Özlenen Rehber Dergisi

140.Sayı

Binti Rasûl Zeyn-eb (babasının Süsü)

Kader USLU Özlenen Rehber Dergisi 140. Sayı
Hz. Zeyneb (r.anha).. Rasûlullah Efendimizin ilk kızı ve ikinci çocuğu.. kızların en büyüğü.. İmanın ve İslam’ın en zor zamanlarında babasının yanından ayrılmayan iman abidesi.. küçük yaşında imanla şereflenmiş nadide insan..
Zeyneb Arapça’da ’değerli taşlar ve mücevherler’ demekken diğer bir manası birleşik isim olarak Zeyn-Eb şeklinde ’babasının süsü’ demektir. Hz. Zeyneb hicretten 23 yıl önce, Efendimiz 30 yaşlarındayken dünyaya geldi. Hane-i Saadet’in bu ilk kız misafirini Rasûlullah Efendimiz (s.a.s) böyle güzel bir isimle şereflendirmiş; evinin ve kendisinin ziyneti kabul etmiş, evlâdının doğumundan duyduğu memnuniyeti bu şekilde izhar etmekle, içinde bulundukları cahiliye devrinin kötü bir âdetine de muhalefetini göstermiştir. Çünkü yaşadıkları devrin insanları, erkek çocukları doğduğunda sevinip bayram yapan, doğan kız çocuğuysa yüzleri kararıp somurtan bir haldeydiler.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s) bir hadis-i şerifinde, ’Çocuğun babası üzerindeki hakkı, güzel isim koyması, evlenecek yaşa geldiğinde evlendirmesi ve ona Kur’ân öğretmesidir’ buyurmuştur. Demek ki çocuğa verilen güzel isim hem çocuğun hakkı, hem de anne baba tarafından kendisine verilen değerin bir tezahürüdür.
Efendimiz (s.a.v.) kendisine doğum haberi verilince Rabbine hamdetti. Hatta ’Ben kız babasıyım’ diyerek iftihar etti.
Ardından 4 kardeşi daha olan Zeyneb hızla olgunluğa erişti ve ev işlerinde, kardeşlerinin bakımında annesinin en büyük yardımcısı oldu. Rasûlullah Efendimize peygamberlik vazifesi verildiğinde Zeyneb 10 yaşlarındaydı. Hz. Hatice’nin iman etmesinden sonra Hz. Zeyneb de babasının kutlu davasına katıldı ve ilk iman edenler arasında yerini aldı.
Hz. Zeyneb ev hanımlığında kendini geliştirmiş maharetli bir kızdı. Bu hali onun gelinliğe hazır olduğunu gösteriyordu.
Teyzesi Hale’nin Ebü’l-As adında kendisiyle yaşıt bir oğlu vardı. Evlerine sık gelip giderdi. Zeyneb’teki nezâkete, güler yüze, işindeki becerikliliğe ve olgun davranışlarına hayran kalırdı. Hz. Hatice annemiz de yeğenini çok severdi. Onun Zeyneb’e karşı ilgi ve sevgisi gözünden kaçmazdı. Evlilikte mutlu olabilmek de bu sevgiye bağlıydı.
Ebü’l-As İbni Rebî herkesin güvenini kazanmış, kimsenin hakkını üzerine geçirmeyen, dürüst bir tüccardı. Şam ve Yemen taraflarına ticarete giderdi. Her dönüşünde teyzesine ve çocuklarına hediyeler getirirdi. Zeyneb de bu ilgiden ve hediyelerden memnun kalırdı. Ebü’l-Âs bu şekilde teyzesinin sevgisini kazanmıştı.
Ebu’l-Âs’ın ailesi, onunla evlenmesi için Zeyneb’e talip oldu. Hz. Hatice onun bu temayülünü daha önce sezip memnun olmuştu. Hz. Peygamber’in ve Zeyneb’in de uygun görmesi neticesinde muhtemelen on beş yaşlarında iken onunla evlendi.
İkiside meziyetleri yüksek bir şahsiyetlerdi. Birbirlerini sevdiler. Teyze zaten yarı annedir, gelinine kol kanat germişti, görünüşte her şey yolundaydı; fakat ne çare ki, Ebu’l-As bin Rebi bir müşrikti. Kayınpederini tasdik etmemiş, henüz Müslüman olmamıştı. Evlilikte denkliğin (küfüv halinin) bütün şartları geçerli görüldüğü ve henüz Müslümanın müşrikle nikâhlanamayacağı ile ilgili hüküm de gelmediği için başlangıçta bu durum bir engel sayılmamıştı.
