha çok yaşanır olmuştur. İçlerinde nice büyük âşıkların yetişmiş olduğu bu mektepler asırlar boyu insanları aşka davet etmişlerdir. Yine bu tasavvufi akımlar, Allah’a ulaşmada aşkı vazgeçilmez bir vasıta olarak görmüşlerdir.
İşte bu tasavvuf yollarının büyükleri aşkı iki şekilde ele almışlardır: Mecazi ve Hakiki aşk. Mecazi aşk, yaratılmış bir surete âşık olmaktır. Mutasavvıflar bu aşkı, hakiki aşka götüren bir vasıta olarak görmüşlerdir ve belli sınırlar çerçevesinde hoş karşılamışlardır. Hakiki aşkı yüklenmek ilk etapta çok zordur, bu noktada devreye mecazi aşk girmiştir ve hakiki aşka ermek için bir basamak olmuştur. Hakiki aşk ise; sevilmeye en layık olanı yani Allah’ı sevmek, O’nda yok olmaktır. İşte bu nokta aşığın kemale erdiği noktadır.
Aşk kavramı son zamanlarda öyle hoyratça kullanılır oldu ki ister istemez birçok insanda, bu birçok insanın içerisine kendimi de dâhil ediyorum, aşk kelimesine karşı bir antisempati oluştu. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Mevlana Hazretlerinin dahi tarif edemediği aşk kavramı, bu gün işin ehli olsun ya da olmasın birçok insanın uğraş alanı hâline geldi. Bunların çoğunda da söz konusu olan aşk tasavvufi manadaki aşktır. İnsanın içini acıtan da tasavvufi aşktan bahseden insanların birçoğunun tasavvufla uzaktan yakından ilgisinin olmaması, bir tasavvuf yolunun kapısından dahi geçmemiş olmalarıdır. Aşk her şeyden evvel yaşanılması gereken bir hâldir. Bundan dolayıdır ki aşkı en iyi bilinler imanları aşk hamuruyla yoğrulmuş olan Peygamberler ve Allah Dostlarıdır. İşte örnekler:
Aşk, Zekeriya peygamber gibi ağaç kovuğunda testereyle biçilirken hiç ses etmemek, Eyüp peygamber gibi hastalıklara duçar olup hiç şikâyet etmemek, Hz. İbrahim gibi ateşe atılırken yalnızca Rabbini vekil bilmek, oğlu Hz. İsmail gibi kurban olmaya rıza göstermek. Yusuf peygamber gibi kuyu ve zindan arası yolculuk yapıp hâline şükretmek ve Peygamber Efendimiz gibi Taif’te taş yağmuruna tutulup yine de davasından dönmemektir. Ve aşk, Hallac-ı Mansur gibi idam sehpasında sallanmaktır. Daha nice sayamadığımız Peygamber ve onların halifeleri gibi belalardan belaya koşmak ama hiç şikâyet etmemektir aşk.
Görüldüğü gibi hakiki aşk bu dünyada insana bela ve musibetten başka hiçbir şey getirmemiştir. Aşk hususunda, âşık oldum demeden önce evvela bilinmesi gereken de öyle sanıyorum ki budur. Efendi Hazretlerinin de sohbetlerinde sık sık bahsettiği üzere Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri Allah Tealâ’yı sevdiğini söyledikten sonra, ki bu hakiki bir sevmedir, başına nice musibetler gelmiştir. İşte bu da onun aşkında samimi olduğunun kanıtı ve neticesidir.
İlahi aşkla sermest olmuş, aklını yitirmiş kişilerin kıssaları dillerden dile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bunlar içerisinde en etkileyici olan ve aşkın ne derece engin bir duygu olduğunu su götürmez bir açıklıkla ispat edenlerden biri de İsa Peygamberin bir kıssasıdır.
Bir adam gelir İsa Peygambere ve der ki ’benim için Rabbine yalvar, ben her an onunla olayım.’ Hz. İsa buna dayanamazsın dese de adamın ısrarına daha fazla dayanamaz ve yalvarır Yaratana. Aradan günler geçer, dua isteyen adam ortalıklarda görünmez olur. İsa Peygamber insanlara ona ne olduğunu sorar. Derler ki; ’o deli divane olup dağ taş gezer oldu, şimdi de falanca dağdadır.’ Hemen adamın yanına gider Hz. İsa (a.s.). Bir garip haldedir adam. Uçurumun kenarında öylece oturmuş bekliyor. Hz. İsa seslenir ancak cevap alamaz. Yanına yanaşıp dokunur ama adam hiç hissetmez. O sıra Allah Teâla’dan bir nida gelir, ’Ey İsa! O adam şu an bizimle meşgul, sen ona bırak dokunmayı, onu kıtır kıtır kessen yine sana cevap vermez.’ Bu kıssadan sonra diyecek tek söz kalıyor. Aşk dedikleri işte bu olsa gerek.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.