Özlenen Rehber Dergisi

32.Sayı

Ahiret Yurdunun Kapısı Ölüm

Cuma Ali KARA Özlenen Rehber Dergisi 32. Sayı
Ölüm; birçok insanın unuttuğu, zaman zaman hatırladığı veya hatırlatıldığı zaman bile oralı olunmayan bir hakikattir. Ölüm gibi ahirete dair hakikatlerin insana açılmasına sebep olan, önemli bir geçit hakkında insanlar yanılgıya düşüp onu göz ardı etmektedirler. İnsanoğlu için, gelmeyecek diye bir şey yoktur. Her gelecek olan yakındır. Öyleyse ölümün soğukluğunu hissedeceğimiz zaman yakındır. Ölüm kabre, mahşere, kısacası ahiret dediğimiz hakiki ve esas yurdumuza açılan bir kapıdır. Kimine göre bu kapı rahmete, cennete, Rabbin hoşnutluğuna açılan bir kapı, kimilerine göre ise azaba, bedbahtlığa, cehenneme açılan bir kapıdır. Mü’min için, ölüm vuslattır. Yaratan’ına, Habib’ine kavuşturan bir vasıtadır.
Dünya, mü’minin zindanıdır. Mü’min ecel şerbetini içer içmez, Allah’ın lutfu ile kendisine dünyanın bir zindan olduğu bildirilir. Bu, karanlık bir evde hapsedilip de kapısı geniş, aydınlık, yemyeşil bir bahçeye açılan bir insanın durumuna benzer. Meyve ağaçları ile donatılmış, aydınlık, yemyeşil bir bahçeyi gören bir insan, bir daha o karanlık ve zindan eve geri dönmek istemediği gibi, mü’min de ahiret yurdunun nimetlerini tadınca bu dünyasının bir zindan olduğunu bilir; ölümü, bu zindandan bir kurtuluş beratı mesabesinde olduğunu yakinen anlar ve dünyaya geri dönmek istemez.
Ama kâfirler, facirler, asiler için ise bu dünya ölümden sonrası başına geleceklere kıyasla cennettir. Bu dünyadan çıkmak, ayrılmak ona çok zor ve ağır gelir. Dolayısıyla ölümü hatırlamak işine gelmez, ölümden şiddetle korkar.
Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah aleyhisselâm buyurdular ki: ’Bir Müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: ’Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah’ın rahmet ve reyhanına ve sana gazabı olmayan Rabbine kavuş.’ Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, ta semanın kapısına kadar onu getirirler ve: ’Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!’ derler. Sonra onu mü’minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zaman ki sevincinden daha çok sevinirler. Ona: ’Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?’ diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler: ’Bırakın onu, onda hâlâ dünyanın tasası var!’ derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): ’Falan ölmüştür, yanınıza gelmedi mi?’ der. Onlar: ’O, annesine, haviye cehennemine götürüldü!’ derler.? Aleyhissalâtü ve’s-selâm devamla der ki: ’Kâfir muhtazar olduğu vakit, azap melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: ’Bu cesetten kendin öfkeli, Allah’ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah’ın azabına koş!’ Bunun üzerine, cesetten, en kötü bir cife kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada: ’Bu koku ne de pis!’ derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler.?(1)
Mü’min ölüm sekeratında sıkıntı, acı çekebilir. Çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: ’Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, işte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir.?(2) Yalnız mü’minin sekerat hâli ile kâfirin, facirin sekerat hâli arasında çok bariz bir fark vardır. Peygamberlerin, şehitlerin, salihlerin ölüm anlarıyla sair inananların ölüm anları elbette bir değildir. O fark da şudur: Mü’min can çekişme sekarat dediğimiz o hâlinden sevap kazanır; ama asiler o can çekişme sekarat halinden bir sevap kazanamazlar. Bu onlar için azaptır. Bu durum şuna benzer: Mü’min hastalanınca veya başına bir bela, musibet, gam, keder, hatta ayağına diken batmasıyla bile günahları affolunur, derecesi yükselir. Ama bir kâfir hastalanınca yukarıda saydıklarımız sıkıntılara duçar olmakla hiçbir hasenat kazanamaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadisi bizleri aydınlatıyor: ’Hz. Âişe (r.anhâ)’nın anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.) bir gün yanına girdiği sırada, bir yakınının nefesini ölüm kesmek üzereydi. Efendimiz (a.s.) Âişe (r.anhâ)’nın üzüntüsünü görünce kendisine; ’Şu yakının için üzülme! Zira onun şu ızdırabı hasenatındandır!? buyurdular.(3)
