Özlenen Rehber Dergisi

144.Sayı

Hatırat;nurlu Hatıralar

Ömer GÜRBÜZ Özlenen Rehber Dergisi 144. Sayı
Çankırı’da küçük sanayi sitesinde saygıdeğer büyüğüm Mehmet BÜYÜKÇAKIR usta ile birlikteyim. Kendisiyle ilerlemiş yaşına rağmen çalışmalarını sürdürdüğü sıcacık atölyesinde nurlu hatıralara doğru yol alıyoruz.
Abdullah Farukî (k.s.) ile Tanışma
Rahmetli Abdullah Efendim Çankırı’nın Korgun ilçesine gelirken Çankırı’da araçlarında hafif bir arıza olmuş ve ben sanayici olduğum için de arabayı bana getirdiler. Tabi benim o zaman büyük bir dükkânım ve benimle çalışan birçok kalfa ve çırak var. Tabi o zamanlar bende dünyevî bir yaşam vardı. Mübarek buradayken de yanımda çalışanlara garip garip şeyler söylemişim. Ben arızayı tamir ettikten sonra Efendi Hazretleri gidecekleri zaman benim hakkımda:
’Allah hidayet etsin, iyi yaptığını zannediyor bu kardeşimiz!’ demiş ve bize arkamızdan düzelmemiz için dua etmiş. Aradan çok kısa bir süre geçtikten sonra Tosya’da bulunan bir akrabamız benimle Ankara’ya gitmek için çok ısrar etti ve gittik. Mübarek o zaman Yıldıztepe’de oturuyordu. Evine çıktık, evde yoktu.
’Solfasol’daki camiye gitti.’ dediler.
Sene 1984 ve yollar çok karanlık, benim de nefsim sürekli kaçmak için bir fırsat arıyor. Neyse akrabamız zar zor beni camiye kadar götürdü. Camiye girdik. Fakat sadece ayakkabılıkta yer vardı. Ama ayakkabılıktan normalde gelmesi gereken pis koku gelmiyor burnuma. Beni orada iyi bir ağlama tuttu. Sonra zikrullah başladı. Kış günüydü ve biz de paltolarımızla duruyoruz. Yanımda da böyle iyi giyimli birileri var ve zikrullah esnasında acayip bir şekilde gülüyorlar. Ben de onların gülmesine gülüyorum; fakat geri hemen kendi kendime kızıp
’Sus! Burada Allah’ı zikrediyorlar!’ diyorum. Onlar gülmeye devam etti, ama ben utandığım için gülmeyi bıraktım. Zikrullah bittikten sonra Mübareğin evine gittik. Akrabamız:
’Biz Çankırı’dan geliyoruz. Bu kardeşimiz de tevbe istiyor!’ dedi. Mübarek şöyle bir baktı ve:
’Biz onu zikrullahta aldık kabul ettik!’ dedi. Hiç unutmadığım bir şey var burada. Tevbe-istiğfarlardan sonra ayağa kalktık, herkes sırayla Mübareğin elini öpüyor ve dışarı çıkıyordu. Sıra bana geldiğinde elini öptüm ve bana:
’Evladım! Beni hatırladın mı?’ diye sordu. Ben, Mübareğin bir süre önce dükkânıma geldiğini unuttum ve hatırlayamadım.
’Biz de bi gelip çayınızı içmiştik, hatırlıyor musun oğlum?’ dedi ve nasıl olduğunu anlamadan dükkânıma gelmiş olduğu günkü giydiği paltonun rengine kadar yanında boy resmi çıktı ve:
’Şimdi hatırladın mı evladım?’ dedi. Ben oraya bakarak:
’Evet Efendim!’ dedim. Hiç unutmam, Abdullah Efendim o zaman bana bazı şeyleri göstermiş oldu. Sonra etrafıma baktım, oradaki insanlar hep bana Çankırılı gibi geldi. Hatta bir arkadaşa:
’Ben bunu hep Çankırı’da görüyorum!’ dedim. Arkadaş döndü ve bana:
’Vallahi ben hiç Çankırı’ya gitmedim!’ dedi. ’Ama ruhlar âlemindeki tanışıklığımızdan dolayı size böyle geliyor!’ dedi.
Soruları Cevapsız Bırakmaması
Mübarekle Havza’daydık. Ben biraz rahatsızdım ve tam kalkacağımız zaman solcu öğretmen olduklarını sonradan öğrendiğim sekiz kişi:
’Sorularımız var!’ diye geldiler. Efendim, birisi ona soru soracağı zaman:
’Ben soruları cevaplandırmakla mükellefim!’ diyerek bütün işini gücünü bırakır ve soruları cevaplandırırdı. Bundan dolayı Mübarek hemen geri oturdu. Hepsi, itikat ve imandan çok zor sorular sordular. Efendim de hepsine tek tek cevap verdi ve o gelenlerden yedisi Efendime intisap etti. Benim de bu cevaplardan dolayı içimde öyle bir coşku var ki, kalkayım Efendimi şöyle bir kucaklayayım, diye içimden geçiriyorum. Bu soru-cevap faslı bir saat falan sürdü, sonra arabaya bindik ve Mübarek bana:
’Nasıldı?’ diye sordu. Ben:
’Efendim! İlk başta onlara bu tür şeyleri neden soruyorlar, diye içimden çok kızmıştım.’ dedim. Mübarek bana dedi ki:
’Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize bedeviler geldiler ve garip garip soru sordular. Sahabe Efendilerimiz de içlerinden: ’Şunlar (bedeviler) dışarı çıkınca bunları iyice bi dövelim!’ diye geçirdiler. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz de Sahabe Efendilerimize: ’Eğer onlar bu soruları sormasalardı siz nereden bilecektiniz, onların sorularından siz de faydalandınız!’ dedi. Bunun üzerine Sahabe Efendilerimiz kendilerini teskin ettiler. Onun için oğlum, bize soru sorulduğunda kalkmayız ve cevap veririz!’ dedi. İşte o arada ben:
’Verdiğiniz o cevaplar karşısında sizi kucaklamayı çok arzu ettim; fakat utandım Efendim!’ dedim.
’Arabayı şöyle sağ tarafa çek!’ dedi. Sonra bana:
’Benim yanıma gel!’ dedi ve kendisi de arabadan indi ve arabanın önünde:
’Gel seni kucaklayayım!’ dedi ve kucaklaştık. Peki, bu eziyeti kim çeker? İçinde çok büyük muhabbet olan birisi çeker.
Hastaları okuması

