Özlenen Rehber Dergisi

35.Sayı

Sabır - 1

Yakup YÜKSEL Özlenen Rehber Dergisi 35. Sayı
Sabrın Lügat Anlamı:
“Sa-be-ra” kökünden mastar olan sabır kelimesi sözlükte, “hapsetmek, tutmak, birini bir şeyden alıkoymak, dayanmak, kefil olmak, cüret ve şecaat”(1) anlamlarına gelmektedir.
Bunun yanında gelecek olan bir şey için acele ve telaş etmeyip beklemek, sükûnet, huzur, dinginlik, sebat, metanet, kendine hâkim olma, kendini tutma, başa gelen acıya karşı telaş ve üzüntü göstermeyip dayanma,(2) dayanıklılık, sızlanmamak, yakınmamak(3) itidali muhafaza etmek,(4) tahammül, ağrı ve acıya dişini sıkmak, edebi bozmamak, sıkıntı ve belalara sızlanmayı terk etmek,(5) kızgın davranışlara girmemek, dili şikâyetten uzuvları yanlış hareketlerden korumak,(6) kader ve kazaya teslimiyet, işin sonunu gözlemek, dili korumak, öfkeyi yenmek ve kanaat anlamlarında da kullanılmaktadır.
Ayrıca sabredilecek herhangi bir durum karşısında dişini sıkıp dayanana “sâbir” (çoğulu sâbirûn, sâbirîn, sâbirât); sabretmeyi tabiatıyla bütünleştirmiş olan kimseye “mustabir”; sabır konusunda tam bir vicdan rahatlığına ermiş bulunana “mutasabbir”; bu hususta hiç zorlanma hissetmeyene “sabûr”;(7) musibetlere sabredip nimetlere çokça şükredenlere özgü vasıflara sahip olanlarla herkesin sabrettiği şeylerden daha ağırlarına göğüs gerenlere ise “sabbâr”(8) denilmiş ve Kur’an’da “çok sabredenler”, “çok şükredenler” ile birlikte dört âyette zikredilmiştir.(9) Sızlanmadan gösterilen sabır hâli de sabr-ı cemil(10) olarak tabir edilmiştir.
Allah’ın doksan dokuz güzel isminden biri de “sabûr”’dur. Sabûr, çok sabırlı demektir. Allah Teâla, çok sabırlıdır. Şirk, küfür, nifak ve isyanları sebebiyle insanları hemen cezalandırmaz ve sabreder. Onların tevbe edip hâllerini düzeltmeleri için mühlet verir. Allah, aceleci değildir.(11)

Sabrın Terim Anlamı:
Terim olarak sabır, başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikâyetçi olmamak, sızlanmamak, anlamlarında kullanılmaktadır. Kul, karşılaştığı sıkıntı ve belaların verdiği üzüntüyü sadece Allah’a arz eder ve O’nun yardımını ister. İnsanın altından kalkamayacağı musibetler ile zor eda edeceği mükellefiyetler karşısındaki hâlini Allah’a arz etmesi, O’ndan yardım istemesi ve günahlardan korkup O’na sığınması olarak tanımlanabilecek olan şekvâ, yani şikâyeti Allah’a sunma hâli ise kazaya rıza gösterme hâline aykırı bir hâl değildir. Böyle bir tavır insanın niyetine göre bazen tevekkül ve teslimiyet bile sayılabilmektedir.(12)
Sabır, Allah’a güvenip yine O’na dayanmak, Allah’tan ummak, nefis ve toplumdan gelen zararlara göğüs gererek tahammül göstermek, nefse haz veren şeylerden ve özellikle şehevi(13) duygulardan uzaklaşmak olarak da tarif edilmektedir. (14)
Tasavvufta bir makam olarak kabul edilen sabır,(15) tasavvuf ıstılahında salikin Allah’tan başkasına şikâyetten ve inlemekten nefsini tutması olarak anlaşılmış, zahitlerin ve ahiret yoluna sulûk edenlerin en önemli esaslarından biri olarak kabul edilmiştir. Yani sabır, dinin övdüğü ve teşvik ettiği ahlâkî bir sıfat ve ruhî bir kemal ifadesi olarak görülmektedir. Bu ahlâka ise nefsin, emredilen şeylere yönlendirilmesi ve zorlanması suretiyle ibadetlerin meşakkatine, belalara ve günah dışındaki zararlara tahammül göstererek ulaşabileceği vurgulanmaktadır.(16)
Sabır, musibetle karşılaşılan ilk andan itibaren söz konusudur. Aynı zamanda sabır, haramlardan uzak kalmada ve dini emirlere uymada da gereklidir. Daha çok maddi konularda fakirin sabırlı olması istenirken, zengin için şükür hâlinin daha uygun olduğu belirtilmiştir. Bu anlamda sabır, iyi ve kötü şeylerin Allah’tan bilinmesi, iyi olanları şükür ile karşılayıp; kötü ve nahoş görülenlere de rıza hâli ile mukabelede bulunulması şeklinde tanımlanmaktadır. (17)

