Özlenen Rehber Dergisi

35.Sayı

Hucurat Suresi

Özlenen Rehber Özlenen Rehber Dergisi 35. Sayı
Mü’min olma vasfını kendinde barındıran Müslümanların, sahip olması gereken bir takım edeb ve terbiye ölçülerinin anlatıldığı bir kaç âyetten bahsedeceğiz inşallah.
Bu âyetleri sık sık okuruz; ama üzerinde yeterince durmadığımızdan, zihnimizi, kalbimizi, onların inceliklerini kavramaya açmadığımızdan olsa gerek ki, yüklendiği manaları çoğu zaman anlayamayız. Mü’min olmanın, gönülden îman etmenin gerektirdiği kuralların bahsedildiği, îmanın lezzetine erişmek isteyen, îman ile şereflenip dünya ahiret saadetine kavuşmak isteyen kimselerin sahip olması gereken özellikler...
Buyruluyor ki;
“Ey îman edenler! Allah’ın ve Rasûl’ünün huzurunda öne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir bilendir.”
Bazı müfessirler demişlerdir ki; burada mananın aslı, ‘Rasûlullah’ın önüne geçmeyin’ demektir. Allah’ın isminin zikredilmesi, yalnız tazim ve Rasûlullah’ın Allah yanındaki yüksek şerefini ve yakınlığını bildirmek içindir. Nitekim bundan sonraki âyetler, yalnız Hz. Peygamber (s.a.s) Efendimiz hakkındadır. Buna göre mana şu olur:
“Allah’ın Rasûl’ünün özüne geçmeyin, çünkü O’nun Allah’a yakınlık duygusu vardır. O hep Allah’ın huzurundadır. Onun önene geçmek Allah’ın huzurunda cüretkârlıkta bulunmaktır.”
Cenâb-ı Hak, adını adıyla yan yana yazıyor, O’na îmanın olmadığı yerde kendisine îmanı kabul etmiyor, Zât’ına itaatin ancak Peygamber’ine (a.s) itaatle mümkün olduğunu Kur’ân-ı Mübîn’de defalarca zikrediyor. Her iki cihanda kurtuluş ve saadet Rasûlullah’tan geçiyor. Şu hâlde biz îman sahiplerine düşen, hayatımızın her anında O’nu örnek almak, rehber edinmek ve sürekli olarak O’nun yüce ahlâkıyla ahlâklanmak gayreti içinde olmaktır.
Çokça kullandığımız şu hadis-i şerifi zikredelim, Hz. Âişe validemize gelip Rasûlullah’ın ahlâkından soruyorlar, “Siz Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dır” cevabını alıyorlar. Hâl böyleyken sahabelerden bazıları, yaptıkları ibadetleri çoğaltmaya karar veriyorlar, biri her günü oruçlu geçirmeyi, diğeri geceleri uyumadan ibadetle geçirmeyi, bir diğeri de hanımına hiç yaklaşmamayı kendilerine uygun görüyor. Allah Rasûl’ü bu durumu öğrendiğinde çok hiddetleniyor, Allah’tan en çok korkan O, kulluktan en ileride olan O, yine de bazen oruç tutar, bazen iftar eder, geceleri ibadet de eder, uyur da, hanımıyla da birlikte olur. Allâh’u a’lem; ama Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i bu kadar gazaplandıran şey, âyette bildirildiği üzere “kendisinin önün geçme eylemi...”
Hâlis niyetle de olsa böyle bir davranış hoş karşılanmıyor. Burası çok önemli... Değil normal bir iş, bir davranış; bir sözde, ibadet ve itaatte dahi O’nun önüne geçmemek gerekiyor. Cenâb-ı Hak bunu yasaklıyor, böyle bir şeye kalkışmayın diye uyarıyor.