Birçok işkencelere maruz bırakılıp asılmak üzereyken Hz. Hubeyb (r.a.)’in mübarek dudaklarının terennüm ettiği şu şiir Allah için ölmenin verdiği bir heyecanla, mü’min için ölümün, ebedî güzelliklere ve rahmet-i ilâhiye açılan bir kapı olduğunun bariz bir örneğidir:
’Müslüman olarak öldürüldükten sonra gam yemem. Nerede olursa olsun Allah için ölüyorum. Bu ölüm O’nun Zat’ı (nın rızası) yolundadır. Dilerse O, darmadağınık uzuvların eklemleri üzerine bereket verir.?(4)
Efendimiz (s.a.v) şu hadis-i şeriflerinde bizleri çok ciddi bir şekilde uyararak, ölümün ümmet için bir korku değil de, rahmete kavuşturan bir vesile olduğunu bildiriyor. Hz. Sevban (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (a.s.) buyurdular ki: ’Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.? Orada bulunanlardan biri: ’O gün sayıca azlığımızdan mı?? diye sordu. ’Hayır!? buyurdular. ’Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!? ’Zaaf da nedir ey Allah’ın Rasûlü?? denildi. ’Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!? buyurdular.(5)
Allah (c.c.) ölüm kılıcı ile nice zalimlerin, kâfirlerin, ebu cehillerin, firavunların, nemrutların boyunlarını vurmuş, bellerini kırmıştır. O zalimler ölümden nefret ederler, ölümle karşı karşıya gelmeyi asla istemezlerdi. Şu zamanda o zalimlerin izinden giden, firavunlaşmış, nemrutlaşmış zihniyetler, geçmişe bir bakıp o zalimlerin ölümle ne duruma düştüklerini, tüylü rahat yataklardan, kara toprağa, saraylarından karanlık mezarlıklara, zevk ve sefa içindeyken böceklerin yılanların arasına girmelerine, yeryüzünde onları şımartan dünya servetleriyle buldukları zevkten yerin altında inleyip kıvranmalarına, ibret nazarıyla bakıp akıbetlerinin onlardan farklı olmayacağını iyi idrak etmelidirler.
İnsan, kâinata bakıp, ibret almalıdır. İnsanın ölümü bir bitkinin veya bir hayvanın ölmesi gibi değildir. İnsanı bekleyen, karşılayacağı bir sonsuzluk âlemi vardır. Bu da kulun dünya hayatındayken, ya Rabbine itaat etmesi sonucu hayır olur, cennete ilâhî rızaya kavuşur. Ya da isyan edip gazab-ı ilâhiye duçar olur.
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakim’de buyuruyor ki: ’İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı; fakat insanlar bundan habersiz, Hak’tan yüz çeviriyorlar.?(6) Ölüm ve ötesi için gaflet içinde bulunmanın ne kadar talihsizlik olduğu aşikardır. Hz. Ömer (r.a) bir gün mescide gidiyordu. Önünde hızla mescide doğru koşan bir çocuk gördü. Adımını hızlandırdı, çocuğa yaklaştı ve sordu: ’Ey yavru! Sana namaz farz değilken niçin böyle heyecanla ve koşa koşa mescide gidiyorsun?? Çocuk sadece şu cevabı verdi: ’Ey Mü’minlerin Emiri! Dün mahallemizde benden yaşça küçük bir çocuk öldü! Ondan dolayı böyle hareket ediyorum? dedi. Abdullah İbni Amr İbni As (r.anhuma) anlatıyor: ’Ben ahşap evimi tamir için çamurlamakla meşguldüm. Rasûlullah (a.s.) bana uğradı ve: ’Bu da ne ey Abdullah?’ buyurdu. Ben: ’Evin tamiriyle meşgulüm’ dedim. ’Ölümün gelmesi, bu evin yıkılmasından daha çabuktur’ buyurdu.? Bir rivayette: ’Ben emr-i Hakk’ın gelmesini bunun yıkılmasından daha çabuk görüyorum? buyurmuşlardır.(7) Bu hadis-i şerif devamlı olarak dünyada yaşayıp, kalmak isteyen, tûl-i emel sahibi olan, devamlı bu dünyaya mal biriktirme hesabı içinde olup da esas hesabı unutan, gafil insanları uyarmakta, ölümün yakınlığının göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Şu hâlde kul, ölümü her an başucunda, iki kaşı arasında bulundurup, ölüme hazırlanıp beklemelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Muaz bin cebele: ’İmanın hakikati nedir?? diye sual buyurduğunda Muaz (r.a.) ’Attığım bir adımdan sonra ikinci adımı atabileceğimi ümit etmememdir.?dedi.