Sabrın Diğer Anlamları:
İnsan hayatında sabırla karşılanması ve sabredilmesi gereken pek çok husus vardır. Bu açıdan sabrı, beden ve nefis yönünden ikiye ayırmak mümkündür. Bedenin sabrı daha çok yorucu ibadetlerde bulunmak, ağır işlerde çalışmak, hastalanmak vs. gibi bir takım fizikî zorluklara tahammül olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlara sabır makbul ise de asıl kabul gören; nefsin arzularına karşı gösterilen sabırdır. Bu noktada sabır kavramı diğer bazı ahlâk kavramlarıyla karşılaştırılarak çeşitli anlamlar kazanabilir.
Öyle ki; sabır nefsanî arzulara karşı gösterilirse sonucu “iffetli olma” olarak ortaya çıkar. Sabır, zenginliğe karşı olursa “zabtu nefs (nefis hâkimiyeti)”, zıddına “batar (kibirlenmek, böbürlenmek, kendini beğenmek, aşırı sevinç hâlinde bulunmak, azgınlaşmak)”; savaş anında gösterilen metanet şeklinde olursa “şecaat”, zıddına “cebâdet (korkaklık)”; öfke ve hiddeti yenme konusunda olursa “hilim, vakar, teenni”, zıddına “tezemmür (saldırganlık)”; zamanın musibet ve felaketlerine karşı olursa “gönül genişliği”, zıddına “gönül darlığı”; görüp duyduklarını muhafaza bakımından olursa “sır tutma”, zıddına “sırrı ifşa etme”; maddeden ihtiyaç duyulmayanlara karşı olursa “zühd”, zıddına “hırs ve tamah”; aza sabrediliyorsa “kanaat”, zıddına “şereh (aşırı gitmek)” olarak tezahür eder. Bir felakete karşı tahammül ise doğrudan sabrı gerektirmektedir.(18)
Sabır kavramı kelime olarak ele alındığında ise, başa gelen her hangi bir olay karşısında itidal ile dayanıklılık gösteremeyen ve kolaylıkla öfkeye kapılıp şiddete başvurmak demek olan “ceze‘a”nın tam zıddıdır. Bu ise sabrın, belalar ve acılar karşısında orta yolu muhafaza etmesi ve hangi zorlukla karşılaşılırsa karşılaşılsın kişinin bulunduğu hâl üzere sebat göstermesi gerektiği anlamını taşımaktadır. Nitekim bu iki kavram “Şimdi sabırsızlansak da (cezi`nâ), sabırlı olsak da (sabernâ) bizim için aynıdır”(19) âyetinde zıt anlamları ile ifade edilmektedir.

