Özlenen Rehber Dergisi

144.Sayı

Tevbe-istiğfar

Murat SÜTÇÜ Özlenen Rehber Dergisi 144. Sayı
İstiğfar etmek, ’Estağfirullâh’ yani ’Allah’tan bağışlanma diliyorum!’ demektir.
Tevbe, günah işledikten sonra, Allah Teâlâ’dan korkarak pişman olup günahı bir daha işlememeye azmetmek (karar vermek) ve Allah’a dönüş yapmaktır.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ’Günahtan tevbe etmek; ondan tevbe edip (dönüp) sonra (bir daha) ona dönmeme(ye azmetme)ktir.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.7, s.299, h.no:4264)
Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek ise büyük günahtır. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek gerekir.
Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
’Ey mü’minler! Hep birlikte tevbe edin ki felaha eresiniz (umduğunuza nail korktuğunuzdan da emin olasınız)!’ (en-Nûr, 24/31)
’Şüphesiz Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri sever.’ (el-Bakara, 2/222)
Tevbe, istiğfardan önce gelir. Zira tevbe, çirkin şeyi bırakıp güzel olana dönmek demektir. İstiğfar ise, günahın çirkinliğini görüp, ondan yüz çevirdikten sonra Allah’tan mağfiret yani bağışlanma ve af talep etmektir.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: ’(Günahtan) pişmanlık duymak, bir tevbedir.’ (İbn-i Mâce, Zühd, 30) buyurmuştur.
Tevbenin Şartları:
Tevbenin makbul olabilmesi için üç şart gereklidir:
1. Yapılan günaha pişmanlık duymak.
2. Günahtan sıyrılmak, günahı işlemeyi bırakmak.
3. Bir daha günaha dönmemeye azmetmek.

Günah işleyen kişi, yaptığının kabahat ve günah olduğunu bilip öncelikle yaptığı hatadan dolayı kalben pişman olmalı ve Allah’tan af dilemelidir. İşlediği günahı terk etmeli ve tekrar işlememeye gayret etmelidir.
Mü’minlerin tevbesinin nasıl olması gerektiği ile ilgili Tahrîm sûresinin 8. âyet-i kerimesinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
’Ey iman edenler! Allah’a nasuh bir tevbe ile tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz, günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir.’ (et-Tahrîm, 66/8)
Nasuh bir tevbenin nasıl olacağı hakkında âlimler şöyle demiştir: ’Sağılmış sütün hayvanın memesine dönmesi nasıl mümkün değilse; günahlara dönmeyi de bu şekilde görmek nasuh tevbedir.’
Allah Teâlâ, tevbeleri çokça bağışlayandır. Yeter ki samimi bir şekilde O’na dönülsün. Hangi günahın sahibi olursak olalım hiçbir günah Allah’ın (c.c.) rahmet deryasını kirletemez. Günahları hususunda karamsarlığa düşen kimse hal diliyle: ’Allah’ın gücü benim günahlarımı affetmeye yetmez!’ demiş olur ki; bunun itikattaki karşılığı küfürdür. (Allah muhafaza buyursun!) Yani bu kimsenin içinde bulunduğu hâl, işlemiş olduğu günahtan kat be kat daha büyüktür.
Berâ (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; bir adam ona: ’Ey Ebû Umâra! ’Kendi elinizle (kendinizi) tehlikeye atmayın!’ (el-Bakara, 2/195) (âyetinde kastolunan), düşmanla karşılaşıp öldürülü(p şehit olu)ncaya kadar savaşan kimse midir?’ dedi. (Berâ): ’Hayır! Fakat o, günah işleyip de ’Allah beni bağışlamaz!’ diyen kimsedir.’ dedi. (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Tefsîr, 2/Min Sûrati’l-Bakara, c.2, s.331, h.no:3148)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi, Mekke-i Mükerreme’ye döndüğünde arkadaşlarıyla birlikte pişman oldular ve Peygamber Efendimize (s.a.v.) şöyle bir mektup yolladılar:
’Biz yaptığımıza pişman olduk. İslam’a girmek istiyoruz. Fakat Mekke’de iken okuduğumuz Furkan sûresinin 68-69. âyetleri bizim Müslüman olmamızı engelliyor. Çünkü biz Allah’ın haram kıldığı cana kıydık, zina ettik. Bu âyetler olmasaydı, elbette sana uyardık.’ dediler. Bunun üzerine şu âyet-i kerime indi:
’Ancak tevbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Her kim de tevbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a, tevbesi kabul edilmiş olarak döner.’ (el-Furkân, 25/70-71)
Bu âyet-i kerimeleri Rasûlullah (s.a.v.) onlara yolladı. Onlar bu iki âyet-i celileyi okuyunca Peygamberimize: ’Salih amel çok zor bir iştir. Biz iman etsek de, salih amel işleyemeyeceğimizden korkarız!’ diye cevap gönderdiler.
Bunun üzerine: ’Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar.’ (en-Nisâ, 4/48) mealindeki ayet indi ve Peygamberimiz (s.a.v) bu âyeti de onlara gönderdi. Onlar da: ’Bu ayette mağfiret Allah’ın dilediklerine vaat edilmiştir. Biz Allah’ın dilediklerinden olmayacağımızdan korkarız!’ diye mektup yolladılar. İşte o zaman Zümer sûresi 53. âyet indi: ’De ki: ’Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (ez-Zümer, 39/53) Bunun üzerine Vahşi ve arkadaşları Peygamber Efendimize (s.a.v.) müracaat ederek, Müslüman oldular. (Bkz., Taberânî, Kebîr, c.11, s.197, h.no:11480)
Her ne kadar günahlar arasında büyük küçük şeklinde sınıflandırma yapılmışsa da esasına bakıldığında günahların küçüğü ve büyüğü Allah Teâlâ’ya isyan demektir. Allah’a isyan etmek ise haddi zatında büyüktür. Bu cihetten bakıldığında günahın küçüğü de büyüğü de büyük sayılır.
Günahı küçük görmek:

