Özlenen Rehber Dergisi

64.Sayı

Asıl İtibar Baki Olanlaradır

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 64. Sayı
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا.

“Mal ve oğullar dünya hayatının ziynetidir. Baki kalacak sâlih ameller ise Rabb’inin katında sevap olarak daha hayırlıdır ve ümit olarak da daha hayırlıdır.”
(el-Kehf, 18/46)

ASIL İTİBAR BAKİ OLANADIR

İnsanların birçoğunda cehalet ve gaflet sebebiyle âhiret hayatını bilme ve ona iman etme hususlarında büyük zafiyetler bulunmaktadır. Bu da, sahip olduklarıyla övünme, başkalarını küçümseme ve sonu gelmeyen bir arzu ve istekle dünya ve ziynetlerine yönelmeye sebebiyet vermektedir.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Muhakkak ben, sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah’a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara (çöllere) dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah’a yalvar yakar olurdunuz.” (Tirmizî, Zühd 9)

Rabbimiz (c.c.), âyet-i kerimelerde; “Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm.” (el-Kehf, 18/34) diyen kimselere dünya hayatını şu misalle anlatmıştır: Gökten inen bir yağmur... Bu yağmur sebebiyle yeryüzünde bitkiler büyür, gelişir, boy verir, rüzgârla alımlı bir şekilde salınır. Bu durum, onu yetiştiren sahiplerinin hoşuna gider. Ancak bir müddet sonra o canlı, taze ve boy boy bitkiler sararır, kurumaya yüz tutar. Bir zaman sonra da rüzgârın savurduğu kuru çerçöp haline gelir.

İşte dünya hayatı da böyledir. Dünya, önce ziynet ve metaları ile göz alıcı bir şekilde ortaya çıkar. Bu halleriyle tıpkı boy veren yeşil bitkiler gibi zirveye yükselir. Bir süre sonra ise geriler ve rüzgârda savrulan saman taneleri gibi zamanla yok olur.

“İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık. Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak haline getireceğiz.” (el-Kehf, 18/7-8)

Bu nedenle dünya hayatı ve ziynetleri, ebedi olan âhiret hayatına ve Rabbimiz’in katındaki nimetlere nispetle oyun ve eğlenceden ibarettir. Dolayısıyla, ömrünü dünya metaına sahip olmak uğruna heder eden, sahip olduklarıyla övünen aldanmıştır. Sonu hüsran ve nedamettir.

* * *

Cenâb-ı Hak, Kehf sûresinde dünya hayatının kendi katında bir kıymet ifade etmediğini yukarıdaki misalle ortaya koyduktan sonra, tefsirine çalıştığımız Kehf Suresi 46. âyetiyle de onun ziynetlerinden bir parça olan “mal ve oğulların” da fani olacağını ifade etmiştir.

Âyet-i kerime, mal ve evlatlarıyla kibirlenen, fakirlerle alay eden kimselere bir ret mahiyetindedir. Yani: “Mal ve evlatlarının çokluğuyla övünen ey Utbe, Uyeyne ve emsalleri! Sahip olduklarınız bir gün gelip yok olacak. Ancak Suheyb, Habbâb ve emsallerinin işledikleri sâlih ameller ise cennette onlarla baki kalacaktır. İşte onlar mükâfat ve emel bakımından insanların en üstünlerindendir!”

“Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Takva sahipleri ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (el-Bakara, 2/212)
Bununla beraber âyet, sair kulların dikkatlerini fani dünyadan çekip ebedî hayata ve sâlih amellere yöneltmektedir.

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ: Mal ve oğullar dünya hayatının ziyneti, süsüdür. Tıpkı kadın, altın, gümüş, para, ekin, hayvan ve türlü binek vasıtaları gibi...

Âyette yalnızca mal ve çocuklardan bahsedilmesinin sebebi:

Dünya hayatının diğer ziynetlerinden hariç olarak, âyette özellikle mal ve oğulların zikredilmesinin sebebi Allah-u a’lem şudur: Mal hem güzeldir, hem de ihtiyaçları karşılama, hayatın idamesini sağlama yönüyle faydaları çoktur. Oğullar da insanın zahiren dayandığı bir güç kaynağı, savunma aracı ve bir istinat/dayanma/güvenme noktasıdır. Bundan dolayı insanları kendine cezp edip, meşgul eder. Birçok hayırdan meneder. Bunlar sebebiyle insan kibre, gurura düşer. Bu sebeple özellikle bu ikisi zikredilerek dikkat çekilmiştir. Ayrıca mal, insanın malik olup sahiplendiği her şey olduğundan; altın, gümüş, para, ekin vs. de içine alır.

