Özlenen Rehber Dergisi

37.Sayı

Peygamberimiz'in Sağlığa Verdiği Önem

Mustafa ULUM Özlenen Rehber Dergisi 37. Sayı
Dinimiz, sağlıklı hayat üzerinde önemle durur, insanın en kıymetli servetlerinden birinin sıhhat olduğunu vurgular. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Hiçbir kimseye, ’yakîn’den sonra, afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir.? buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’e bir zat, ’Hangi dua daha üstündür??diye üç ayrı gün sorar. Rasûlullah (s.a.v.), her defasında: ’Rabb’inden dünyada da ahirette de afiyet vermesini iste.? diye cevap verir. Afiyet talebi demek, sıhhatli olmak için gerekli olan şartları yerine getirmek, fiilen tedbirler almak demektir. Hadis-i şerifte işaret edilen afiyetlerden sadece birisi, hıfzı’s-sıhha’ (sıhhati koruma) kaidelerine uymak, perhiz yapmak, ilaç almak, ameliyat olmak demektir. Zira Efendimiz (a.s.) dünya ve ahiret âfiyeti istenmesini tavsiye etmekte olup, dünyadaki manevî (rûhî ya da psikolojik) âfiyet yanı sıra, ahiret afiyetinin ise sadece bedensel bir huzur olmadığı açıktır, çünkü cenneti hak eden bahtiyarlara, orada hastalık isabet etmeyecektir. Cennet selâmet, huzur ve âfiyet yurdudur. Bu bağlamda, dünya için istenen afiyetin ise aslında kalıcı ahiret saâdeti için lâzım olan kulluğa katkısı nedeniyledir. Sağlıksız bir insandan birçok ferîza kalkmakta ya da insan ibadet taatten geri kalmaktadır. Bu tür bir akîbetten evvel, sıhhatin kıymetini kulluk perspektifi açısından gözden geçirmeliyiz.
Şimdi dilerseniz, bu kısa makalemizde, Cihan Güneşi’nin sağlık öğütlerine bir nazar edelim, bu hususta da Efendimiz (a.s.)’ı kendimize rehber edinelim.

