Özlenen Rehber Dergisi

142.Sayı

İslam'da Asabiyet/ırkçılık Yoktur

Tahir Türkmen Özlenen Rehber Dergisi 142. Sayı
Asabiyet/Irkçılık İslam’ın doğasına aykırı bir haslettir. İslam asabiyetin her çeşidine karşı çıkmış, ırkçılığı ifade eden her türlü söz, fiil ve eylemi kesinlikle yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim, insanlara, kendilerinin ve ana-babalarının yaratıcısının tek Allah olduğunu ilan etmektedir. Dolayısıyla, insanlar ve milletler arasında ayrım yapmak için hiçbir sebep olmadığı Yüce Yaratıcımız (c.c.) tarafından çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. (Nisâ, 4/1)
Şu bir hakikattir ki; Kur’an-ı Kerim’in hiçbir yerinde sınıflı, imtiyazlı bir toplum veya milletten bahsedildiğine dair en küçük bir eser yoktur. İslam inancında, maddi veya manevi derecesi ne olursa olsun hiçbir insan, ırk, renk, cinsiyet, millet veya yaşadığı coğrafya sebebiyle, kendini üstün görme ve diğer insanları aşağılama hakkına sahip değildir. İnsanların farklı ırk ve renklerde yaratılmaları, birinin üstün, diğerinin aşağı mertebede olduğu anlamına asla gelmemektedir. Aksine, yaratılışın bu çeşitliliği, Allah’ın yüceliği ve birliği için birer ayet, belge ve hidayet kaynağıdır: ’O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır.’ (Rum, 30/22) Yine bu noktada Allah Rasulü (s.a.s.) efendimizin ’Allah Teala kıyamet günü sizin soyunuzu sopunuzu sormayacaktır. Şüphesiz ki O’nun nazarında en üstününüz, kötülüklerden en çok sakınanınızdır.’ (Müslim, Birr, 34) hadis-i şerifleri de büyük bir ölçü mahiyetindedir.
MÜŞAHHAS BİR ÖRNEK

Asabiyet/Irkçılık tarihin her döneminde kendisini göstermiş, insanlar, toplumlar arasında her daim var olagelmiş illetlerdendir. Öyle ki bazı zamanlar akılların, hafsalaların asla kabul edemeyeceği ebat ve ölçülere kadar yükselmiş, dimağları zorlayan şekillerde kendisini izhar etmiştir. Bu hastalığın boyutunu tarihte yaşanmış bir olayla örneklendirelim: Kabile taassubuna sıkı sıkıya bağlı Talha en-Nemeri isimli birisi, Yemame şehrine gelip peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan kendi kabilesine mensup Müseylimetü’l-Kezzab ile konuştuktan sonra şöyle der: ’Şehadet ederim ki, sen hiç şüphesiz yalancısın, Muhammed (s.a.s.) ise doğru söylemektedir. Fakat Rebia kabilesinin yalancısı, bana, Mudar kabilesinin doğru söyleyeninden daha sevimli gelmektedir.’ (Osman Keskioğlu, Nüzulünden Günümüze Kur’an-ı Kerim Bilgileri, s. 184.T.D.V. yay.İstanbul 2008)
ASR-I SAADETTE ASABİYET/IRKÇILIK

Bir defasında Ebu Zer el-Gıfari (r.a.) bir anlık öfkeyle arkadaşı Bilal el-Habeşi (r.a.)’ye: ’Kara kadının oğlu’ demiş. Efendimiz (s.a.s.) bunu duyunca; ’Ey Ebu Zer! Sen onu anasından dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sende hâlâ cahiliye ahlakı var.’ diyerek ikazda bulunmuştur. Yaptıklarına son derece üzülen ve pişman olan Ebu Zer (r.a.), yanağını yere koyarak, ’Bilal ayağı ile basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım.’ demiş ve özür dilemiştir. (Buhari, İman, 22; Müslim, Eyman, 38)
EFENDİMİZ’İN (s.a.s.) DİLİNDEN ASABİYET/IRKÇILIK
’Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki, Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza, takva dışında bir üstünlüğü yoktur.’ (İbn Hanbel, Müsned, V, 411)
’Ey İnsanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme hasletini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: Allah katında değerli, takva sahibi iyi kişi ve Allah katında değersiz, isyankâr, bedbaht kişi. Bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır. Âdemi de Allah, topraktan yaratmıştır.’ (Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an, 49; Menakıb, 74)
İnsanı Allah katında değerli kılan ve onu ahiret saadetine ulaştıracak olan amel, kişinin inancı ve yaşama biçimidir. Kıyamet günü insanlar ırklarından veya kabilelerinden değil, inanç ve amellerinden sorguya çekileceklerdir. Bedenlerine ve suretlerine değil, kalplerine ve amellerine bakılacaktır. (Müslim, Birr ve Sıla, 33-34)
İnsanlar Allah’ın huzuruna geldiklerinde herkes kendi ameliyle baş başa kalacak, soy-sopun hiçbir önemi olmayacaktır. ’Sûr’a üfürüldüğü zaman (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak,ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.’ (Mü’minun, 23/101.)
Asaleti ile övünme ve başkalarının neseplerine hakaret etme âdetinin Cahiliye’den kalma bir anlayış olduğunu ifade eden Kutlu Nebi, (Müslim, Cenaiz, 29.) ’Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.’ (Ebu Davud, Edeb, 111, 112.) diyerek ırkçılığın İslam dışı bir davranış olduğunu açık bir şekilde ilan etmiştir.
’Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir.’ (Müslim, İmare, 53.)
İSLAM’IN OĞLU SELMAN’IM

