Özlenen Rehber Dergisi

155.Sayı

Osmanlı'da 'Vakıf Medeniyeti'

Abdurrahman ÖZCAN Özlenen Rehber Dergisi 155. Sayı
Vakıf, kelime olarak ’durmak, durdurmak’ manasına gelir. Ömer Hilmi, Ahkamu’l-Evkâf’ta vakfı şu şekilde tanımlar:
’Vakıf; bir malın menfaatinin insanlara tahsis edilmesi, mülkiyetinin ise durdurularak mülk edinilmesinin veya mülk olarak verilmesinin men edilmesidir.’ İslâm hukukunda ise, bir mülkün bütün faydasını insanların yararına bırakarak, kıyamete kadar başka birinin mülküne geçmeyecek şekilde kullanımının devamını sağlamaktır.
Bütün vakıf tanımlamalarındaki ortak özellik, bir malın kamu hizmetine tahsis edilmesidir. Bu özellik o kuruma sosyal içerik kazandırmaktadır. İnsanlık tarihinin en eski devirlerinden bu yana toplumların, kendi yapıları içinde, o topluma mensup kişilerin sosyal yardım, sosyal dayanışma, sosyal güvenlik ihtiyacını giderecek müesseseler oluşturdukları bir gerçektir.
Vakıf müessesesi, insanlık tarihi kadar eskidir. Bilinen en eski vakıf, Mekke’deki Kâbe’dir. Çünkü Kâbe, Yüce Beyan’ın:
’Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk mabet, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir. Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır…’ şeklindeki ifadelerinden de anlaşılacağı gibi yeryüzündeki ilk mabettir. İnşasının Hz. Âdem’e (a.s.) kadar dayandığı rivayet edilen, bugünkü şeklinin ise Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail (a.s.) tarafından verildiği Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde ifade edilmektedir. Bu yönüyle o, insanlık tarihinin ilk ortak vakıf malı gibidir. Dolayısıyla Kâbe’den sonra insanlık tarihinde vakıf kurumu, insanlığın ortak yararlarına hizmet etmiştir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) buyurduğu gibi: ’(Siz) yeryüzü halkına merhamet edin ki gökyüzündekiler de si¬ze merhamet etsin.’ düsturuyla hükümranlığını sürdüren Osmanlı Devleti döneminde vakıflar en ihtişamlı devirlerini yaşamışlardır.
Osmanlı döneminde, devletin siyasî ve malî kudretinin inkişafına paralel olarak gelişip artan vakıfların, ilk kurucusu Orhan Gazi’dir. Orhan Gazi, İznik’te ilk Osmanlı medresesini kurarken, onun idaresi için, yeterince gelir getirecek gayrimenkul vakfetmiştir.
Tarihin seyri içinde vakıflar sosyal, ekonomik, eği¬tim, sağlık, sanat, mimari, ulaşım ve bayındırlık alanında önemli rol oynamıştır. Osmanlı Devle¬ti’nde başta padişahlar olmak üzere hanedan üye¬leri, yüksek dereceli devlet görevlileri çeşitli vesile¬lerle vakıflar kurmuşlardır. Böylece devlet birçok hizmeti para harcamadan yerine getirebilmiştir.
Va¬kıflar yoluyla; fethedilen topraklarda Türklere yerleşme imkânı sağlanmıştır. Anadolu ve Rumeli’deki şehir, kasaba ve köyle¬rin büyümesi ve bayındır hale getirilmesinde büyük rol oynamıştır. Kurulan imaret, medrese, cami, mescit vb. yapılarla belde ve semtlerin oluşması sağlanmıştır. Devletin egemen olduğu bölgelerde ulaşım, ha¬berleşme ve taşımacılık alanlarında canlı bir hayatın oluşması için yol yapımında vakıflar çalışmalar yapmıştır. Ayrıca yollar, kervansa¬raylar ve hanlarla desteklenmiştir. Vakıflar, bütün eğitim ve sağlık kurumlarının fi¬nansmanı için en önemli kaynak olmuştur. Vakıflar, devletin askeri yükünü de hafifletmiştir. Vakıflar ticaret hayatının gelişmesi, kolaylaş¬ması, ortak giderlerin karşılanmasında ve sos-yal yardımlaşmada etkili olmuştur. Bu dönemde vakıflar, daha sistemli çalışmış ve neredeyse insanların, hayvanların ve doğanın mümkün olabilecek her türlü sıkıntısı için bir vakıf kurulmuştur. Bunlar;