Hz. Zeyneb’in (r.anha) hayat serencamında, özellikle bu evlilik safhasında yaşadıkları; baştan sona onun imtihanı, bizim içinse çok ibretli dersler alacağımız mesajlarla doludur. Öte yandan, Peygamber Efendimizin (s.a.s) bir aile reisi, baba, kayınpeder, dede olarak ailesinin fertleriyle olan münasebetlerindeki tutum ve davranışları onları daha yakından tanımamızı sağlayacak ve bize rehber olup ışık tutacak eşsiz kıymette ipuçlarını önümüze koyar.
İslâm’ın gelişi ve tevhide davet Mekke’deki bütün yerleşmiş anlayışları yerle bir ettiğinden, Kureyş büyük bir muhalefet göstermiş; daha önceden geçerli olan bütün akrabalık hukuklarını tarumar ederek, Müslümanlara karşı işkenceye dayalı baskıcı bir tutum takınmıştır.
Bu hengâmede, Hz. Zeyneb (r.anha) için durum daha bir zordur. Çünkü o iman ve nesep yoluyla Allah ve Rasûlüne, evlilik yoluyla da eşine bağlıdır. Ne yapacaktır, yolları ayırsın bağları koparsın mı, yoksa iman şerbetini yudumlayanların arasına eşini de katmak için çaba mı sarf etsin Hz. Zeyneb... Elbette o, bu ikinci ve zor olanı tercih etmiştir.
Mekke müşrikleri de şiddet kullanmaya başlamışlardı. Allah Teâlâ müslümanları o zâlimlerin elinden kurtarmak için hicrete izin verdi. Sevgili babası, annesi, kardeşleri birlikte hicret ettiler. Zeyneb (r.anhâ) ise Mekke’de yalnız kaldı. Kocası Medine’ye gitmesine izin vermedi.
Zeyneb (r.anhâ)’ya bu ayrılık çok dokundu. Müşrik birisiyle evli olmasına çok üzülüyordu. Fakat sabırdan başka çaresi de yoktu. Zira hayat bir imtihandı. Bu sıkıntılardan ancak sabırla kurtulacağına inanıyordu. Sabretti, sebat etti ve neticeye erdi.
Hicretten bir sene sonraydı. Mekkeli müşrikler Medine’de toplanan müslümanlara savaş ilân etti. Kuvvetli bir ordu ile Bedir’e geldi. Müslümanlar sayı ve techizat bakımından zayıftı. Ama Allah Teâlâ’nın yardımının kendileriyle olduğuna inanıyorlardı. Bu imanla meydana atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Allah Teâlâ görünmeyen ordularıyla müslümanlara yardım etti ve zaferi elde ettiler. Müşriklerin kimisi kaçtı, kimisi esir alındı. Rasûlullah (s.a.s) Efendimizin damadı Ebû’l-As da esirler arasında idi.
İki Cihan Güneşi Efendimiz (s.a.v.) savaştan sonra ashabını toplayıp esirler hakkında istişarede bulundu. Sonra vahiy geldi ve esirler fidye karşılığı serbest bırakılacaktı. Ebû’l-As Mekke’de hanımı Zeyneb’e haber gönderdi. O da bir miktar para ile annesinin hediye ettiği gerdanlığı gönderdi. Allah Rasulüne bir gerdanlık uzatıldı, ’kızınız Hz. Zeynep göndermiş, beyinin fidyesi olarak…’ Şefkat peygamberinin gözleri doldu. Çünkü bu gerdanlık, kızının düğününde Hz. Hatice’nin taktığı kendi gerdanlığıdır.
Yaşlı gözlerle konuştu Nebi (s.a.v.);
’Onu salıverseniz, gerdanlığı da Zeyneb’e gönderseniz olur mu?
’Olur yâ Rasûlallah, sen üzülme!
Sen bize canlarımızdan daha azizsin!
Buyur, canımız feda sana, yeter ki sen üzülme!’
Bunun sonucunda serbest bırakılan Ebul As’tan, Mekke’ye dönünce Hz. Zeyneb’i Medine’ye göndereceğine dair söz alındı. Zira yeni gelen bir vahiyle Müslüman olan hanım, müşrik bir erkeğe haram kılınmıştı. (Mümtehime Sûresi 10) O da söz verdi ve sözünde durdu.