Malın oğullardan önce zikredilmesinin sebebi:
Bu takdimin şu sebeplerden dolayı olması muhtemeldir:

1- Mal, ister baba ister çocuk olsun, ona sahip olan herkes için, her vakitte ziynet sayılır. Büyük-küçük, yaşlı-genç herkes ona meyleder. Oğulların ziynet sayılmaları ise, ancak babalık mertebesine erişen kimseler için geçerlidir.

2- Mal, insanın yaşaması için gereklidir, elzemdir. Oğullar ise insan cinsinin yaşamasını ve devamını sağlar.

3- İnsanın mala olan ihtiyacı, çocuğa olan ihtiyacından daha öndedir. Evlada sebep olan evlilik için nafaka ve geçime muktedir olmak şarttır. Bu ise ancak malla mümkündür.

4- Mal, çocuk olmaksızın ziynet olur; fakat çocuk, mal olmaksızın ziynet olmaz. Nitekim malı olmayan bir kişi, evlatları ne kadar çoksa maddi olarak o kadar sıkıntı çeker.

“Zînet” kelimesi mastardır. İnsanın hoşuna giden ve meylettiği her şeye zînet denilir. Âyette mastar kullanılması mübalağa ifade eder. Ziynetin dünya hayatına izafe edilmesi ise, onun özelliğini ifade içindir.

* * *

Nasıl ki dünya hayatı fanidir, geçicidir. Aynı şekilde dünya hayatından bir parça olan ziynetleri de fânidir, sona erecektir. Âhiret hayırları, sâlih ameller ise devamlı ve bakidir. Devamlı ve baki olan ise elbette ki sonlu olandan daha hayırlıdır.

وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ “Baki kalacak sâlih ameller”
Bu tabir ile ne kastedildiği hususunda şu izahlar yapılmıştır:

Birinci İzah: Osman b. Affân, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer ve daha birçok Sahâbe (r.anhüm)’dan rivayet edildiğine göre bunlar; سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ أَكْبَرُ “Subhânallâh (Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzeh, her türlü kemal sıfatlarıyla muttasıftır), ve’l-hamdulillâh (Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur), velâ ilâhe illallâhu (Allah’tan başka ilâh yoktur), vallâhu ekber (Allah en büyüktür)” tesbihleridir. (Dürrü’l-Mensûr, Suyûtî)

Osman b. Affân (r.a.)’a bu hususta sorulduğu zaman o, “Bunlar, ‘Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’dir.” demiştir. (Bezzâr)
Bu izahı destekleyen birçok hadis-i şerif bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:

Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Baki kalacak sâlih amelleri çokça işleyiniz.” buyurdu. “Bunlar nelerdir yâ Rasûlallah?” dendi. (Rasûlullah): “Tekbir, (Allâhu ekber), tehlîl (lâ ilâhe illallâh), tesbih, (subhânallâh), elhamdülillâh ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’tır. (güç ve kuvvet ancak Allah’a aittir)” buyurdu. (Sahîh İbn-i Hibbân, Rekâik, 837)

Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kalkanlarınızı edininiz!” (Sahâbeler): “Yâ Rasûlallah! (Savaşmak üzere) gelen düşmana karşı mı?” dediler. (Rasûlullah): “Hayır! Lakin ateşe karşı kalkanınızı edininiz. (Bu kalkan); ‘Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’ sözüdür. Muhakkak bunlar kıyamet günü önden ve arkadan gelirler. Baki kalacak sâlih ameller de bunlardır.” (Sünen-i Kübrâ, Nesâî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle)

Sad b. Cünâde (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Nebi (s.a.v.)’e geldim. Bana; ‘İzâ zulzileti’l-ardu’yu, kul yâ eyyuhe’l-kâfirûn’u ve kul huvallâhu ehad’i öğretti. Ve bana; ‘Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’ (zikirlerini) öğretti ve ‘Baki kalacak sâlih amellerler bunlardır.’ buyurdu.” (Taberânî, Kebîr, 5349)