Yaptığımız bütün davranışlarda, fiilerde, düşüncelerimizde şöyle bir anlayışa sahip olmalıyız: “Peygamber Efendimiz (s.a.s) bu konuda ne diyor? Nasıl uygulamada bulunuyor?” Çünkü biliyoruz ki O’na tâbî olarak yaptığımız bir iş, günlük, mubah olan bir davranış da olsa, Cenâb-ı Hak katında kıymet buluyor, onlarca sevap kazanmamıza vesile oluyor, kendi nefsimizle tercih ederek yaptığımız ibadetlerden daha değerli addediliyor. Bu Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir lutfudur. Efendimiz’e (a.s) tâbî oluyorsun, hem dünya hem ahiret saadetini garantiliyorsun hamdolsun.
Bu âyetin en bariz özelliği ise İslâm’ın ana kaynaklarından olan Kur’an ve Sünnet’e ittibanın önemine dikkat çekmesidir. “Ey îman edenler! Allah ve Rasûl’ünün önüne geçmeyin...”
Allah’ı Rabb, güzel Peygamber’ini (s.a.s) rehber ve doğru yolu gösterici kabul eden her kişi, bu inancında doğru ve samimi ise, kulluğunu icra ederken karşılaşacağı meselelere dair Allah’ın ve Rasûl’ünün bir buyruğu olup olmadığını, varsa ne olduğunu araştırıp öğrenmeden, kendi kendine fikirler ve görüşler ortaya sürerek çizgisini belirlemez. Bu, îmanın ilk ve temel şartıdır. Bunun bir açıklaması olarak Ahzab sûresi 36. âyeti, mana olara şöyledir: “Allah ve Rasûl’ünün hüküm koyduğu konularda hiçbir müslümana karar verme yetkisi bırakılmamıştır.” Manasınca demek oluyor ki; muamelat ve hareketlerimizde önden giderek kendi kendimize kararlar almamalı, ilk önce Allah’ın kitabı (Kur’an) ve Paygamber’inin (s.a.s) Sünnet’ine başvurmalıyız. Bu, sadece şahsî işlerimiz için değil, her çeşit sosyal ilişkilerimizde de aynıdır. Aslında bu, İslâm’ın, hidayet vesilesi olan öğretilerinin temel maddesidir.
İnsan, Allah ve Rasûl’ünü önemsemeyip, kendi kendine nefsinin hoşuna giden hükümler verip, onu da Kur’an ve Sünnet’in üstünde tutarsa, bilmeli ki Allah (c.c) bütün bunlardan haberdardır. Kul, Makam, mevki, şan, şeref gibi dünyevî nimetler için Allah ve Rasûl’ünün emirlerini arkaya atmamalıdır. Allah ve Rasûl’ünün sözü üstüne söz söylememelidir.
“Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.”
Bu uyarı, özelde Sahabe-i Kiram Efendilerimize, genelde ise bütün mü’minlere öğretilmek istenen terbiyeli bir davranış şeklidir. Peygamber meclisinde, O’nunla ilişkide bulunan kimselerin O’na hürmet etmede son derece titiz ve dikkatli olmaları gerektiği anlatılıyor. Hiç kimsenin sesi Rasûlullah’ın sesinden yüksek ve fazla olmamalı, kendi arkadaşlarımızla konuştuğumuz gibi O’nunla aynı seviyede de olmamalıdır. Kısık bir ses tonuyla, mütevazı ve mülayim bir hâl içinde konuşulmalıdır. Rivâyet edilir ki, bu âyet inince Hz. Ebû Bekir (r.a); “Ya Rasûlallah! Vallahi ben bundan sonra, Allah’a kavuşuncaya kadar sizse gizli ya da gizli gibi konuşurum” demiş.