Kur`an’da Sabır:
Tahammül edilmesi güç ve katlanılması zor olaylar karşısında dişini sıkıp dayanma anlamında kullanılan ve icma ile farz olup,(20) şükür ile birlikte değerlendirildiğinde ise imanın diğer yarısı(21) sayılan sabır, Kur`ân-ı Kerim’de takriben yüze yakın âyette zikredilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de bu sayıda zikredilen başka bir kelime de bulunmamaktadır. Bu âyetlerde geçen sabır kelimesi, bazen bizzat sözlük anlamında, bazen de anlatılan konular itibariyle çeşitli anlamalarda kullanılmıştır.
“Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin”(22), “Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir.”(23), “Ey iman edenler, sabır ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin. Allah, sabredenlerle beraberdir”(24) âyetleriyle sabrı emreden Allah (c.c.); “Ey inananlar, sabredin, direnin, savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun”(25), “Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden buyun büküp duranları, Allah için mallarını harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah görmektedir)!”(26), “Sabredenler, hayatlarını sadakat çizgisinde sürdürürler.”(27) “Hakkı ve sabrı tavsiye edenler...”(28) âyetleri ve benzerleriyle sabır ahlâkına sahip olan mü’minleri, bu vasıflarından dolayı övmektedir. “Allah, sabredenleri sever”(29), “Allah, sabredenlerle beraberdir”(30) ve benzeri âyetlerle sabredenleri sevdiğini, onlarla beraber olduğunu bildirmekte; “Sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır”(31), “Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır”(32) âyetleri ve benzerleriyle sabrın, hayırlı sonuçlar vereceğini bildirmektedir.
Sabırlı olmak, peygamberlerin özelliği ve ahlâkıdır. Bütün peygamberlerin sabırlı kimseler olduğunu(33) bildiren Cenâb-ı Hak; “O halde sen de azim sahibi elçilerin sabrettikleri gibi sabret, o (nankör)ler için acele etme...”(34), “Fakat kim sabreder, affederse şüphesiz bu, çok önemli işlerdendir!”(35) âyetleriyle sabrın, büyük irade sahibi peygamberlerin yaptığı önemli bir iş olduğunu açıklamaktadır. “Hızır (Musa’ya) dedi ki: İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.”(36), “Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi (Yunus) gibi olma”(37) âyetlerinde olduğu gibi peygamberlerin dahi Allah’ın kendilerine açmadığı ve iç yüzünü bilmedikleri bir konuda sabredemediklerini vurgulamakta; “Biz, sabredenlerin karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz”(38), “Sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir”(39) gibi âyetlerle sabredenlerin, en güzel şekilde mükâfatlandırılacaklarını müjdelemektedir. “Sabredenleri müjdele”(40) âyetiyle başına gelen olaylara sabredenleri müjdelemesini peygamberine emretmekte; “Evet sabreder, korunursanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder”(41) âyetiyle herhangi bir sıkıntı anında sabredenlere ilâhî yardım vaadinde bulunmakta ve zafer garantisi vermekte; “Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: Sabretmenize karşılık selâm size! (derler)”(42) âyetiyle sabredenlerin, ahirette de büyük derecelere ulaşacaklarını bildirmektedir.
“Allah Teâlâ, size zahirî ve bâtınî nimetlerini ihsan etmiştir”(43) âyetinin yorumunda ise sabır ile rıza makamı arasında bir ilişki kurularak, âyette geçen zahirî nimetler, afiyet ve zenginlik; bâtınî nimetler ise bela ve fakirlik olarak görülmüş; bela ve fakirliğin sabredilip rıza gösterildiği zaman manevi muvafakate sebep olacağı uhrevi bir nimet olduğu ve Allah’a yakınlık vesilesi olacağı belirtilmiştir.(44)