Bu tespihlerin faziletine dair de birçok rivayet vardır. Bazıları şu şekildedir:

Ebu’d-Derdâ (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle buyurdu: “Sen, ‘Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’ (zikrine) devam et. Zira bunlar, ağacın yapraklarını döktüğü gibi günahları dökerler.” (İbn-i Mâce, Edeb 56)

İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bana gece yolculuğu yaptırıldığı zaman (İsra gecesi) İbrahim ile karşılaştım. Dedi ki: ‘Yâ Muhammed! Ümmetine benden selam söyle. Ve onlara haber ver ki, cennetin toprağı hoştur, suyu tatlıdır. Ve o dümdüz bir arazidir ve (oraya dikilecek) fidanlar ‘Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’dir.” (Tirmizî, Deavât 60)

Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre bir defasında kendisi fidan dikmekle meşgul iken Rasûlullah (s.a.v.) ona uğradı ve: “Ey Ebâ Hureyre! Diktiğin nedir?” buyurdu. “Kendim için fidan (dikiyorum)” dedim. (Rasûlullah): “Sana bundan daha hayırlı fidanlar göstereyim mi?” buyurdu. (Ebû Hureyre): “Evet, yâ Rasûlallah!” dedi. (Rasûlullah): “Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber. Bunların her birisi karşılığında senin için cennette bir ağaç dikilir.” buyurdu. (İbn-i Mâce, Edeb 56)

Semure b. Cündeb (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sözün Allah’a en sevgili olanı dörttür. (Bunlar): ‘Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’dir. (Bunlardan) hangisiyle başlarsan sana zarar vermez.” (Müslim, Âdâb 2)

Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Subhânallâh ve’l-hamdulillâh velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber, demek bana üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha sevimlidir.” (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe 10)

İmâm-ı Rabbânî (k.s.), bu tespihlerin mana ve faidesi hakkında şunları söylemiştir:

“...Allah Subhânehû’yu tesbih eden ve O’na hamd eden kişi, şanına uymayan sıfatlardan O’nu tenzih edip kemal ve cemal sıfatlarının da O’nda bulunduğunu kabul ederse, umulur ki cömert ve lütufkâr olan Allah Teâlâ da kendisini tesbih eden bu kişiyi ona yaraşmayan şeylerden uzak tutar ve bu hamd edici kulunu kemal sıfatıyla donatır. Nitekim O (c.c.), şöyle buyurur: ‘İyiliğin karşılığı yalnızca iyilik değil midir?’ (er-Rahmân, 60)” (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbat-ı Rabbânî, 308. Mektup, Terc. Ömer Faruk Tokat)

“Bu fakire göre, Doğru Haberci’den (s.a.v.) sabit olduğu üzere yatmadan önce 100 defa tesbih (subhânallâh), tahmid (elhamdu lillâh), tekbir (Allâhu ekber) zikri yapmak nefis muhasebesi hükmündedir. Tevbenin anahtarı olan tesbih zikrini tekrarlayan kişi kötülükleri ve kusurları sebebiyle özür dilemiş olur. İşlemiş olduğu çirkinliklerden, Allah Teâlâ’yı tenzih ve takdis etmiş olur.

Zira kötülük işleyen kişi, emreden ve yasaklayan Hak Subhânehû’nun azametini ve büyüklüğünü kavrayabilmiş olsaydı, O’nun (c.c.) emrettiği bir şeyi terk etme teşebbüsünde bulunmazdı. Çünkü böyle bir teşebbüste bulunmanın Hak Subhânehû’nun emirlerine ve yasaklarına itibar etmemek ve kıymet vermemek anlamına geldiğini bilirdi. Bu duruma düşmekten Allah Teâlâ’ya sığınırız. Tenzih zikrine devam ederek bu kusurun telafisi mümkündür. Bilmek gerekir ki istiğfarda günahların örtülmesi istenirken, tenzih zikrinin tekrarında tamamıyla yok olması istenir. İkisinin arasındaki fark ne kadar büyüktür. Şaşılacak bir zikirdir “subhânallah”. Lafızları son derece azdır, ancak manaları ve faydaları oldukça fazladır. Tahmîd (elhamdu lillâh) zikrini tekrarlayarak Allah Teâlâ’nın ihsanına ve diğer nimetlere şükredilmiş olur. Tekbir (Allâhu ekber) zikrini tekrarlamak, bu şükrün ve özür dilemenin Hak Subhânehû’nun şanına layık olamayacağına ve Allah Teâlâ’nın bunlardan çok daha yüce olduğuna işaret etmektedir. Çünkü bu şükrün ve özür dilemenin kabulü için de çokça istiğfar etmek ve özür dilemek gerekir.” (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbat-ı Rabbânî, 309. Mektup, Terc. Ömer Faruk Tokat)