Ebu Süfyan’ın karısı Utbe kızı Hind ona ’İşittiğime göre babanın yanına gitmek istiyormuşsun’ deyince Zeyneb ’Hayır, yok böyle bir şey’ dedi. Hind tekrar ’Amcakızı, bana doğruyu söyle. Eğer yolculuğun için ihtiyaç duyduğun bir şey varsa, imkânım var, sana yardımcı olabilirim. Benden gizleme, zira erkekler arasındaki düşmanlık kadınları ilgilendirmez.’ dedi. Zeyneb annemiz bu teklif için der ki: ’Ben onun samimi olduğuna kanaat getirmekle beraber, korkumdan yine de gerçeği söylemedim.’
Zeyneb (r.anhâ) eşyalarını toparlayıp hazırlığını tamamlayınca anneciğinin kabrini ziyaret etti. Kızı Ümame ile birlikte kabrin başına vardı. Gözyaşları içinde, hıçkırıklara boğularak Kur’an okuyup dualar ederek can anneciğine veda etti. Müslüman olmuş komşu hanımlarıyla da helalleşti. Öğleden sonraydı teyzeoğlu Kinâne onu Mekke dışına çıkarıp Medine’den gelen Peygamber (s.a.v.) Efendimizin evlâtlığı Zeyd (r.a.)’a teslim edecekti. Eşyaları deveye yüklendi. Önce Zeyneb bindi deveye, sonra da kızı Ümame’yi aldı yanına. Kinane devenin yularını tuttu ve hareket ettiler. Zeyneb tekrar kocasına baktı. O da ona bakıyordu. Her ikisi de ağlıyordu.
Zeyneb, Medine’ye babası ve kızkardeşlerinin yanına gidiyordu. Hamile olduğu halde kocasının yanında kalmamıştı. Kocası da onun bu haline çok üzülmüştü. Hatta ayrılığına dayanamadığı için kardeşi Kinane ile göndermiş ve babana söz vermiş olmasaydım göndermezdim Zeyneb’im diye oturup ağlamıştır.
Kainatın Efendisinin (s.a.v.) kızının, herkesin gözü önünde çıkmasını kendi açılarından itibar kaybı ve taviz olarak algılayan Kureyş büyükleri peşine adamlar takıp gidişini engellemeye kalktılar, devesini ürküttüler, Zeyneb (r.anhâ) ve kızı da yere yıkıldılar. Kinane saldırganlarla çarpışmaya başladı. Zeyneb’i yara bere içerisinde görünce yüreği dayanamadı ve saldırganlara ’Yaklaşmayın! Kalbinize oku saplarım’ diye tehdit ederek onları korumaya çalıştı.
Kinane keskin nişancı ve usta ok atıcısıydı. Onlara ’Yaklaşmayın, hiç acımam, kalbinize oku saplarım’ dedi. Onlar da seninle bir alışverişimiz yok Kinâne. Sadece Zeyneb’i götüremezsin, dediler. Ebû Süfyan araya girdi ve onu ikna etmeye çalıştı.
Kinane!.. Hhalkın gözü önünde güpegündüz yola çıkmanız doğru bir hareket değil. Sen Muhammed’in başımıza getirdiklerini biliyorsun. Onun kızını böyle açıktan alıp götürmen bizim aczimize delil olacaktır. Bu işi sen geceleyin hallet. Şimdi Mekke’ye götür. Halkın itirazı kesildikten sonra gizlice al ve götür dedi.
Kinâne, tamam dedi ve yara-bere içerisinde kalan Zeyneb (r.anhâ)’yı Mekke’ye götürdü. Atike halanın titiz bir şekilde bakımıyla birkaç gün içerisinde kendine gelen Zeyneb (r.anhâ )’yı tekrar geceleyin gizlice Mekke’den çıkarttılar. Kendilerini bekleyen Zeyd (r.a.) ve arkadaşlarına teslim ettiler.
Zeyneb (r.anhâ) hevdecin içinde giderken kocasının hidayeti için sürekli duâ ediyordu. Ebû’l-Âs ile 16 yıl beraber yaşamışlardı. Ondan en küçük sert, kaba bir hareket görmemişti. Aralarında sevgi, şefkat ve merhamet hâkimdi.
Bu küçük kafile zor bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı. Hz. Zeyneb babasına ve kardeşlerine kavuşmanın sevinciyle bütün ağrılarını unutuverdi. İki Cihan Güneşi Efendimiz de dâmadının bu davranışını takdirle karşıladı ve ’bana doğruyu söyledi, söz verdi ve sözünü yerine getirdi.’ buyurarak onu taltif etti.