KORUYUCU HEKİMLİK
Tıbb-ı Nebevî’de ilk prensip olarak, ’hıfzı’s-sıhha’ karşımıza çıkar. Yani, tedavi olmak değil, sağlığı korumak veya hastalanmamak için tedbirler almak esastır. Peygamberimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, öncelikle sıhhati korumanın ehemmiyetini belirten uyarılarda bulunur: ’?Hasta olmazdan önce sağlığın kıymetini, ölmezden önce hayatın kıymetini bil!? gibi. Ayrıca sıhhati koruyucu pek çok prensipler vaz’ eder. Bunlardan bir kısmı doğrudan doğruya, bir kısmı da dolaylı olarak sıhhati gaye edinir. Aşağıda kısa kısa üzerinde durulacağı üzere, mesela; temizlik, beslenme, spor ve istirahata giren emirler, doğrudan hıfzı’s-sıhha ile ilgili olduğu halde; namaz, oruç gibi ibadetlerle, domuz eti başta olmak üzere bir kısım yiyecekler ve alkollü içki ve uyuşturucularla ilgili haram ve yasaklar da, dolaylı olarak sıhhatin korunmasıyla ilgilidir.
? Temizlik:
’Temizlik îmanın yarısıdır.? hadisinde ifadesini bulduğu üzere Peygamberimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm temizliği İslâm’ın yarısı ilan etmiştir. ’Maddî ve manevî, ruhî ve bedenî her iki temizliğe beraberce yer veren İslâm, maddî temizliği şu dört şubede emreder: Elbise temizliği, beden temizliği, mekân ve mesken temizliği, çevre temizliği.
? Beslenme:
Dinimiz sağlıklı beslenmeye de geniş yer vermiştir. Dinin ana kaynağı Kur’ân’da ’Yeyin, için, israf etmeyin.? denmiş olması bu mevzuun dinde kazandığı ehemmiyeti göstermeye yeterlidir. Sünnete göre, sabah ve akşam olmak üzere günde biri tercihen meyve olmak üzere iki seferden fazla yenmemesi tavsiye edilmelidir. Biri sabah biri akşam. Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm: ’Akşam yemeğinin terki, ihtiyarlama (ve zayıflık) vesîlesidir? buyurarak akşamı terk etmemeyi tavsiye eder. İhya’da: ’Evlâ olanı, kişinin yiyeceğini ikiye taksim etmesidir ve bir seherde, bir de iftar vaktinde olmak üzere iki sefer yemelidir? der. Yenince az yemeli, iyice doyuncaya kadar da yememelidir.
? Spor:
İslâm; koşmak, yüzmek, ata binmek, ok talimi yapmak, güreşmek gibi faydalı meşguliyetleri teşvik eder. Bir hadis-i şerifte: ’İki hedef arasında koşan kimsenin her adımı için bir sevap vardır? buyrulur. Bir başka hadiste ise: ’Ok yarışı yapın, (vücutça) sertleşin, yalın ayak yürüyün? tavsiye edilir. Atıcılığa o kadar ehemmiyet verilmiştir ki, atıcılığı öğrendikten sonra unutanlara Peygamberimiz (s.a.v.) ’Bizden değildir, bana isyan etmiştir’; ’Allah’ın nimetine küfranda bulunmuştur? gibi ağır ifadelerle ikaz etmişlerdir. Dinimiz, kumara karışmamak ve setr-i avrete (İslâm’ın giyim kuşam ölçülerine) dikkat etme kaydıyla sportif yarışmalara müsaade etmiştir.
? İstirahat:
Vücudun sağlığını korumada istirahatın de yeri var. Kur’ân-ı Kerim, gecenin istirahata mahsus olduğunu bildirdiği gibi, gündüzleyin kaylûle (öğle, ikindi arası uykusu) denen uykuyu da istirahat vakti olarak zikreder.
Dinlenmenin vasıtası ne eğlencedir, ne de bomboş oturma. Kur’ân-ı Kerim: ’Bir işten çıkınca tekrar yorul?(1) emrinde bulunur. Yani meşguliyet değiştirmek suretiyle dinlenmek. Hadislerde, faydalı meşguliyetler; geçimi kazanmak için çalışmak, ibadet etmek, ilim öğrenmek, nefis murakabesi, tefekkür, ev işleri, ailevî meşguliyet, eş-dost ziyareti, sohbet olarak belirlenmiştir. Şu halde, bunların birbirlerini tamamlayacak şekilde programlanması, birinden yorulunca diğerini yaparak istirahatın temini gerekecektir.
? İbadetler:
İslâm’da ibadetlerin de Tıbb-ı Nebevî’nin bir parçasını teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Namaz, oruç, hac, zekât, dua, zikir gibi bütün ibadetlerin gerek beden ve gerekse ruh sağlığı yönünden hem koruyucu, hem de tedavi edici tesirleri vardır. Örneğin, namazın göz sağlığına etki eden tıbbi yönünün olduğu tespit edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in: ’Dünyanızda bana üç şey sevdirilmiştir...? hadis-i şerifinde, ’Gözümün nûru namaz? tabirinin göz sağlığı ile çok yakın bir alâkasının olduğu ve ’Göz nûru? denen görme gücünün her yaşta zinde kalabilmesi için gözün, uzak, yakın, çok uzak, çok yakın olmak üzere farklı mesafelere devamlı uyum temrini yapmak zorunda olduğunu, namazda iken ayakta, rükûda, secdede, oturma ve selâm verme hallerinde çok farklı mesafelere bakarak gözün bu ’uyum temrini? yaptığını ve bunun bazı göz bozukluklarını giderdiğini günümüzün tıp mütehassısları ifade etmişlerdir. Ayrıca orucun perhiz yönü, dua ve zikrin psikolojik telkin yönü, zekât, sadaka gibi yardımların insana psikolojik bakımdan getirdiği rahatlık ve huzur yönünün olduğu tespit edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Oruç tutun, sıhhate erin’, ’Oruç sabrın yarısıdır?, ’Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin, belâya dua ile karşı koyun.’ buyurmuşlardır.
? Haramlar:
Dinimizin koyduğu haramları da, koruyucu hekimliğin bir parçası sayabiliriz. İçkinin, uyuşturucuların, domuz etinin sağlık açısından zararları açıktır.