Sahabeden Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) ile Selman (r.a.) arasında bir sorun ortaya çıkar. Sa’d b. Ebi Vakkas, Selman-ı Farisi’nin de bulunduğu bir ortamda herkesten soylarını saymalarını ister. Orada bulunanlar, kimin soyundan geldiklerini uzunca anlattıktan sonra sıra Selman-ı Farisi’ye gelir ve o, kendisini soyu yönüyle zor durumda bırakmaya çalışanlara şu eşsiz cevabı verir: ’Benim soyumu mu bilmek istiyorsunuz. Rabbim bana İslam nimetini nasip etti. O yüzden ben İslam’ın oğlu Selman’ım.’ Selman’a yapılanları duyunca üzülen ve öfkelenen Hz. Ömer çıkagelir ve tüm insanlığa şu mesajı verir: ’Kureyş’in çok iyi bildiği üzere babam Hattab, Cahiliye Dönemi’nin en seçkin insanlarından biriydi. Ama artık beni, babamın adıyla anmayın. Çünkü ben de İslam’ın oğlu Selman’ın kardeşi İslam’ın oğlu Ömer’im.’ (Beyhaki, Şuabu’l-İman, IV, 286-287)
CEHENNEME KADAR YOLU VAR

Bir ırkçı Arap, Evs ile Hazrec kabilelerine mensup Arapların başka ırktan insanlarla oturup kardeşçe sohbet ettiklerini görünce öfkelenerek şöyle der: ’Evs ile Hazrec Peygamber’e hizmet eden Araplardandır. Ama şu Habeşli Bilal, şu Rum memleketinden gelme Suheyb, şu da Farslı Selman!... Bunlar Arap değiller ki? Nasıl oluyor da Arap olmayan bu yabancılar Araplarla eşit şekilde oturup sohbete kabul ediliyorlar? Bunlar bu eşitliği nereden kazandılar?’
Muaz bin Cebel (r.a.), bu beklenmedik değerlendirme üzerine oturduğu yerden kalkarak adamın yakasını tutar ve şöyle der: ’Seni Rasûlullah’ın huzuruna götüreceğim, bu söylediklerinin İslam’daki yerini soracağım. İslam’da böyle bir ırkı yüceltip ötekini aşağılamak var mı göreceğiz.’ Hz. Muaz (r.a.), adamı alıp doğruca Peygamberimizin mescidine götürür ve bulduğu ilk fırsatta da hemen sorusunu şöyle sorar: ’Ya Rasûlullah (s.a.s.), bu ırkçı Kays için ne buyurursunuz? Biz Araplar oturmuş Arap olmayan kardeşlerimizle tatlı sohbetler yapıyorduk. Gelip aramıza ırkçılık fitnesi soktu. Arapların üstün ırk olduğunu ileri sürdü. İranlı Selman’ı, Rum’dan gelen Suheyb’i, Habeşistan asıllı Bilal’i (r.anhüm) aşağı ırktan kabul ederek onların Araplarla eşit şekilde sohbete layık olmadıklarını iddia etti. Gerçekten de öteki ırklar aşağı, Araplar üstün ırk mı? Bizimle eşit şekilde oturup da sohbet edemezler mi?’ Bu değerlendirmeyi dinleyen Rasûlullah’ın yüzünde derin bir üzüntü meydana geldiği görülür. Irklar arasında ayrım yapan insanlara şöyle uyarıda bulunur: ’Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir! Babanız, ananız da birdir! Araplık ne babanızda vardır, ne de ananızda. O sadece sizin verdiğiniz isimden ibaret bir tanıtımdır. Arap’ın Arap olmayanlardan üstünlüğü yoktur. Üstünlük, Allah’a iman ve itaattedir. Allah’a iman ve itaat edenler hep birlikte üstündürler. Bunu herkes böyle bilmeli, aranıza ırka dayalı üstünlük ayrımcılığı sokmamalısınız!’ Bu durumda ne yapacağını bilmeyen Muaz bin Cebel sorma gereği duyar: ’Ya Rasûlullah, öyle ise aramıza ırkçılık fitnesi sokmak isteyen bu adamı ne yapayım? Efendimiz, bu soruya pek kullanmadığı ağır bir cümleyle cevap verir. Bu ırkçı adama ne der biliyor musunuz? ’Da’hu ile’n-nâr!...’ Yani ’Bırak o ırkçı adamı, cehenneme kadar yolu var!’ (el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, XII, 47.)

VE SON SÖZ

’Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i zîşanın ilâhî sözünü.

Hani, milliyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın milliyetine.

’Arnavutluk’ ne demek? Var mı şeriatta yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
Arabın Türke; Lazın Çerkese, yahut Kürde;
Acemin Çinliye rüçhanı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta ’anasır’ mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber.
En büyük düşmanıdır ruh-ı Nebî tefrikanın;
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!’
(Mehmet Akif ERSOY, Safahat, Üçüncü Kitap, Hakkın Sesleri, İnkılâp Kitapevi, İstanbul 1986, s. 205-206)



Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.