İkinci İzah: Beş vakit namazdır. İbn-i Abbas (r.a.)’dan, baki kalacak sâlih amellerden ve günahları gideren iyiliklerden maksadın beş vakit namaz olduğu rivayet edilmiştir. (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)

Üçüncü İzah: Güzel sözdür. İbn-i Abbas’tan bu yönde bir rivayet gelmiştir. (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)

Dördüncü İzah: Hasan-ı Basrî ve İbn-i Atâ’dan nakledildiğine göre, “sâlih niyetler”dir. Zira ancak sâlih niyet sayesinde ameller kabul olur ve semavata yükseltilir.

Beşinci İzah: İmana alamet sayılıp onu ortaya çıkarmaya vesile sayılan sâlih ameller, sadece tesbih ve takdisle sınırlı değildir. Sâlih amel kapsamına giren her hayır, insanı, Allah (c.c.)’nun marifeti, muhabbeti ve itaati ile meşgul olmaya sevk eden her fiil ve söz bu âyetin şümulündedir. İbn-i Abbas’tan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Baki kalacak sâlih ameller; Allah’ın zikri ki bu; ‘Lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber, subhânallâh ve’l-hamdulillâh ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, estağfirullah ve sallallâhu alâ Muhammed (s.a.v.)’dir. Namaz, oruç, hac, sadaka, köle azat etmek, cihad, sıla-i rahim ve güzel amellerin hepsidir. Cennette kişiyle baki kalacak olan sâlih ameller bunlardır.” (Dürrü’lMensûr, Suyûtî)

Bu hususta Katâde (rh.a.)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Allah’ın taatından olan her şey, baki kalacak olan sâlih amellerdendir.” Yine, kendisine baki kalacak sâlih amellerden sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Kendisiyle Allah’ın rızası kast olunan her şeydir.” (İbn-i Ebî Şeybe; İbn-i Ebî Hâtim)

İnsanı mahlûkatın halleri ile meşgul olmaya sevk eden her söz ve fiil ise bunun dışındadır. Zira Cenâb-ı Hakk’ın dışındaki her şey, zatından ötürü fani ve yok olucudur. Bundan dolayı onlarla meşgul olup, onlara iltifat etmek, boşa gitmiş bir gayrettir. Zatından ötürü hak olan Allah (c.c.) ise Bakî’dir. Zevali kabul etmez. Bu nedenle O’nun marifeti, muhabbeti ve itaatı ile meşgul olmak, fani olmayacaktır.

İmam Gazâli (rh.a.) bu âyet-i kerime hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur:

