Özlenen Rehber Dergisi

41.Sayı

Tarihten Günümüze Misyonerlik - İ

Recep Faruk KARABAL Özlenen Rehber Dergisi 41. Sayı
Misyon kelimesi sözlükte; görev, yetki, vekâlet, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel vazife; dînî literatürde ise; inanan bir kimseye, bir işi tamamlaması için verilen ilâhî emir anlamına gelmektedir. Günümüzde kazandığı anlamıyla bir kimsenin öteki insanlara kendi dinî görüşlerini anlatarak, onları kendi dininin bir mensubu yapmak veya etkilemek maksadıyla ortaya konan organize çabalardır.
Misyoner ise; yetkili, görevli, kendisini bir fikrin yayılmasına adamış kimse demektir. Mensubu olduğu dinin faaliyet ve propagandasını yapan kişi için kullanılır. Ne var ki misyoner kelimesinin yaşayan dinler içerisinde Hıristiyanlığa mal olmuş olduğu görülmektedir. Hıristiyan geleneğinde misyoner; resmî kilise teşkilatı ya da herhangi bir Hıristiyan cemaati tarafından Hıristiyanlık mesajını ve dinini yaymak amacıyla özel olarak yetiştirilen ve bu maksatla özellikle Hıristiyanlık dışı toplumlarda görevlendirilen kişi anlamına gelmektedir. Böylesi kişilerin yerine getirdiği faaliyete ise misyonerlik adı verilmektedir.

Hz. İsa’dan sonra Havariler (Hz. İsa’ya ilk inananlar) çeşitli bölgelere dağılmış, Hz. İsa’nın öğrettiklerini yaymaya başlamışlardır. Bu sebeple ilk misyonerlerin Havariler olduğunu ifade etmek mümkündür. Zaten bugünkü Hıristiyan misyonerleri de Havarileri ilk misyonerler olarak kabul etmekte ve onların yolundan gittiklerini ileri sürmektedirler.

Hıristiyanlığın “misyon” anlayışının oluşumunda ve gelişiminde hiç şüphesiz Pavlus adlı hıristiyanın önemli bir yeri vardır. Her ne kadar Hıristiyanlar, misyonun diğer insanlara iletilmesi konusunda referanslarını, Yeni Ahit’te yer alan İncil metinlerinde geçen Hz. İsa’nın bazı sözlerine dayandırsalar da Hıristiyanlık tarihinde ilk sistematik misyon faaliyetinin Pavlus’la başladığı görülür. Pavlus, Helenistik İsa cemaati tarafından kurgulanan ve kendisi tarafından geliştirilen “teslis” inancını temel alan öğretileri yaymak amacıyla Anadolu, Yunanistan ve Makedonya’ya yönelik üç önemli misyon seyahati düzenlemiştir. Hıristiyanlık üzerinde büyük bir etkisi olan Pavlus’un yazdıkları Hıristiyan Kutsal Kitabı’nda yer almış ve kendisi Hıristiyanlığı yaymayı görev edinenlere en önemli örnek olmuştur. Hıristiyan misyonerler çeşitli yönlerden onu taklit etmiş ve sözlerini kutsal vahiy metni olarak uygulamaya özen göstermişlerdir. İşte Pavlus’un Korintoslulara yazdığı mektupta geçen, misyonerlere örnek teşkil eden ve misyonerliğin iç yüzünü bütün açıklığıyla ortaya koyan cümlelerinden bazıları:

“Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım. Tanrı’nın yasasına sahip olmayan değil de, Mesih yasası altında olan biri olarak Yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp ne edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum.” Bir başka yerde ise, “...kurtulsunlar diye birçok kimsenin yararını gözeterek herkesi her yönden hoşnut etmeye çalışıyorum.” demektedir.