Sünnet’te Sabır:
Fazileti hakkında pek çok hadis bulunan sabır, bazı rivâyetlerde iman ile alakalandırılarak izah edilmiştir. “Sabrın imanla alakası, başın bedenle alakası gibidir. Nasıl başı olmayanın bedeni de olmazsa; sabrı olmayanın da imanı olmaz”(45) denilmiştir. Sabrın nur olduğunu bildiren Hz. Peygamber (s.a.v.): “Mü’minin işi taaccübe şayandır, her işi hayırdır. Bu, yalnız mü’mine verilmiştir. Sevindirici bir işle karşılaşırsa şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşırsa sabreder, kendisi için hayırlı olur.”(46) “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı bir mükâfat verilmemiştir”(47) buyurarak hayrın büyük bir kısmının sabırda olduğunu ifade etmişlerdir. Yine kendisinden dua isteyen saralı bir kadına, sabrın karşılığının cennet olduğunu şöyle ifade buyurmuşlardır: “Dilersen sabreder cennete girersin, dilersen dua edeyim, Allah seni bu dertten kurtarsın.” Kadın: “Ben bayılıp düştüğüm zaman açılıyorum, Allah’a dua et, vücudum açılmasın” deyince Allah’ın Elçisi, kadına dua etmiştir.(48) En üstün amelin hangisi olduğu sorulduğunda da: “Semâhat (hoşgörü) ve sabırdır”(49) buyurmuşlardır.
“Başınıza gelen her musibet, ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah çoğundan da geçer”(50) âyeti kerimesine baktığımızda bela ve musibetlerin, ya kulu olgunlaştırmak ya da günahlarından temizlemek için olduğunu görürüz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.): “Mü’min bir kula isabet eden hiçbir hastalık, tasa ya da daha küçük bir olay yoktur ki Allah, o musibet ile kulun günahlarından bir kısmını silmesin.”(51) “Allah bir kuluna hayır dilerse, onun günahının cezasını dünyada verir”(52) buyurmuştur.
Yine bir rivâyete göre “Kim bir kötülük işlerse onu cezalandırırız”(53) âyeti indiği zaman Hz. Ebubekir: “Bu âyetten sonra insan nasıl sevinebilir” demiş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de: “Allah seni bağışlasın Ey Ebubekir, hasta olmuyor musun? Başına bir eziyet, bir sıkıntı gelmiyor mu? Üzülmüyor musun? İşte bunlar hep günahlarınızın cezasıdır”(54) buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Kim başına gelen musibete Allah’ın buyurduğu gibi “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun” deyip sonra “Allah’ım, bu musibetimden bana sevap ver, bunun ardından bana hayır ver” diye dua ederse; Allah da öyle yapar.”(55) Bir kutsi hadiste de: “Kulum, kendisini bir bela ile sınadığım zaman sabreder, ziyaretçilerine benden yakınmazsa, etinin yerine daha hayırlı et, kanının yerine daha hayırlı kan veririm. Onu iyileştirirsem günahından kurtulmuş olarak iyileştiririm, rahmetime (cennetime) koyarım”(56) buyrulmuştur.
Salikin fillerindeki kusurları görmesi, Hakk’a dönüş ve teslimiyetin (inâbe) sıhhati için zaruri bir durumdur. Aynı zamanda tevbe makamının gerçekleşmesi hususunda da elde edilecek önemli bir hâldir. Tevbe ise ancak mücahededeki sadakatle düzgün olur ve kul mücahedesinde sabrın bulunmasıyla sadık olabilir. Nitekim Fudâla b. Ubeyd (r.a.)’dan gelen Rasûlullah (s.a.v.)’in bir hadisinde şöyle buyrulmaktadır: “Gerçek mücahid, nefsiyle mücahede edendir.”(57) Öyleyse nefisle mücahede, ancak sabırla mümkündür. Sabrın en faziletlisi, bütün düşünceyi Allah Teâlâ’ya vererek onunla beraber olmaya, kalbiyle murakabeye devam etmeye ve kalpten dünyevî ve süflî düşünceleri temizlemeye sabretmektir.
Ayrıca sabır, insanın kaderinin ortaya çıktığı kaza anına rıza da gereklidir. Bir hadisi şerifte: “Kişiye verilen hayırlı şeylerin birisi de Allah Teâlâ’nın kendisine taksim ettiği şeylere rıza göstermesidir”(58) buyrulmuştur. Tevbeden sonraki bir makam olan rıza makamı,(59) avamdan daha çok havâs için önem taşımaktadır. Allah Teâlâ’nın tecellilerine rıza, onlar için diğer durumlardan daha önemli olduğundan rıza makamını yakalamak için sabra büyük ihtiyaç duyarlar. Hatta bazen tecelliye sabretmeye bile hayâ ederler. Fakat yine de rızayı elden bırakmazlar ve bundan dolayı da mesrur olurlar. Nitekim İbni Abbas’ın yaptığı bir rivâyette Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Rıza hususunda Allah için yakin ile amel et. Eğer bu olmazsa sabret, gerçekten sabırda büyük bir hayır vardır.”(60)