Allah Teâlâ’nın gazabı günahlar içinde gizlidir.
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: ’Ey Âişe! (Günah sayılan) amellerin küçümsenenlerinden sakın. Zira onlar için (de) Allah (tarafın)dan bir araştırıcı (melek) vardır.’ (İbn-i Mâce, Zühd, 29)
Sehl b. Sa’d (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Günahların küçümsenenlerinden sakının! Günahların küçümsenenlerinin misali; bir vadinin ortasında konaklamış bir topluluğun durumu gibidir. Bu (filan şahıs) küçük ince odun getirir, şu (filan şahıs) küçük ince odun getirir, nihayet hamurlarını pişirirler (yani çalı çırpı, hamuru ekmek yapacak derecede çoğalır). Ve şüphesiz, günahların küçümsenenleri, onlarla ne zaman sorumlu tutulursa sahibin helak eder.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.37, s.466, h.no:22808)
Ebû Hureyre (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’Allah’a yemin olsun, muhakkak ki ben, günde yetmiş defadan fazla Allah’tan mağfiret diliyor ve O’na tevbe ediyorum.’ (Buhârî, Deavât, 3)
Bir başka rivayette ise Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
’Muhakkak (bazen) kalbime bulut (gibi bir hal) çöker ve ben Allah’a günde yüz defa istiğfar ederim.’ (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe 12)
Bazı âlimler, hadiste bahsedilen durumu şöyle açıklamıştır: ’Bunun sebebi üm¬metinin işleriyle meşgul olması, düşmanla muharebe etmesi vesaire gibi şeylerdir. Onlarla meşgul olduğu için Peygamberimiz (s.a.v.) yüksek makamına nispetle bunları suç saymış ve istiğfar etmiştir...’
Peygamberler, Cenâb-ı Hakk’ı en iyi bilen ve tanıyan kimseler oldukları için, O’na herkesten çok ibadet ederler; herkesten çok şükrederler ve O’na gerektiği şekilde ibadet edemediklerini itiraf ederler.
Bu durum karşısında bizim şöyle düşünmemiz gerekmektedir:
Benim sevgili peygamberim, hiç günahı olmadığı halde her gün bu kadar tevbe ederse, günahlara boğulmuş olan ben, binlerce defa tevbe ve istiğfar etmeliyim. Hiç olmazsa Efendim’in bu sünnetine uyarak her gün yüz defa tevbe ve istiğfar etmeye çalışmalıyım.
İstiğfar, Allah Teâlâ’ya: ’Rabbim, beni bağışla!’ diye dil ile yalvarırken, bedeni günahlardan uzak tutmaktır. Kulun yapacağı budur. Allah Teâlâ’dan umulan ise istiğfar eden kulunu mağfiret edip bağışlaması, daha açık bir ifadeyle, onu cehennem azabından korumasıdır.
Dünyada Allah Teâlâ’nın azabından kurtulmanın iki yolu bulunmaktadır. Bu yollardan biri; Rasûlullah (s.a.v.)’in varlığıdır. Ne yazık ki onun vefatıyla bu fırsat her mü’min için mümkün görünmemektedir. Geriye sımsıkı tutunulması gereken tek yol kalmıştır. O da istiğfardır. Şu âyet-i kerîme bu gerçeği dile getirmektedir:
’Ve hâlbuki sen onların aralarında bulundukça Allah Teâlâ onlara azap edecek değildir. Ve onlar istiğfarda bulundukları halde de Allah Teâlâ onları azaplandırıcı değildir.’ (el-Enfâl, 8/33)
Allah Teâlâ’nın kullarına olan merhametini bütün genişliğiyle ortaya koyan bu âyet-i kerîme ne ümit verici, değil mi? Kullarına karşı böylesine şefkatli bir Rabbi olan insan, nasıl ümitsizliğe kapılabilir? Bu âyet-i kerimede, Allah’tan bizi bağışlamasını dilediğimiz sürece azaba uğramayacağımız vaat edilmektedir. Elimizde böylesine sağlam bir garanti varken niçin ümitsiz olalım ve niçin istiğfar etmeyelim?
İnsan her gün kendini hesaba çekmeli, yaptığı hataları ve günahları bulmaya çalışmalıdır. Sonra da bu günahları düşünerek Allah Teâlâ’ya yönelmeli ve O’ndan kendisini bağışlamasını dilemelidir.
Peygamber Efendimiz günah işlemekten korunduğu, gelmiş geçmiş bütün kusurları bağışlandığı halde günde yetmiş defadan fazla tevbe ederse, günah çukuruna batmış olan bizlerin her gün en az onun kadar tövbe etmemiz gerekir.


Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.