Hz. Zeyneb Medine’de huzurlu fakat kocası Ebû’l-Âs ise sıkıntı içerisindeydi. Kendisini ticârî seyahatlere vermişti. Hicretin 6. yılında ticaret kervanıyla Şam’dan dönerken Medine civarında Îs Mevkiinde baskına uğradı. Kervanın etrafı sarıldı. Kervancıbaşı Ebû’l-Âs olduğu görülünce seriyye komutanı tarafından kimsenin öldürülmemesi istendi. Canlarını emniyette gören kervandakiler de karşılık vermeden, çarpışmadan teslim oldu. Kervan Medine’ye götürüldü. Şehre girince Ebû’l-Âs bir yolunu buldu ortadan kaybolup kaçtı ve Zeyneb’in kapısına vardı. Ondan eman diledi. Sabah namazı vakti idi. Zeyneb (r.anhâ) hemen mescide koştu ve yüksek sesle kendini tanıtıp Ebû’l-Âs’ın kendi emanında olduğunu duyurdu. Sevgili Peygamberimiz de ’Zeyneb’in eman verdiğine biz de eman verdik’ buyurdu.
Hz. Zeyneb, Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimize geldi. Ne yapmalıyım diye sordu. Efendimiz (s.a.v.) de ’Kızım, ona ikramda bulun; fakat uzak dur. Çünkü birbirinize helâl değilsiniz’ buyurdu. Zeyneb hızla evine vardı. Ebû’l-Âs kapının önünde hâlâ ayaktaydı. İçeri buyur edip yemek hazırladı ve kızı ile birlikte yemek üzere önlerine koydu.
Efendimiz (s.a.v.) alınan ganimet ve esirler konusunda ashabıyla istişare yaptı ve onlara, ’Uygun görürseniz, Ebû’l-Âs’ın bütün mallarını ve arkadaşlarını geri veriniz!’ buyurdu. Zira Ebû’l-Âs’ın gönlü artık İslâm’a açılmıştı. Bütün malları ve adamları geri verildi. Bu hadise Ebû’l-Âs’a çok tesir etti. Oracıkta müslüman olmaya karar verdi. Fakat ilân edemedi. Emanetleri sahiplerine verip öyle ilân etmeliydi. Derhal Mekke’ye doğru yola koyuldu. Gönlü Medine’de kaldı.
Kervanı karşılamaya gelenleri toplayan Ebû’l-Âs, bütün malları sahiplerine dağıttı. Sonra ’Ben de herhangi bir alacağı olan kaldı mı?’ diye üç defa sordu. Her seferinde ’Hayır, yoktur.’ cevabını aldı. Daha sonra ’Beni nasıl bilirsiniz?’ diye sordu. Onlar da ’Doğru, dürüst ve güvenilir biliriz’ diye cevap verdiler. Tekrar ’Benden yalan bir söz işittiniz mi?’ dedi. Onlar da ’Hayır, işitmedik.’ dediler. Bunun üzerine ’Vallahi yanınıza gelmeden önce müslüman olmaya karar vermiştim. Ancak ’Mallarımıza konmak için din değiştirdi!’ demeyesiniz diye ilân edemedim. Ben şehâdet ederim ki; Allah’tan başka ilâh yoktur. Hz. Muhammed (s.a.v.) de O’nun kulu ve Rasûlûdür.’ diyerek kelime-i şehadet getirdi.
Müşriklerin şaşkındı. Ebu’l-As evine gidip eşyalarını aldı ve Medine’ye doğru yola çıktı. Gece gündüz dinlenmeden devesini sürdü. Sevgililere kavuşmak üzere yol aldı. Medine’ye ulaşınca doğru Mescid-i Nebi’ye gitti. Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) huzuruna vardı ve kelime-i şehadet getirdi. Oradan Efendimiz’in (s.a.v.) izniyle Sevgili Zeyneb’ine ve kızı Ümâme’ye kavuştu. Efendimiz (s.a.v.) nikâhlarını tazeledi. Böylece sıkıntılar tekrar sevince dönüştü.
Hidayetin Allah’tan, ancak kula düşenin tebliğ etmek… İslâm’ın; güzelliğini hâl ve kâl diliyle yaşatarak muhatabın gönlünü fethetmek olduğuna bu hadiseyle bir kez daha şahit oluyoruz. Hz. Zeyneb’in; muhabbet duygusunun Allah yolunda nasıl kullanılacağını, kadınlığa ait şefkatin ve kahramanca fedakârlığın müşrik bir eşi bile nasıl ıslah edip doğru yola getirebileceğini okurken; bir yandan da, yuvanın huzur ve selâmetinin, karşısındakine istekler ve beklentiler listesi sıralayarak gerçekleşmediğinde kıyametler koparmakla asla mümkün olmadığını, aksine sabır, tevekkül, hüsn-ü muamele, karı-koca hukukuna ait en küçük bir hatıraya bile saygı duymakla sağlandığını görmekle, tâ o saadet asırlarından bu asrın bîçare Zeyneplerine verdiği dersi mahcubiyetle, baş göz üzerine kabul ederek izlemekteyiz.