Bir gün burada (Çankırı) bir hastaya okumaya gittik. Hasta, genç bir hanımdı. Felç geçirmiş, hem konuşamıyor hem de elleri falan tutmuyor. Mübarek onu görünce:
’Bu kızımız başını açmış, namazı da bırakmış, bu yüzden de bu hale gelmiş!’ dedi. ’Şimdi bana başını kapatmaya ve namazını kılmaya söz verirse ona okurum ve Allah’ın izniyle de iyileşir. Ama eğer tekrar bunları yaparsa bundan daha da kötü olur.’ dedi.
Hasta başıyla ’olur’ işareti yaptı. Mübarek yere iki dizinin üstüne oturdu ve okumaya başladı. Aynı anda da ev sarsılmaya başladı. Sadece evle kalsa iyi, ben de titremeye başladım, hem de her tarafım titriyor. Ben de hemen Mübareğin yanına oturdum ve bize bir ağlama geldi, bayağı bir ağladık. Sonra Mübarek okumasını bitirdi ve:
’Tamam!’ dedi. ’Allah’ın izniyle şifayı buldu!’ dedi. ’Ama tekrar hatırlatıyorum, eğer eskiye dönerse daha kötü olur.’ dedi. Sonra hastaya: ’Allah de!’ dedi, o da ’Allah!’ dedi.
Kalkacağımız zaman ise hastanın annesi ısrarla kahve içmemizi istedi. Abdullah Efendim:
’Tamam; ama kahveyi kızın getirecek!’ dedi. Annesi, ’kızın elleri tutmuyor!’ diye itiraz edecek oldu, ama Efendim:
’Sen karışma, tepsiyi kıza ver o getirsin!’ dedi.
Bir süre sonra Mübarekle Konya’ya gidiyoruz. Bana dedi ki:
’Mehmet Efendi! Seninle gidip bir hastaya okumuştuk ya o tekrar başını açtı ve namazı bıraktı ve daha kötü oldu. Ama tekrar arkasından dua ettik geri düzeldi.’ dedi.
Bir de Çorum’da bir hasta geldi. Koltuk değnekleriyle geldi. Mübarek okudu sonra:
’Değnekleri at ve yürü!’ dedi. Adam korkup değnekleri atmadı. Mübarek hastanın elinden değnekleri aldı ve şöyle hafif bi iteledi, adam yürümeye başladı. Mübarek derdi ki:
’Oğlum! Bana Allah tarafından okuma ruhsatı verildi, yani bu kendiliğimden olan bir şey değildir. Ben, hastanın şifa bulup bulmadığını esnememden anlarım. Eğer okurken esnemem olursa anlarım ki hasta şifa buluyor.’
Sahabe kabirlerini ziyareti

Ben Abdullah Efendimle yaklaşık 100.000 km yol gitmişimdir. Mübarekle bir gün İstanbul’a gittik. Efendim İstanbul’a gidince ilk yaptığı şey hemen Sahâbe Efendilerimizin kabri şeriflerini ziyaret etmek olurdu. İstanbul’daki dergâha giderken dergâhın yakınlarında olan Hz. Cabir (r.a.)’ın kabrinin önünden geçiyorduk ki hemen içeri girdi ve bizi de çağırdı. İçeri bir girdik, kabr-i şerif tamiratta olduğu için Hz. Cabir (r.a.)’ın mübarek cesetlerini bir masanın üstüne yatırmışlar ve naylonlarla da sarıp sarmalamışlar. Mübarek hemen Hz. Cabir’i öptü ve ağlamaya başladı, biz de hemen öptük ve biz de ağlamaya başladık. İşte bu nimetler kamil mürşidin yanında bulunmakla elde edilir ancak.



Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.