Özlenen Rehber Dergisi

141.Sayı

Şirkin Karanlığı, Tevhîdin Aydınlığı ve Tasavvuf



Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi-adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn.

Tevhîd kelime îtibâriyle ’bir’i ihtivâ eder. Istılâhî mânâsı ise bütün put ve tâğutları nefyederek, ibâdet olunmaya lâyık olanın ancak Hz. Allah (c.c.) olduğunun bilinmesidir.
Tevhîd, her ne kadar ’bir’i ihtivâ ediyorsa da, bu sayısal yönden değildir. Öyle ki bütün mahlûkâtı ve kâinâtı (insanları, melekleri, cinleri, hayvanları, nebâtâtı, cemâdâtı, yer ve gök, dünyâ ve âhireti ve içindekileri) emirle yoktan var eden ve yarattıklarının rızıklarını tekeffül edip veren, hayat ve memâtlarından haberdâr olan, insanları cennet hayâtından dünyâ hayâtına sevk eden, bu âlem-i isbâtta (yâni dünyâda) gerek insanlardan, gerek cinlerden, emirlerine itâat edenleri rahmet evi olan cennete, itâat etmeyenleri de adâlet evi olan cehenneme gönderen ve yarattığı hayvânâtı, nebâtâtı, cemâdâtı, yeryüzündeki suları, yer altındaki mâdenleri insanoğlunun emrine veren, şerîki, nazîri, benzeri, vezîri olmayan, şânı büyük olan Yüce Allah’ın birliğidir. Yer, gök ve içindekilerin kendi lisânlarıyla zâtını tesbîh ettiği Hz. Allah’ın şânı çok yücedir.
***
Tevhîd, bütün sahte put ve tâğutları nefyederek, yalnız Allah’ın kendi varlığını ispatlayın bir kelimedir. Şöyle ki; ’Lâ’ dediğimiz zaman ’yok’ mânâsına gelir. ’ilâhe’ ise sahte ilâhları, putları, tağutları nefyedip ’illallah’ ile kendisinin var ve hak olduğunu ispatlar. ’Muhammedün Rasûlullah’ kelimesine gelince, ’Muhammed Allah’ın elçisidir’ mânâsına gelen hak bir kelimedir. Öyle ki, Cenâb-ı Hak tarafından gönderilen bütün emirleri ketmetmeden, bütün insanlara teblîğ eden nebî ve resûllerin son halkasını ifâde eder.
***
Tasavvuf, insanları, kötü olan hayvânî ahlâklardan, mâsivâlardan yükseltip, melekî bir ahlâka sâhip kılan bir olgudur. Kısaca güzel ahlâkı tamamlayıp olgunlaşmaya denir.
Tasavvuf ile tevhîd arasındaki ilişki ise; tasavvufun insanın bâtıl olan istek ve arzûlarını, kötü ahlâklarını Hz. Muhammed (s.a.v)’in ahlâkıyla değiştiren, ahlâken tekâmül ettirip insanlar sınıfına sokan bir yol olmasıdır. Nitekim bir âyette; ’Hevâ ve hevesini ilâh edinmiş...’ (Câsiye, 23) olan insanların ancak tek kurtuluş yolu olan tevhîdle ve tasavvuf yoluyla kurtulabileceklerine işâret edilmektedir.
***
Cenâb-ı Hak Ra’d Sûresi 28. âyet-i kerîmesinde; ’Uyanık olun ki kalbler ancak Allah’ı zikretmekle tatmîn olur.’ buyurmaktadır. Cenâb-ı Hak burada insanların kalblerinin tatmîn olabilmesi için, yâni içindeki mâsivâları, boş emelleri, arzûları, istekleri, lüzumsuz olan havâtırları ancak kendi zâtını tevhîd ederek, yâni ’Lâ ilâhe illallah’ demek sûretiyle nefyetmemizi istemektedir ki, nefsimizi ancak böyle temizleyebiliriz.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ’Lâ ilâhe illallah demek sûretiyle vücuttaki damarlardan geçen kanların içindeki şeytânların yollarının oradan geçmesine müsâade etmeyin.’ (Tirmizî, Daavât 5)
Yine bir başka hadîs-i şerîflerinde; ’Her şeyin bir cilâsı vardır; kalbin cilâsı da Allah’ı zikretmektir.’ (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr) buyurmuştur.
Yâni Lâ ilâhe illallah ve Allah kelimesi zikredilerek kalb temizlenir.
***
İşte bir sâlik, Cenâb-ı Hakk’ı bol bol, türlü türlü esmâlarıyla zikrederse, melekî bir ahlâk ve Rabbânî bir terbiyeye kavuşabilir.
***
Tevhîd bir bütündür. Öyle bir bütündür ki; iki kelimeden meydâna gelir. Bu iki kelimeyi de söylemek zorundayız. Yâni ’Lâ ilâhe illallah’ ve ’Muhammedün Rasûlullah’ demek sûretiyle ancak tevhîdi kabûl edip mü’min olmuş oluruz.
Ama bir insan ’Lâ ilâhe illallah’ dese de ’Muhammedün Rasûlullah’ı kabûl etmese, o ne mü’mindir ve ne de tevhîd ehlidir. Yine ’Muhammedün Rasûlullah’ dese ama ’Lâ ilâhe illallah’ demese, yine mü’min ve tevhîd ehli (muvahhid) değildir.
***
Tevhîdin zıddı ’şirk’tir. Şirk ise vahşettir. Tevhîd gelmeden önce insanlar, insanlık dışı hareketlerde bulunur, kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, içki ve fuhuş bataklığına batmış bir vaziyette pislikler içinde yüzerlerdi. Bu câhiliyye hâli, şirk karanlığında kalmanın bir netîcesiydi.
Câhiliyye insanları o kadar karanlığa batmışlardı ki, Kâbe’yi tavâf ederken elbiselerinin de günâha bulaştığını iddiâ edip, erkekler gündüz, kadınlar gece çırılçıplak tavâflarını yaparlardı. Bu, hayvanlık derekesine inmekti. Kadınlar bir ticâret malı gibi alınıp satılıyordu. Ne zaman ki tevhîd geldi, o zaman tevhîd nûrunun aydınlığı insana, hakkı bilmeyi, hakkı gözetmeyi; ’Cennet anaların ayakları altındadır’ (Nesâî, Cihad, 6) hadîs-i şerîfi mûcibince kadına kendi öz değerini vermeyi, karıncanın dahi hakkına riâyet etmeyi emretmiş, insana hakîkî insan olma özelliğini kazandırmıştır.
***
Eğer tevhîd şuûru olmasaydı, insanlar hayvanlar seviyesinde olurlardı. Şirk karanlığından kurtulup, tevhîd aydınlığında gerçek mutluluk elde edilir ve insan gerçek makâmı olan ’insan-ı kâmil’ sınıfına yükselir.
Ve’s-Selâmu alâ men ittebea’l-hüdâ. (Bu Makale, Özlenen Fark Dergisi’nden iktibas edilmiştir. (Eylül, 1996, sayı 2, ’Tevhid ve Tasavvuf’ başlıklı makale)



Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.