- dini alanlar,
- eğitim,
- sivil ve askerî saha,
- iktisadî hayat,
- sosyal alanlar,
- su tesisleri,
- spor tesisleri
gibi yedi başlık altında toplanabilir.
Nitekim hemen bütün şehirlerde vakıf ticaret hanları bulunmaktaydı. Şehirlerarası yollar, önemli stratejik mevkilere kervansaraylar yaptırılarak sürekli işler halde tutulmuş, böylece yolcu ve tacirlere yol güvenliği ve konaklama imkânı sağlanmıştı.
Şehirlerde, fakirlerin parasız yıkandıkları hamamlar mevcuttu. Sebillerde buzlu su, hatta şerbet dağıtılırdı. Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar sağlıyordu. Bazı hayır sahipleri kurdukları vakıflarla "kandilciler" tutuyor, yine vakıf geliri ile kandil ve yağ alarak sokakları aydınlatıyorlardı. Sokakların temizlenmesi ve umumî helâlar için vakıflar kurulmuştu. Bekçi ücretleri vakıflardan ödeniyordu. Vakıf hastanelerinde her din ve ırktan insan tedavi ediliyor, gerektiğinde ücretsiz ilaç veriliyor, doktor temin ediliyordu. İmaretlerde yoksullara, yolcu ve misafirlere her gün bir veya iki öğün yemek yediriliyordu. Bütün bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde vakıflar bir yandan binlerce görevliye maaş ödüyor, öte yandan yüz binlerce insana hizmet götürüyordu. Böylece vakıflar yoluyla gelir dağılımındaki dengesizlikler asgariye indirilirken, yine aynı sebebe bağlı olarak ortaya çıkabilecek sosyal patlamaların da kısmen önü alınmış oluyordu. Yabancıları ve yolcuları misafir etmek bakımından, tekke ve zaviyelerin de mühim hizmetler gördükleri unutulmamalıdır.
Netice itibariyle tamamı olmamakla birlikte, vakıfların yukarıda belirtilen hizmetleri yerine getirme açısından şu alanlarda faaliyet gösterdikleri söylenebilir:
a) İktisadi alanda: Çarşı, dükkân, bedesten, han, kapan.
b) Eğitim alanında: Mektep, medrese, kütüphane, dârü’l-hadis.
c) Dinî alanda: Cami, tekke, mescit, namazgâh, muvakkithane.
d) Sağlık ve sosyal alanda: Hastane (dârü’ş-şifa), kervansaray, imaret, dâru’l-aceze, kadın sığınma evi, çocuk emzirme evi, yol, köprü, hamam, çeşme, su yolları, kaldırım, mezarlık.
e) Spor alanında: Pehlivan ve kemankeş tekkeleri, ok meydanları.
f) Sivil ve askeri alanda: Kışla, kale, saray, tophane, bahçe.
Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıf sayısı net olarak bilinmemekle birlikte, 26 bin küsur kadarı tespit edilmiştir. Bunlardan en çok ilgi çekenleri sayacak olursak:
Helva Dağıtan Vakıf, Gölleri Temizleyen Vakıf, Suyu Soğutan Vakıf, Pikniğe Götüren Vakıf, Suyu Çoğaltan Vakıf, Âmâlara Yardım Eden Vakıf, Cumayı Şenlendiren Vakıf, Borçlu Dostu Vakıf, Misafiri Ağırlayan Vakıf, Borcundan Dolayı Hapse Düşene Yardım Eden Vakfı, Evleri Yaşanır Hale Getiren Vakıf, Van Gölünde Acil Yardım Gemisi Dolaştıran Vakıf, Sakatlanan ve Hastalanan Göçmen Kuşlarını Tedavi Eden Vakfı, Aç Kurtları Doyurma Vakfı, Akıl Hastalarını Müzikle Tedavi Vakfı, Mürekkep Vakfı, Yaşlılara İş Vakıfları, Yol Güvenlik Vakıfları, Mahalle Fakirlerini Gözetleme Vakfı, Tazmin Vakıfları, Hamallara Yönelik Vakıflar, Tükürük Temizleme Vakıfları, Parasını Düşüren Çocuklar Vakfı, Konaklama Vakfı, Sokak Hayvanları Vakıfları, Yoksullara Et Vakfı, Esirleri Kurtarma Vakfı gibi vakıflar zikredilebilir.
Başta padişahlar olmak üzere sadrazamlar, devlet adamları ve varlıklı kişiler, az veya çok gücüne göre vakıf yapmışlardır. Osmanlılar oluşturdukları vakıfları, büyük bir inançla ayakta tutma, geliştirme ve sürekli kılmaya önem vermiştir. Osmanlı devleti, bazı müesseselerde olduğu gibi vakıf konusunda da kendinden önceki devletleri örnek almıştır. Daha beylikler zamanında başlayan sistem, devletin siyasî ve malî gücünün artması ile paralel olarak gelişmiştir. Bizzat padişah veya saray mensupları tarafından kurulup yönetilen vakıflar, ’Mazbut vakıflar’ bir diğer ismi ile ’Selâtin Vakıfları’ olarak bilinir.
Osmanlı Devletinde vakfedenlerin başında padişahlar geliyordu. Bunların en güzel örneklerinden biri olan Fâtih Sultan Mehmed Han’ın bir vakfiyesi şöyledir:
’Ben ki İstanbul Fâtihi abd-i âciz Fâtih Sultan Mehmed, bizâtihî alun terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbul’un Taşlık mevkîinde kâin ve malûmu’l-hudûd olan 136 bab dükkânımı aşağıdaki şartlar muvâcehesinde vakf-ı sahîh eylerim. Şöyle ki:
Bu gayr-i menkûlâtımdan elde olunacak nemâlarla, İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim.
Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20’şer akçe alsunlar.
Ayrıca 10 cerrah, 10 tabîb ve 3 de yara sarıcı tâyin ve nasb eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar, bilâ-istisnâ her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifâsı ya da mümkün ise şifâyâb olalar. Değilse, kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Dâru’l-Aceze’ye kaldırarak orada salâh bulduralar!
Maazallâh herhangi bir gıdâ maddesi buhranı da vâkî olabilir. Böyle bir hâl karşısında bırakmış olduğum 100 silâh, ehl-i erbâba verile! Bunlar ki hayvanât-ı vahşiyyenin yumurta veya yavruda olmadığı sıralarda Balkanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı gıdâsız bırakmayalar.
Ayrıca külliyemde binâ ve inşâ eylediğim imâret-hânede şehîd ve şühedânın harîmleri ve Medîne-i İstanbul fukarâsı yemek yiyeler! Ancak yemek yemeye veya almaya bizâtihî kendûleri gelmeyüp yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle!’
Her bir vakfiyesi üzerinde özenle ve önemle durulması, araştırılması ve değerlendirilmesi gereken bu sistemde, Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesi Osmanlı şehirleri için güzel bir örnek teşkil eder. İstanbul’un fethinden sonra, dikkatleri şehrin imarına yönelten Fatih Sultan Mehmet’in kendi vakfiyesinde yer alan beyitte Osmanlı şehir kültüründe vakıf sisteminin önemini şu şekilde dile getirir:

’Hüner bir şehir bünyâd itmekdür
Reâyâ kalbin âbâd itmekdür"

Manası:
Hüner bir şehir kurmaktır (ve)
Halkın gönlünde ebedileştirmektir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.