HASTALIK VE TEDAVİ YOLLARI
? Hastalık:
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerimede ’Kişiye her bela ve musibet, kendi kesbiyle yetişir.?(2) buyurmuştur. Bu beyan Tıbb-ı Nebevî açısından ehemmiyet taşır. Zira kişi bir inançla, hasta olmamanın ön tedbirlerini alacaktır. Bazı hadislerde, bu tedbirlerden biri olarak, günah işlemekten yani Allah’ın emirlerine isyandan kaçınmak zikredilmektedir. Zira birçok musibetler, kişiye, işlediği günahlar sebebiyle gelmektedir. Bu ifade daha açık olarak müslümana şu inancı vermektedir: Musibete uğramamak ve bu arada hastalanmamak isteyen kişi, günah işlemekten kaçınmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) bir nasihatlerinde: ’Hastalığınızı ve ilacınızı size açıklıyorum: Haberiniz olsun, hastalığınız günahlardır, ilacınız da istiğfardır.? buyurmuşlardır.
? Tedavi:
İster hastalık olsun, ister şifa olsun, bunlar Allah’ın iradesi, bilgisi, dışında cereyan eden tesâdüfi bir şey değildir. Allah (c.c.) imtihan, ikaz, ceza, mükâfat gibi pek çok gaye ve hikmetlere binaen hem hastalığı yaratmıştır, hem de şifayı. Âyet-i kerime de: ’Muhakkak ki sizi, biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenlere müjdele. Onlara bir musibet geldiğinde, ’Biz Allah’ınız ve elbette O’na döneceğiz’ derler.?(3) buyrulmuştur.
Tevbesi kabul edilmeyen günah olmadığı gibi, tedavisi olmayan hastalık da yoktur. Peygamberimiz (s.a.v.) ’Her hastalık için bir deva vardır. Eğer (tedavi sırasında) hastalığa deva olan ilaca tevafuk edilirse, Allah’ın izni ile şifa hâsıl olur.? buyurmuşlardır.
Tedaviye inanmanın tabiî neticesi, hasta olunca şifa aramaktır. Öyle ise hastalanınca tedavi olma yollarına başvurmalıyız. Hadis-i şerifte: ’Ey Allah’ın kulları, tedaviye devam edin, zira Allah her hastalık için şifa da yaratmıştır, şifası olmayan tek hastalık ihtiyarlıktır.’ buyurmuşlardır.
? Kader İnancı ve Tedavi:
Kader inancı ile tedavi inancı arasında bir zıtlık olup olmadığı hususu her zaman hatıra gelebilir. Zira inanç esaslarımızdan biri kader’dir ve bunun ezelde yazıldığına ve değişmeyeceğine inanıyoruz. Tedavi ise, gayretimize bağlı olarak şifa elde edeceğimiz inancına dayanır.
Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.): ’Tedavi de kaderdendir.? buyurmuşlardır. Ebû Hüsâme, babasından şunu nakletmiştir: ’Peygamberimize sordum: ’Ey Allah’ın Rasûl’ü! Tedavi için başvurduğumuz rukye (okuma), ilaç ve diğer korunma vasıtaları hususunda ne diyorsunuz? Bunlar, Allah’ın kaderinden bir şey değiştirir mi? Bunların faydası olur mu?’ Peygamberimiz (s.a.v.): ’Onlar da Allah’ın kaderindendir. Hastalığı yarattığı gibi şifa sebebi olan devayı da O yaratmıştır.’ cevabını verdi. Peygamberimize bazı bedeviler de: ’Tedavi olmaya çalışmasak bize günah terettüp eder mi?? diye sorarlar. Aldıkları cevap şu olur: ’Ey Allah’ın kulları, tedavi olunuz! Zira Cenâb-ı Hak, yarattığı her hastalık için bir de şifa yarattı?? demişlerdir.