“Kulun hakikî bir ilmi vardır. Hakikî bir kuvvet ise söz konusu değildir. Hakikî kudret ancak Allah’ın kudretidir. İlmin kemali, ölümden sonra da kendisiyle beraber kalır. Kendisini Allah’a ulaştırır. Kudretin kemali ise böyle bir hususiyete sahip değildir. Evet! Hâl-i hazıra nispeten kudret cihetinden kişinin bir kemali vardır ve bu kudret onun ilim kemaline vesiledir. Bazen kişi bu kuvvetleri elde tutmak için mal ve rütbe kudretine muhtaç olur ki onunla yemek, içmek, elbise ve meskene varabilsin. Bu da belirli bir miktar ve hududa kadardır. Eğer bunu Allah’ın celâlinin marifetine varmak için kullanmazsa burada hiçbir şekilde feyiz yoktur. Ancak hâl-i hazırdaki lezzet yönünde vardır. Öyle lezzet ki çok çabuk yok olur! Kim bunu kemal zannederse, o cehalete düşmüştür. Bu bakımdan halkın çoğu bu cehaletin bataklığında helâk olur. Onlar zannediyorlar ki haşmetin kahrıyla bedenlere güç yetirmek, geniş zenginlikle malları ele geçirmek, rütbe sayesinde kalplerde tazim ve ihtirama sahip olmak kemaldir! Buna inandıkları ve aradıkları zaman, onunla meşgul olurlar. Bunun için de tehlikelere girerler. Allah’a ve Allah’ın meleklerine yaklaşmayı gerektiren hakikî kemal -ki ilim ve hürriyettir- onu unuturlar. (Buradaki) ilim, Allah Teâlâ’nın zikrettiğimiz marifetinden ibarettir. (Buradaki) hürriyete gelince, bu hürriyet, şehvetlerin esaretinden, dünya üzüntülerinden, şehvete zebun olmayan, öfkeye meftun bulunmayan meleklere benzemek bakımından cebren dünyayı istilâ etmekten kurtulmak demektir. Çünkü şehvetin ve öfkenin eserlerini nefisten bertaraf etmek, meleklerin sıfatlarından olan kemaldendir. Kul için kudretin kemali, ilim ve hürriyet kemalinin elde edilmesinin yoludur. Fakat ölümden sonra baki kalacak kudret kemalini elde etmeye yol yoktur; zira kulun mallara, kalplere ve bedenlere güç yetirmesi ölümle sona erer! Marifet ve hürriyet ise, ölümle sona ermez.

Aksine onlar kulda bir kemal olarak kalırlar ve Allah’a yaklaşmasına vesile olurlar. O kemal ki insanda meydana geldiği zaman, ebediyyen kalır, ölümle bile kesilmez. “Mal ve oğullar dünya hayatının ziynetidir.

Baki kalacak sâlih ameller ise Rabb’inin katında sevap olarak hayırlıdır ve ümit olarak da daha hayırlıdır.” Ölüm rüzgârlarının saçıp savurduğu herşey dünya hayatının (solması yakın olan) çiçeğidir. Ölümün kökünü kazıyamadığı şeyler, insandan sonra kalan sâlih amellerdir.” (İhyâ Ulûmi’d-Dîn, Hakiki Kemâlât ile Vehmî Kemâlât, c.3, Terc. Ahmed Serdaroğlu)

“Allah’ın zikriyle ünsiyet kazanan kimse başkalarının zikrinden ayrılır. Başkalarından maksat ölümü anında insanoğlundan ayrılan şeylerdir. Kabirde insanoğluyla beraber ne ehli, ne malı, ne çocuğu ve ne de makam ve rütbesi kalır. Onunla beraber ancak Allah’ın zikri kalır. Eğer hayattayken bu zikir ile ünsiyet kazanmışsa kabirde ondan faydalanır. O anda dünyada iken kendisini Allah’ın zikrinden alıkoyan her şeyin sonu gelir ve böylece zikir ile baş başa kalır. Bu zikirde lezzetin her çeşidini bulur; zira dünya hayatında zarurî ihtiyaçlar kendisini ister istemez Allah’ın zikrinden alıkoymuştur.

Ölümden sonra ise, böyle bir şey söz konusu değildir. Böylece kişi ölümden sonra, mahbubuyla baş başa kalmış olur ve ona olan hayranlığı da artar. Kendisini mahbubundan alıkoyan hapishaneden de kurtulmuş olur. Bu sırra binaen Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Ruhu’l-Kudüs kalbime şöyle üfledi: “İstediğini sevebilirsin. (Nasıl olsa) ondan ayrılacaksın.’ Hz. Peygamber burada dünya ile ilgili şeyleri kast etmektedir; zira dünya ile ilgili her şey ölümle sona erer. Bu bakımdan yeryüzündeki her nesne fânidir; ancak celâl ve ikram sahibi olan Rabb’inin zatı bakidir, ebedîdir. Kişinin ölümüyle dünya sona erer. Fakat dünyanın asıl sona erişi kendisi için tayin edilen vakittedir. Kul öldükten sonra, Allah Teâlâ’nın huzuru manevîsine varıncaya kadar bu ünsiyetten faydalanır.” (İhyâ Ulûmi’d-Dîn, Tesbih Hamd ve Diğer Zikirlerin Faydaları, c.1, Terc. Ahmed Serdaroğlu)

“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.” (eş-Şuarâ, 26/88-89) âyet-i kerimesi bu manayı işaret etmektedir.