Bu metinlerden anlaşıldığına göre Pavlus, insanları etkileyebilmek ve dikkatlerini tebliğ ettiği mesaja çekebilmek için, kabul etmediği şeyleri kabul eder, kabul ettiği şeyleri ise kabul etmez görünmektedir. Bu, Pavlus’un amacına ulaşmak için, ikiyüzlülüğe başvurarak insanları aldatma yolunu kullandığını göstermektedir. Onun bu metodu kendisinden sonra gelen misyonerler için de bir model olmuştur.
Pavlus ve onun izinden gidenlerin çabaları sonucu Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı resmî din olarak benimsemiş, hatta insanlar o tarihe kadar Hıristiyan oldukları için ölüm cezalarına çarptırılırken, o tarihten sonra Hıristiyan olmadıkları için öldürülmeye başlamışlardır. Hıristiyanlığın yayılış serüveni içerisinde bu anlayışın rolünü unutmamak gerekir.

Durum bu minval üzere devam ederken, dünya 610 yılında İslâm’ın doğuşuna tanık olmuştur. İslâm, Hıristiyanlığa göre çok kısa denilebilecek bir zaman içerisinde güçlenmiş ve Hıristiyanlığın yayılışının önünde en büyük engel teşkil etmeye başlamıştır. Hıristiyan dünyası bu durum karşısında yeni metotlar geliştirmiş, kendi aralarındaki tüm anlaşmazlıkları bırakıp Müslümanlara karşı ortak cephe oluşturmaya karar vermişlerdir. Avrupa ülkeleri, Bizans İmparatorluğu gibi Hıristiyanlığın merkezleri sayılan ülkeler Müslümanlara karşı Haçlı Seferleri düzenlemeye kadar işi ileriye götürmüşlerdir.

Ancak yıllar süren bu vahşetin neticesinde Müslümanlara ait emellerini gerçekleştirmenin imkânsız olduğu kanaatine varan Batılılar, gayelerine ulaşmak için misyonerlik teşkilatları kurmuşlar ve bu teşkilatlar aracılığıyla kongreler düzenlemeye başlamışlardır. Bazen açık, çoğu kez ise gizli ve dolaylı yoldan yürüttükleri faaliyetlerini ilmî ve toplumsal sahalarda yoğunlaştırarak insanlara Hıristiyanlık adına vermek istediklerini bu kisveler altında vermeye çalışmışlardır.
Görev yapacakları Müslüman ülkelere gönderilmek üzere Arapça’yı iyi bilen misyoner papazlar yetiştirecek okullar açmışlardır. Buralarda yetiştirilen papazlar İslâm ülkelerine gönderilmiş ve bu çalışma uzun yıllar devam etmiştir.

Misyonerler bir ülkeyi kültürel açıdan tamamen yıkmadan, kendilerini o ülkeyi tamamen fethetmiş saymazlar. Bu bakımdan işgal edilecek ülkenin bütün sırlarını detaylarına varıncaya kadar tetkik etmek için turist, doktor, öğretmen, mühendis, jeolog, hemşire gibi görevlerle hedef aldıkları ülkeye akın ederler. Görevleri; milletin ve devletin tarihî, coğrafî, jeolojik, kültürel, siyasî, ekonomik, psikolojik yapısının incelenmesi ve zaaflarının tespit edilerek nasıl sömürülebileceği hususunun belirlenmesidir. Arkalarını yasladıkları devletlerden aldıkları güçle girdikleri ülkenin huzurunu, sosyal yapısını, ahlâkını, siyaset ve eğitimini bozarak sürekli kargaşa ortam meydana getirirler ve nihayet o ülkenin Avrupa devletlerinin himayesine girmesi için gayret gösterirler. Yabancı okullarda görev yapan yabancı öğretmen ve idareciler ya doğrudan doğruya okulu açan devletin ya da ilgili misyoner teşkilatın ajanı olarak çalışırlar. Amaçları sadece din ve mezheplerini kabul ettirmek değil, kendi devletlerinin menfaatlerini korumaktır. Görevli oldukları ülkenin topraklarındaki yeraltı ve yerüstü zenginliklerini araştırıp tespit ederek mensup oldukları devlete rapor etmek misyonerlerin en önemli çalışma metotlarından birisi olmuştur. Osmanlı Devleti’ni parçalamak için gerekli olan fikrî ve dinî altyapının hazırlamasında, sonra da siyasî desteğin sağlanmasında büyük rollerinin olduğu unutulmamalıdır.

DEVAM EDECEKTİR...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.