Hz. Ömer (r.a.)’la ilgili olarak da şu hâdise nakledilir: Şam’a giderken, yol esnasında Suriye’de veba salgını çıktığını duyan Hz. Ömer (r.a.) geri dönme kararı verince; ’Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?? itirazına şu cevabı verir: ’Evet, Allah’ın kaderinden kaçıyor, Allah’ın kaderine sığınıyoruz. Sen devenle beraber bir vadiye insen, vadinin bir yamacı yeşillik ve otlu, öbürü çorak ve otsuz olsa, deveni otlu yamaçta gütsen, bu Allah’ın kaderinden değil de otsuz yamaçta gütsen mi Allah’ın kaderindendir?’
? Tedavi Yolları:
1. Perhiz: Hastalara verilecek gıdaların miktar ve cinsi hususunda konan bazı sınırlamaları ifade eder. Rivayetler, ev halkından biri hastalanınca Peygamberimiz (s.a.v.)’in ilk iş olarak gıdasıyla ilgilendiğini, su, un ve yağdan müteşekkil, hafif bir yiyecek olan çorba hazırlanmasını emrettiğini haber verir. Çorba için şöyle buyurmuştur: ’Çorba, hastanın kalbini kuvvetlendirir, hastalığını temizler, tıpkı sizden birinin su ile yüzündeki kiri temizlediği gibi.’ Bir başka rivayette, ’Bal, süt ve undan yapılan bir çorbanın karnı yıkayacağı? ifade edilmiştir.
2. Kan Aldırma: Peygamberimiz (s.a.v.), başı ağrıyan bir kimseye kan aldırmasını tavsiye etmiş ve bizzat kendisi de kan aldırmış ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir.
3. Dağ Vurdurma: Bazı hadislerde tavsiye ve hatta tatbikatına rastlandığı halde, bazı hadislerde de yasaklandığı görülür. Bu durumu, âlimler, ızdırap veren, tehlikeli ve maharet isteyen bir tedavi metodu olması hasebiyle, ’mecbur kalmadıkça, ehil kişi bulmadıkça başvurulmaması gerekir’ şeklinde yorumlamışlardır.
4. Ameliyat: Bugünün vazgeçilmez tedavi vasıtalarından biri de ameliyattır. Peygamberimiz’in hadislerinde bu konuda, ne lehte ne aleyhte yer verilmez. Ancak, boğaz iltihabına yakalanan çocukları, tedavi için, bez dolanmış parmakla bademciklerinin alındığı ve Hz. Peygamber’in buna müdahale ederek, bir nevi damla tatbikatı olan ûd-ı hindîyi (topalak) tavsiye ettiği rivayetlerde vardır. Buna dayanarak ameliyat metodunu yasaklamak mümkün değildir. İnşirah sûresinde, göğüs yarılmasından söz edildiği gibi, Peygamberimiz (s.a.v.)’in bazı zamanlarda göğsünün yarıldığı, içerisinin temizlenip, dikildiği ve hatta dikiş izlerinin sonradan belli olduğu rivayetlerde mevcuttur.
5. İlaç: Bir kısım hastalıkların tedavisinde ilaç esastır. İlacın o devirde bilinen her çeşidine hadis-i şeriflerde rastlamak mümkündür. Ağızdan alınanlar, kulak, burun, göz ve boğaza damlatılanlar gibi?
İlaçların ham maddesi, esas itibariyle şifalı otlardır. Bal, çörek otu, ûd-i hindî, zeytinyağı, mantar, hasır külü, kına gibi çeşitli nebâtî maddeler hadislerde zikredilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) haram edilen maddelerden ilaç yapılmayacağını beyan eder: ’Allah haram kılınan şeyde şifâ yaratmamıştır’, ’Haramla tedavide bulunmayın.? buyurmuş ve şarabı tedavide kullanmak için müracaat edenlere: ’O, şifa değil, hastalıktır.? buyurarak reddetmiştir.