Allah’ın Habib’ine hürmet etmeyip seslerinizi O’nun mübarek nefesinin önüne geçirirseniz, farkına varmadan amelleriniz boşa gider... Bu, yasaklanan ‘sesi yükseltmek’ eylemi, hafife almak ve saygısızlık kastıyla olanlar değildir. Çünkü o mü’minlerden çıkması mümkün olmayan açık küfürdür. Ancak, bazı fiiller vardır ki, küfür kastıyla yapılmasalar bile, bütün amelleri heba edecek kadar Rahman’ın (c.c) katında büyük günah sayılmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v)’e sıkıntı da bu şekilde olur. Buradan Peygamber Efendimizin konumunun ne kadar âlî olduğu anlaşılıyor. Peygamberimiz (s.a.s)’e yapılan bir saygısızlık, O’nun sıkıntıya girmesine vesile olabilecek bir davranış, kişinin ömrü boyunca yaptığı bütün hayırlı amelleri zayi edecek kadar büyük bir günah ve Allah vermesin, aynı zamanda farkında olmadan bizleri inancı olmayanların ahlâkına ve akibetine götürmeye sebep olabilecek bir davranış... Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’e gösterilen saygısızlık, hürmetsizlik, Cenâb-ı Hakk’a yapılan saygısızlık mesabesindedir.
Buharî ve Müslim Enes (r.a.)’den rivayet etmişlerdir ki, bu âyet inince Sabit bin Kays (r.a) evine oturmuş “ben cehennemliklerdenim” diyerek kendini hapsetmişti. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s) Saat bin Muaz (r.a)’a: “Sabit ne halde, rahatsız mı?” diye sordu. Saad (r.a) da: “O benim komşumdur, rahatsızlığını bilmiyorum” dedi ve gitti sordu, Hz. Sabit dedi ki: “Bu âyet indirildi, bilirsiniz ben sizin en yüksek seslinizim, demek ki ben cehennemliklerdenim” Bu hüzünlü sözler Peygamber Efendimize söylenince: “Hayır, o cennetliklerdendir buyurdu.” Yaradılıştan ses tonu yüksek sahabe efendilerimiz, Allah Rasûl’ünü incitirim, sıkıntı veririm korkusundan kendisini eve kapatıyor. İşte sahabeyi sahabe yapan anlayış...
Günümüzde Peygamber Efendimiz (s.a.s)’le yüz yüze konuşmak mümkün olamayacağından, Peygamberimizin adı anılınca, bir buyruğu anlatıldığında ya da hadisleri okunduğunda aynı edep gösterilmelidir. Bu mesajlarla, aynı zamanda, hürmete layık manevî değerlere sahip büyük zâtlar yanında da aynı hürmeti ve saygıyı göstermenin gerekliliği vurgulanıyor, çünkü âlimler Peygamberlerimiz (s.a.v)’in varisleridir. Onlara gösterilen edeb bir bakıma Peygamberimiz’e gösterilen hürmettendir. Allah’tan hakkıyla korkan, ilmiyle âmil âlimler, dini yaşama ve yaymada, peygamberlerden sonra en ileride olan kişilerdir.
“Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.”
Müteveffa haliyle hayattaki hâli arasında hiçbir fark bulunmayan Rasûlullah (s.a.s)’in yanında gerekli edebi gösterenler, O’nun hükmünün, sünnetinin, rızasının önüne geçmeyip tâbî tutuldukları imtihanı başarı ile tamamlayanlar, Allah ve Rasûl’üne karşı saygı ve sevgiyle dolu bir kalbe sahip olduklarını ispatlamış olurlar. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in huzurunda bir kimsenin sesini yükseltmesi, sadece zâhiren bir kabalık değil, aynı zamanda bu o kimsenin kalbinde takva bulunmadığının bir göstergesi olarak da anlaşılır. Rabbimizin de Kitâbullah’ta müteaddit defalar buyurduğu üzere ‘kurtuluşa ve hidayete erenler’in de ancak takva sahipleri olduğuna göre, üzerinde ne kadar titizlik gösterilmesi gerekli bir davranış değil mi?
Ey bizim Kerim Rabbimiz! Bizlere, Sana ve Habib’ine hürmet, sevgi ve itaatte Sahabe-i Kiram Efendilerimizin anlayışını nasip et. O’na karşı yapılacak en ufak bir saygısızlıktan da bizleri muhafaza eyle.
...............
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili.
Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an.
Hâkim, el-Müstedrek, 2/462.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.