* * *

خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا “Rabb’inin katında sevap olarak daha hayırlıdır ve ümit olarak da daha hayırlıdır.”

عِنْدَ رَبِّكَ: Bunun manası; bazı âlimlere göre âhirette, bazılarına göre ise “Rabb’inin hükmünde” demektir.

Her insanın bir emeli ve ümidi vardır. Baki kalacak sâlih amellerin sahibi ise emel ve ümit bakımından insanların en üstünüdür. Onların Rablerinden dünyada ümit ettikleri sevap ve âhirette ümit ettikleri mükâfat, diğerlerinin dünya hayatında elde etmeyi ümit ettikleri lezzet ve nimetlerden daha üstündür.

Akıl sahibi olmak, geçici işlerle, oyun ve eğlenceyle uğraşıp ömrü heba etmemeyi, gönlü bunlarla meşgul etmemeyi gerektirir. Bir âyette şöyle buyrulmuştur: “(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah’ın katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Akletmiyor musunuz?” (el-Kasas, 28/60)

Selef-i sâlihinden bazıları şöyle demiştir: “Sen, gönlünü mala bağlama. Çünkü o geçip giden bir gölgedir. Kadınlara da bağlama. Çünkü bugün seninle beraberdirler, yarın senden başkalarıyla. Yöneticiye de kalbinden bağlanma. Çünkü o bugün senin lehinedir, yarın başkasının lehine olur.” Bu hususta Allah (c.c.)’nun: “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihan (vesilesidir). Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (et-Teğâbun, 64/15), “Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır...” (en-Nahl, 16/96) buyrukları yeterlidir.

Tüm bunlardan, aklı olan insanın, dünyalık sebebiyle büyük nimetlere sırt çevirmesinin ne kadar akılsız, basiretsiz ve çirkin bir durum olduğu net olarak ortaya çıkar.

* * *

Bununla beraber Allah (c.c.) ve Rasûlü (s.a.v.), helâl mal kazanmayı ve dünya nimetlerinden istifade etmeyi yasaklamamıştır: “(Ey Rasûlüm!) De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı güzelliği ve temiz rızkı kim haram kılmış? De ki: Bunlar, kıyamet günü sırf kendilerine özgü olmak üzere, dünya hayatında da mü’minler içindir.” (el-A’râf, 7/32) Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. el-Âs’a hitaben: “Ey Amr! Sâlih bir kula ait olan iyi mal ne güzeldir!” buyurmuştur. (Sahîh İbn-i Hibbân, Zekât, 3200)

Hz. Ali (r.a) Efendimiz şöyle demiştir: “Mal ve oğullar dünya ekinidir. Sâlih amel ise âhiret ekinidir. Allah, bazen bu ikisini bir arada bazı kimselere verir.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)

Mal, kendisinden istifade edilmekle beraber hayır yolunda kullanılır, israf edilmez ve haramdan uzak tutulursa; ve evlatlar da Allah’a itaat eden sâlihler olarak yetiştirilirse baki kalacak sâlih ameller sınıfına dâhil olurlar. Rasûlullah (s.a.v.), bunu şu hadisleriyle haber vermiştir: “İnsan öldüğü zaman kendisinden (tüm) ameli kesilir. Ancak (şu) üç şey hariç: Devam eden sadaka, kendisinden faydalanılan ilim, kendisine dua eden sâlih bir evlat.” (Müslim, Vasiyye 3)

Akıllı mü’min, Allah ve Rasûlü’nün itibar ettiği şeylere onlar kadar itibar eder. Rabbimiz (c.c.), bizlere kendisine olan yakınlığımızı artırmaya ve rızasını celbetmeye vesile olacak dünyalık ve sâlih ameller nasip etsin.

Ey Rabbimiz! İlmimizi ve anlayışımızı artır ve bizi sâlihler zümresinden kıl!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.