6. Su Tatbiki: Peygamberimiz (s.a.v.) çeşitli hastalıkların hararetini düşürmek için vücuda soğuk su tatbikini tavsiye eder. Efendimiz (a.s.), kendisini vefata götüren hastalığı sırasında bile bunu bizzat tatbik etmiştir.
7. Tebdîl-i Mekan: İklim değişmesiyle hastaların bazılarını tedavi etmek için Peygamberimiz (s.a.v.) tebdîl-i mekana başvurmuştur. Medine’nin rutubetli havasından rahatsızlanan bir grup bedeviyi, hazine develerinin otlatıldığı yaylaya göndererek tedavi olmalarını sağlamıştır. Yeni girdikleri evden hastalık ve uğursuzluk bulduklarını söyleyenlere de orayı terk etmelerini tavsiye etmiştir.
8. Rukye: Dilimizde rukye’ye ’okumak veya nefes etmek’ denir. Bir kısım hadisler bunu, -tevekküle aykırılığı sebebiyle- yasaklar; ancak, Peygamberimiz (s.a.v.)’in göz değmesi, zehirli hayvan ısırması, nemle denen yara kurduna karşı rukyeye başvurduğu da bilinmektedir. Âlimler rukyenin cevazında icma olduğunu açıklar. Şer’an yasak olan nefes, ’efsuncuların ve cinleri teşhir iddia eden cincilerin nefesidir.’
9. Dua: Dua, sadece hastalıktan korunma safhasında başvurulan bir metod değildir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in hastaları ziyaret ettiğinde şöyle dua ettiği belirtilir: ’Ey inananların Rabbi! Şu hastalığı gider, şifâ ver, şifa veren ancak Sen’sin. Sen’in şifandan başka şifa yoktur. Hiç bir hastalık bırakmayan şifa ile şifa ver.’
10. Tebdil-i Hava: Medine’nin havası iyi gelmeyen insanlara, Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ın tedavileri için kıra gönderme örneğini değerlendiren İslâm uleması, tebdil-i mekân veya tebdil-i havanın da bir tedavi metodu olarak sünnette yer aldığını belirtmiştir.
11. Sabır: Hastalığı hafifletecek, hatta tamamen yok edecek vasıtalardan biri de sabırdır. Peygamberimiz (s.a.v.) hastalığa karşı sabretmeyi tavsiye etmiştir. Hastalığına karşı Allah’tan şifa talep edivermesi için başvuran bir kadına: ’Dilersen dua edeyim, Allah şifa versin, dilersen sabret Cennet senin olsun!? demiştir. Tedaviye başvurulsa da hastalığın elemlerine karşı sabır esastır. Çünkü tedavi ile de hiçbir zaman kesin neticeye ulaşılamayabilir. Kesin olan bir şey ise insanların kendilerine isabet eden hastalıklarla imtihan olduklarıdır. Bu nedenle başımıza gelenleri Allah’tan bilmeli, isyankâr olmamalı ve sabretmelidir ki sabrın sonu selâmettir.
Şâfî olan Yüce Rabbimizden, tüm Müslümanlar için dünya ve ahiret âfiyeti temennisiyle, Allah’a emanet olunuz.

?????
1. el-İnşirah, 94/7.
2. eş-Şûra, 42/30.
3. el-Bakara, 2/155, 156.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • azat

    çok beğendim saçma yazzılar yerine bu tür yazıların konulması daha mantıklı

  • yunus

    bu yazı da bence peygamberimin hayatı ve hicretten vefata kadar olan hayatıda olmalıydı.Ama bu yazı çok güzel.Bana e-mail atarsanız memnun olurum.Ama peygamberin hicretten vefata kadar olan hayatını da koyun ve hayatını da...

5 kişi yorum yazdı.