Sabrın Çeşitleri:
Sabır, genel olarak iki kısma ayrılır:
Bedenin Sabrı:
Tasavvufta, farzları yerine getirmeye ve haramlardan sakınmaya sabır, farz; fakirliğe, fakirliği gizlemeye, ilk anında musibete, acıları gizleyerek şikâyet etmemeye, kendine verilen manevi ihsan ve kerametleri, görmüş olduğu ibret ve âyetleri saklamaya ve dilini tutmaya sabır ise fazilet olarak değerlendirilmiştir.(61) Öyleyse sabır, kulun iradî fiillerinde ve iradesi dışında kalan bela ve musibet anında olmak üzere iki alanda gerçekleşmektedir. Yani bedenin sabrını gerektirecek şeyler iki kısımdır:
Kişinin kendisinden kaynaklanan şeyler: Yorucu ibadetler yapmak(62) ve ağır işlerde çalışmak gibi.
Kişinin iradesi dışında olan şeyler: Hastalık, açlık, susuzluk, dövülme, düşüp yaralanma ve kaza yapma ile karşılaşması gibi.(63)
Nefsin Arzularına Sabır:
Yalan, içki, kumar, zina, faiz, rüşvet, hile vb. dinen haram kılınan yasaklardan uzak durmak(64) sabrı gerektirmektedir. Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder. (65) Buna da ancak sabırla mani olunabilir.