Hz. Zeyneb’in mutluluğu Ali isimli çocuğunun dünyaya gelişiyle daha da artmıştı. Ancak Ali çok küçükken vefat etti. Cenazesini dedesi defnedip, torununun bu haline rikkat ve şefkatinden gözyaşları döktü. ’Bu nedir, yâ Rasûllulah?’ diye soran Sahabisine, ’Bu, Allah’ın kullarının kalbine koyduğu bir rahmettir. Allah kullarından ancak merhametli olana rahmet eder’ buyurdu. Üzüntülü kızını ise, ’Şüphesiz Allah’ın aldığı da, verdiği de Kendisine aittir, herşeyin tayin edilmiş bir eceli vardır’ sözleriyle teselli edip itidale davet etti. Ölüm karşısında üzülmenin hak, ancak kadere itiraz eder tarzda bağırıp çağırmanın men edilmiş olduğunu ümmetine bu hâdise üzerinden gayet net şekilde anlatmıştı Allah’ın Habibi.
Onun (s.a.s) merhametinin ve muhabbetinin nasıl yüksek mertebede olduğuna ise Hz. Zeyneb’in vefatında, kızına yaptığı son görevle şahit oluyoruz. Sevgili annelerimizden Hz. Sevde ile Ümmü Seleme ve diğer hanım sahabîlerden Hz. Ümmü Eyman ile Ümmü Atıyye (r.anhûmâ) Hz. Zeyneb’in evine gittiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz onlara ’Onu yıkamaya sağ tarafından ve abdest âzalarından başlayınız. Tek sayıda üç-beş-yedi kere, hatta gerekli görürseniz bundan fazla yıkayınız. Sonunda suya kâfur yahut kâfurdan biraz koku koyunuz. Yıkama işini bitirince bana bildiriniz.’ Buyurdu.
Yıkama işi tamam olunca Efendimiz (s.a.v.) gömleğini gönderdi ve ’Bunu ona iç gömleği yapınız.’ buyurdu. Sonra cenaze namazını kıldırdı. Kabrin başına geldi ve kazılan kabre hüzünle baktı. Düşünceli ve üzgün bir vaziyette kabre indi. Biraz bekledi ve duâ etti. Sonra sevinç içerisinde dışarı çıktı. Oradakilere şu müjdeyi verdi: ’Zeyneb’in zayıflığını düşünüp, ona kabir sıkıntısını ve sıcaklığını hafifletmesi için Yüce Allah’a dua ettim, Allah duamı kabul buyurdu ve onun kabrini genişletip sıkıntısını giderdi.’ Ciğerparesinden ayrılışından dolayı gelen hüzün yerini, emanetini Emanetin Asıl Sahibi’ne, O’nun razı olduğu biçimde teslim etmeyi bilmekten gelen sürura bıraktı.
Hz. Zeyneb (r.anhâ) dini, imanı uğruna çok çileler çekti. Sabırla, sebatla bu sıkıntılara direndi. Müşrik kocasına karşı nezâket, edeb sevgi ve saygıyla hizmet etti. Onun gönlünü bu şekilde fethetti. İslâm’a kavuşmasına vesile oldu.
Sevgi en büyük bağdı. İnsanları birbirine yaklaştıran, birbirine hizmet ettiren en kuvvetli nesne manevî bir güç... Huzura kavuşturan, mutluluğa erdiren bir tılsım...
Peygamberimiz (s.a.s), Zeyneb’in yetimi Ümame’yi çok sever, namaz kılarken omuzuna alır, rükûda yere bırakırdı.
Hz. Âişe rivayet ediyor. Efendimiz’e (s.a.v.) bir gerdanlık hediye edilmişti. ’Bu gerdanlığı ailem içinde bana en sevgili olana vereceğim’ buyurdu. Bütün hanımlar kesin Ebu Kuhafe’nin kızına verecek diye beklediler. (Yani Hz. Âişe’ye.) Rasûlullah (s.a.s) gerdanlığı çıkardı ve torunu Ümame’nin boynuna kendi elleriyle taktı.
Cenâb-ı Hakk onları gereğince sevmeyi kalbimize lutfetsin ve bizleri onların yolundan ayırmasın.. Şefaatlerine nail olabilmek duasıyla...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.