Ölümü daima göz önünde bulundurup zamanını ona göre değerlendirmek gerekir. Eğer akşama kadar yaşamışsak Allah’a gündüzünde kulluk edebilme imkânı verdiği için şükredip sevinç duymalıyız. Yarın ne olacağını bilmeyen, bunun için her an hazırlıklı olmayı idrak eden kullar için ölüm, saadet; hayat ise iyi amel ve mükâfatların vesilesidir.
Bir gün Efendimiz (s.a.v) üç tane odun aldı. Birini önüne, birini yan tarafına dikti, diğerini ise uzaklara attı. Sonra da ashabına; ’Bununla neyi temsil ettiğimi biliyor musunuz?? diye sordu. Ashab: ’Hayır ya Rasûlallah, bilmiyoruz!? diye cevap verdiler. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular: ’Bu diktiğim odun insan, yanındaki de ecelidir. Uzaklara attığım ise emelleri (arzuları)’dır. O, emellerin peşinde koşar; ancak ecel onu yakalar. Emellerine yetişemez.
Ebu Bekir Sıdık (r.a.) bir hutbesinde şöyle buyurmuştur: ’Nerede o parlak yüzler? Nerede o gençliğine aldanıp mağrur olanlar? Nerede o kaleler inşa eden hükümdarlar? Nerde o savaş alanlarında zaferden zafere koşan komutanlar? Zaman onları nasıl da yok edip götürdü. Ve onları mezarın karanlığına karıştırdı. Geç olmadan acele olarak kurtuluşa koşun!?(8)
Evet, mü’min kul için bir dönemeç noktası, yeni ve ebedi bir hayata açılan bir kapı olan ölüm; kendisinden korkulacak bir son değil de iyi hazırlanıldığı, salih amellerle donatıldığı taktide, ahiret yurdunda huzura kavuşturan bir köprü mesabesindedir. Bu şuuru yitirmemek gerekir. İmam-ı Rabbanî’nin (k.s) buyurduğu üzere ölmek, felaket değildir. Öldükten sonra başa gelecekleri bilmemek felakettir. Asıl korkulması gereken, son nefesteki durumdur. ’Acaba ruhumuz bedenimizden alınırken dudaklarımız ’Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Rasûlullah’ kelime-i tayyibesini söyleyerek mi kapanacak?’ diye tefekkür edip, bunun korkusunu yüreğimizde hissetmeli, ümitle çalışıp Rabbimize itaat etmeli, dinimizin gereklerini bıkmadan yerine getirmelidir.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz duasında şöyle buyurdular: ’Allah’ım! Ahiret işlerine engel olan dünyadan, hayırlı ölüme mani olan kötü hayattan ve iyiliklere engel olan kötü emellerden sana sığınırım.? Âmin...

Kaynakça:
1. Nesâî, Cenaiz 9.
2. Kaf, 50/19.
3. Kütüb-i Sitte, Hd.No: 6388.
4. Buharî, Megazi 38, 39, 170; Tevhid 14.
5. Ebû Dâvûd, Melâhim 5, (4297).
6. el-Enbiya, 21/1.
7. Ebû Dâvûd, Edeb 169, 5235, 5236; Tirmizî, Zühd 25, 2336.
8. Kimya-yı Saadet.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.