Sabredilmesi Gereken Şeyler:
Genel olarak bakıldığında sabredilmesi gereken şeylerin aslında şu üç başlık atında toplandığı görülür. Bunlar: Allah’a ibadet ve itaate karşı sabır, haramlara ve yasaklara karşı sabır, Allah’ın imtihanı olan belalara sabırdır. Bunların ilk ikisi, kulun kendi iradesi ile yapacağı işlerle ilgilidir. Diğeri ise kendi iradesi ve eylemi dışında gerçekleşen kazalara sabırdır.(66)
Konuyu biraz daha açmak gerekirse, sabredilmesi gereken şeyleri yukarıda zikredilen üç ana başlığı da dikkate alarak aşağıda geldiği şekliyle değerlendirmek de mümkündür:
Allah’a ibadet ve itaate karşı sabır: Buna sadece “tâatte sabır” da denir. Kulun yaratılış gayesi Allah’a ibadet ve itaattir.(67) Bu sebeple kul, ibadetler için sabra muhtaçtır. İbadetin ağırlığına ve meşakkatine katlanmalı, yılmamalı, bıkkınlık ve tembellik göstermeden sabırlı olmalı, nefsinin isteklerine karşı dikkatli olmalıdır. Çünkü nefis, Gazali’nin de dediği gibi tabiatı itibariyle ibadet ve kulluktan hoşlanmaz, baş olmak ister, rubûbiyyet iddiasında bulunur. Bundan dolayı ariflerden biri şöyle demiştir: Firavun’un: “Ben sizin en yüce tanrınızım”(68) sözüyle açığa vurduğu tanrılık davası, her nefiste gizli olarak vardır.
Tâatte sabır, yapılacak olan amelden önce, amel sırasında ve sonrasında olmak üzere değişik aşamalarda değerlendirilir. Amelden önce; “Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu”(69) âyetiyle; amel hâlinde; “Sabredip, Rablerine güvenerek iş görenlerin ecri ne güzeldir!”(70) âyetiyle; ameli bitirdikten sonra da; “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın”(71) âyetiyle açıklanabilir.
Kulluk, içinde bulunulan zamana uygun olarak bazen farzların ifasında, bazen de kendisiyle farzların koruma altına alındığı sünnete tabi olma konusunda ortaya çıkar. Yapılmasında hiçbir zorluk bulunmayan sünnetlerin tatbiki de nefse ağır gelebilir. Nefis, kimi ibadetten tembellik yüzünden hoşlanmazken (namaz gibi); kiminden de cimrilik sebebiyle hoşlanmaz (zekât gibi). Kimi ibadetten de her iki sebepten dolayı hoşlanmaz (hacc gibi). Bundan dolayı kulluk, nefis için zor bir durumdur ve ibadetlere sabır, zorluklara, güçlüklere sabırdır. Bunun için yüce Allah: “(Allah), göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunan şeylerin Rabbidir. Öyle ise O’na ibadet et ve O’na ibadete sabret...”(72), “Ehline (eş ve çocuklarına) namazı emret, sen de o(nun güçlükleri)ne sabret”(73) buyurmuştur.
İbadette sabır için önce Allah’ın yardımı, ardından da yardım ile beraber ilim gereklidir. İlmin olmadığı yerde cehalet söz konusu olur. Cehaletin de bir takım sebepleri vardır. Aslında nefsin bütün ahlâk ve sıfatları iki şeyden kaynaklanmaktadır. Birincisi hafiflik, ikincisi aşırı istek ve arzudur. Kişinin hafifliği cehaletinden, aşırı arzusu da hırsındandır. Nefis hafiflik durumunda, düz bir yerde bulunan yuvarlak bir cisme benzetilmiştir. Yaratılış ve durumu sebebiyle devamlı hareket hâlindedir. Hırs hâlinde ise, kendisini lambanın ışığına atan, onu helak edecek ışıktan sakınmayan ve az bir ışığa kanaat etmeyen kelebeğe benzemektedir. Hafiflikten acelecilik ve sabır azlığı meydana gelmektedir. Hâlbuki sabır aklın cevheridir. Hafiflik ise nefsin bir sıfatı, hevası ve ruhudur. Ona ancak sabır galip gelir.(74) Böyle olunca da hem ibadet için ilim, hem de ilim için sabır gerekli olmaktadır.
İbn Abbas, “Kur’an’da sabır üç çeşittir” demiştir. Allah’ın farzlarını yerine getirmeye sabır ki; bunun üç yüz altmış derece sevabı vardır. Musibetin ilk şokuna sabırdır ki; dokuz yüz derece sevabı vardır. Çünkü Allah’ın belasına sabır, başka şeylere sabırdan daha zordur. Buna ancak peygamberler dayanabilir. Bunun içindir ki Peygamber (s.a.v.): “Ya Rabbi! Senden, bana dünya musibetlerini küçültüp kolaylaştıracak bir yakin istiyorum”(75) diye dua etmiştir.
Ebu Osman: “Sabbâr (çok sabreden), belalara ve güçlüklere göğüs gerendir. En güzel ibadet ödülü de sabır ibadetine verilen ödüldür. Onun üstünde bir ödül yoktur” der. Nitekim Yüce Allah (c.c.): “Biz sabredenleri, yaptıklarının en güzeliyle ödüllendiririz”(76) buyurmaktadır.(77)
Haram ve yasaklara karşı sabır: Dinin emirlerini yapmaya devam etmek sabır gerektirdiği gibi, günahlardan uzak durmak, haramlardan korunabilmek için de sabır gereklidir. Bu, “mâsiyete sabır” olarak adlandırılmıştır. Sabrederek dini yasaklara riâyet eden insan, Allah’a ve peygamberine itaat etmiş ve sevap kazanmış olur. Sabredemeyen insan ise haramları işleyerek günaha girer. Böyle olunca da kişinin, en çok muhtaç olduğu sabır, isyan etmemeye sabretmesidir. Çünkü isyan, nefsin arzularına uymaktır. Nefse en ağır gelen, kişinin alıştığı ve ahlâk edindiği bir takım günahlardan vazgeçmeye karşı gösterdiği sabırdır. Çünkü alışkanlıklarla işlenilen günahlar, yani ahlâk edinilen mâsiyetler, aşırı istek ve arzularla birleşirse nefis güçlenir. Bu alışkanlıklar ise daha çok yapılması veya terk edilmesi insana kolay gibi görülen bir takım mâsiyetlerden meydana gelmektedir. Gıybet, yalan, riya, kibir, içki, kumar, zina, yalan, faiz vb. hafif görülen bu işlere sabır ise daha da zordur.(78)
Burada sabır, tevbe ile birlikte değerlendirilmekte ve murakabenin tevbedeki durumu gibi gerekli olmaktadır. Nasıl ki gerçek bir tevbe Allah’a yakınlık konusunda murakabeyi çepeçevre kuşatıyorsa; yine ihlâsla yapılan bir tevbe, bütün yönleriyle sabır makamını da içine almaktadır.(79) Sabrın hakikati işte tam burada; gerçek bir nasuh tevbesi ile nefsin mutmain oluşunda ortaya çıkmaktadır. Nefsin mutmain oluşu, temizlenmesinden kaynaklamakta olup; temizlik ise tevbe ile gerçekleşmektedir. Demek ki nefis, tevbe-i nasuh ile temizlenince, kendisinden serkeşliği, azgın tabiatı ve sabır azlığı yok olup gitmektedir. Bu tevbe nefsi yumuşattığında onu, tabiatındaki azgınlıktan uysallığa ve yumuşaklığa ulaştırmaktadır. Çünkü nefis, muhasebe ve murakabeyle safileşir ve hevasına uyması sebebiyle tutuşmuş olan ateşi söner. Mutmainne sıfatını kazanmasıyla rıza makamına ulaşarak sükûnet ve teslimiyet içinde olur.(80) Nimete karşı sabredip, onu Allah’a karşı isyanda kullanmamak demek olan masiyete sabır konusunda kuldan beklenen de zaten günah işlememesi ve işlememeye sabretmesi, yaptıklarına tevbe etmesidir.
Kıymetli Rehber okurları! ‘Sabredilmesi gereken hususlar’ beş ana başlıkta toplanmaktadır. Bir bu çalışmamızda bunlardan ilk ikisine yer verdik, gelecek sayımızda da inşallah sabredilmesi gereken şeylerden; ‘Allah’tan gelen musibetlere karşı sabır, insanların kötülüklerine karşı sabır ve nimetlerin şükrüne karşı sabır’ maddelerine temas edeceğiz. Ayrıca sabır hakkındaki çalışmamızı, ‘sabrın keyfiyeti ve sabır hakkında söylenmiş hikmetli sözler’le tamamlayacağız.
Bir dahaki sayıda buluşmak dileğiyle...

Kaynakça:
1. İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut, 1956, IV, 138; et-Taberî, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli Ayi’l-Kur’an, Mısır, 1954, I, 2/253.
2. Büyük Türk Sözlüğü, kontr. Muharrem Ergin, Hayat yayınları, İst. 1023.
3. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet yayınları, 2.baskı, İst. 1996, 446.
4. Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, Pınar yayınları, 2. baskı, İst. 146.
5. Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar neşriyat, İst. 1994, 179.
6. Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, Yeni Ufuklar neşriyat, İst. 1992, 300.
7. Ebu Bekr Muhammed el-Kelâbâzî, et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf, haz. Süleyman Uludağ, Dergâh yayınları, 2. baskı, İst. 1992, 143.
8. Abdu’l-Me’am el-Cüfenî, Mucemü Müstalahâtü’s-Sûfiyye, Beyrut 1987, 147; Ebü’l-Kasım Abdülkerim b. Hevâzin el-Kuşeyri, Kuşeyrî Risâlesi, haz. Süleyman Uludağ, Dergâh yayınları, 3. baskı, İst 1991, 325; Ebu Nasr Serrâc et-Tûsî, el-Luma, trc. H. Kamil Yılmaz, Altınoluk yayınları, İst. 1996, 48; Canan, Kütübü’s-Sitte, IX, 185.
9. İbrahim: 14/5; Lokman: 31/31; Sebe: 34/19; Şûra: 42/33.
10. Yusuf, 12/18-90; Kuşeyri, Risale, 38.
11. El-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut, 1967, I, 373.
12. Uludağ, a.g.e., 446.
13. Şehvet, nefsin hoşuna giden her türlü aşırı istek anlamına kullanılmaktadır. Ebu Hâmid Muhammed b.Muhammed Gazali, İhya-u Ulûmiddîn, trc., Ahmet Serdaroğlu, III, 63; Ebu Hafs Ömer es-Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, trc., Dilaver Selvi, Umran yayınları, 2. baskı, İst. 1995, 620.
14. Yılmaz, a.g.e., 179-181; Ahmet Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Esra Yayınları, Konya 1993, 322.
15. Sühreverdî, a.g.e., 620; İmam-ı Rabbânî Ahmed Farukî Serhandî, Mektûbât-ı Rabbânî, trc. Abdulkadir Akçiçek, Cümle yayınları, İst. 1985, 418. mektup, III, 372.
16. Hâmidî, a.g.e., 520; Yetik, a.g.e., 205.
17. Canan, a.g.e., IX, 185-187.
18. Gazali, İhya, 4, 126.
19. İbrahim, 14/21.
20. Süleyman Ateş, a.g.e., 300, Sabrın farz ve fazilet olarak kısımları için bkz. Sühreverdî, a.g.e., 629.
21. Deylemi, Müsned: 378.
22. Bakara: 2/45.
23. Yunus: 10/109.
24. Bakara: 2/153.
25. Âl-i İmran: 3/200.
26. Âl-i İmran: 3/117.
27. Âl-i İmran: 3/17.
28. Asr: 103/3.
29. Âl-i İmran: 3/146.
30. Bakara: 2/153; Enfal: 8/46, 66.
31. Nahl: 16/126.
32. Nisa: 4/25.
33. Enam: 21/85.
34. Ahkaf: 46/35.
35. Şûrâ: 42/43.
36. Kehf: 18/78; Kehf: 18/67, 82; Kasas: 28/54.
37. Kalem: 68/48.
38. Nahl: 16/96.
39. Zümer: 39/10; Furkan: 25/75; Ahzab: 33/35.
40. Bakara: 2/155.
41. Âl-i İmran: 3/125.
42. Ra`d: 13/24.
43. Lokman: 31/20.
44. Bkz. Sühreverdî, a.g.e., 640.
45. Süleyman Ateş, a.g.e., s.301.
46. Müslim, Zühd: 64; Dârimi, Rikak: 61; İbn Hanbel, Müsned: 5/24.
47. Buhari, Rikak: 20; Müslim, Zekât: 124; Tirmizi, Birr: 77; Ebu Davut, Zekât: 28; Nesâî, Zekât: 85.
48. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/347.
49. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/319, 4/385.
50. Şura: 42/30.
51. Buhari, Marda: 1; Müslim, Birr: 52; Tirmizi, Cenaiz: 1.
52. Tirmizi, Zühd: 56; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 4/87.
53. Nisa: 4/123.
54. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/11.
55. Müslim, Cenaiz: 3, 4.
56. İmam Malik; Muvatta’da Atâ İbn Yesar’dan, Beyhaki’de Ebu Hureyre’den Mevkuf olarak rivâyet etmiştir.
57. Tirmizi, Fedâilu’l-Cihad, 2; Ahmet b. Hanbel, Müsned, VI, 20-22.
58. Abdülazim Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, Beyrut, 1986, IV, 169.
59. Sühreverdî, Avârif, 621.
60. Ahmet b. Hüseyin Beyhakî, Şuabu’l-İman, Beyrut, 1990, II, 28.
61. Bkz. Sühreverdi, a.g.e., s.619.
62. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/349, 351.
63. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/178.
64. Buharî, Rikak: 20.
65. Bkz. Yusuf: 12/53.
66. Süleyman Ateş, a.g.e., s.302.
67. Zâriyât: 51/56.
68. Naziat: 79/32.
69. Beyyine: 98/5.
70. Ankebut: 29/58.
71. Muhammed: 47/33.
72. Meryem: 19/65.
73. Taha: 20/132.
74. Sühreverdî, a.g.e., s.586.
75. Tirmizi, Daavat: 79.
76. Nahl: 16/96.
77. Süleyman Ateş, a.g.e., s.306.
78. Bkz. Kuşeyri, a.g.e., s.324.
79. Bkz. Sühreverdî, a.g.e., s.620.
80. Bkz. Sühreverdî, a.g.e., s.620-621.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • leyla

    hocam çok çok teşekkür ederim sabır konusunu çok merak ediyordum gereğinden fazla aydınlandım devamını nasıl temin edebilirim

  • khayr

    Bu güzel bilgiler için Rabbim razı olsun sizden. Sabır konusunda tam da aradığım bilgilerdi istifade edeceğim inş. Hakkınızı helal edin...

  • aligarib

    ey güzel kardeş güzelsin,güzel yazmışsın sabır evet sabır. En güzeli sabırsızlanmaya sabır olsa gerek.Sabredenleri müjdele sırrına mazhar olmak ümidiyle.Allahım bizi bize bırakmasın.Selam ve hürmetlerimle.

5 kişi yorum yazdı.